çocuğum. hacı nerimanlara gidecekmişiz. anneannem annemin sağ kolunda, sol kolunda kardeşim ve elini tutan ben. koşuyolu-kadıköy 5-a, kadıköy-göztepe 3-g; neriman teyzedeyiz. neriman köksal-amarcord’da ergeni emziren kadın arası, başı örtülü, yüzü-gözü makyajlı, kendi ak-pak, giysisi kapkara, iri biri açtı kapıyı bir şûh kahkahayla. elmayı dişler gibi öptü bir adam, ‘âh!’ diyen kardeşimle beni, yanaklarımızdan. ‘en kişiliksiz renktir gri’ derdi ya rahmetli babam, onun bin bir tonundan ve de ninemin ‘ölüm renkleridir mor ve siyâh’ dediği renklerden mürekkep cılız, solgun, başörtülü yaşlı bir kadın sürekli cigara tüttürürken küçümen bir iskemlede köşede, ak sakallı bir dede elini öptürdü ninem dâhil hepimize! mantolar, paltolar kanepe, koltuk kolluklarında, bulduğumuz yere çökerken yol yorgunu bedenlerimiz, kadın irisi teyze ‘buyurun bakalım’ dedi, uzatırken elindeki tepsiyi. kış ortasında karanfil kokulu buz gibi kızılcık şerbeti kadehlerini dudağını değdirip bıraktı, ballı hurmalara hayır demezken herkes. ak sakallı dede birer kâğıt uzatıp iki çocuğa, ‘gidene dek ezberleyene bir lira’ dedi: süphâneke duâsı: bir satır bir lira, şâhâne de, hâfızam kıt; ya ezberleyemezsem!… bir gözüm duâda diğeri grili, morsiyâhlı teyzede: dal gibi bir bacağını diğerine atmış, karnını tutan sol eline sağ kolunun dirseğini dayamış, işâret ve orta parmağına sıkışmış lokomotiften fenâ hâlde duman çıkarıyor, üstelik yerinden kıpırdamazken tren! subhânekellâhumme ve bi hamdik… buraya kadar tamam=25 kuruş. dede ve adam kayıp.. ninemle annem neşe ile muhabbette hacı neriman teyzeyle.. bizse arapça kâfiyeli kelimelerin peşinde.. ben teyzeye takık: zift gibi çaydan yudumluyor mütemâdiyen makinist, makas değiştirerek yol alırken şimendiferde vakit, aman aman, duman duman çuf çuf çuf… gözlerini dikmiş yere, kıpırtısız bir bedenle sonsuza dalmış, gidiyor kara tren boşluğunda! ve tebârakesmuk ve teâlâ cedduk: başı ortaya çalabilsem, 50 kuruş cepte. ‘nasıl gidiyor? şu parantez içini ezberlemeseniz de olur.. ha gayret’ deyip kayboldu dede yine. elmacı amca görünürde yok, çok şükür. ‘çok şükür yok’ dedi kuran kursu menşeli kardeşim, ‘sûrede!’ başımı salladım ve yüzümü döndüm yine teyzeye: dolu küllüğüne bir izmariti daha sıkıştırıp, yenisini yaktı plastik çakmağıyla. nineminki hacdan gelmişmiş! limonlu açık çayını kıtlama şekerle ya da sâde kahvesini bademli ya da üzümlü kuş lokumuyla yudumlarken bahar ya da hanımeli cigarasını kâbe resimli mübârek çakmağıyla yakıp tellendirirdi bir sabâh kahvaltı sonrası bir de ikindide. neyse… teyzem fenâ tüttürüyor pencere dibindeki kuytusunda. başı ortaya çalmakta zorlanırken ben, zekâ küpü kardeşim ‘bitti’ dedi. dedeyi çağırma sakın, ben bitirmeden dedim; yüzü düşük, aşağı-yukarı başını salladı. yine bir şûh kahkaha, yine hoş muhabbet; şerbetler şerbetlenirken masada ve sehpâlarda, gelsin çaylar, gitsin kurabiyeler, börekler. “ben celle senâuk’u da ezberledim” deyince bizim cin ali, parantez içi şart değil dediydi ya dede! uçarsa param seninkini alırım ha dedim, eğilip fısıldayarak ve üfleye üfleye küt kulağına. yüzünü pörsütüp ‘tamam’ dedi, ‘orasını okumam.’ başını okşadım yalandan, iki yanağını da ısırsam mı diye düşünürken, birden adam göründü: ‘alın bakayım şu elmalı çikolataları, evde yersiniz.’ aklım çıktı yine, dişleyecek diye elmalarımızı! allah’tan gitti de, o hızla başını çalabildim ortasının az ötesine sûreyi=75 kuruş. ne ki teyzenin hâli hâl değildi. cigaradan başka bi şey yemiyordu sanki. değil konuşmak, kimsenin yüzüne bile bakmıyor, bir kez olsun pencereye dahi göz atmıyor, istifini hiç bozmuyor, kendi dünyasında dolanıp yaşıyor gibiydi. ve lâ ilâhe ğayruk deyip okuyunca dedeye, kaptık birer tekliği. ‘e geç oldu.. biz kalkalım müsâadenizle’ dedi nenem, haç hediyelerini alıp, paltoları, mantoları giyinip, düştük gerisingeri yola. 3-g’yi beklerken durakta, kardeşim kazandığı tekliği gösterirken neneme, anneme teyzeyi sordum. cigaracı büyük ablayı genelevden kurtaran ak sakallı dedenin karısı hacı neriman teyzenin taksici kardeşi elmacı amcayı karısı bir inşaat işçisiyle aldatmışmış! yıllar sonra oturtmaya çalışıyorum kafamda buza çalan çeneyle zangır zangır titrerken annemin kekeleyerek bir nefeste kurmayı başardığı cümleyi: îmanı parayla harmanlayıp sübhâneke’yi ezberleten akrabamız ak sakallı dedeyle kadın irisi teyze evliler, varlıklılar, hacılar. bir inşaat işçisiyle kaçan karısından sonra taksici elmacı amca, cigaracı olan büyük teyzeyi genelevden kurtarıp evlerine almış, yaşayıp gidiyorlarmış o vakitler. tam yerine oturtamadım mı ne?! neyse… aklım makinistte…
edebiyathaber.net (12 Aralık 2021)