Öğlenden sonra üç dört sıraları geldi. Bankoda duran arkadaşım, “Buyurun,” dedi “kime bakmıştınız?” “Aşı olacaktım ama aşı odasında kimse yok,” dedi, “neden yerinde değil?” Her zamanki gibi buyurgan ve küstahtı. “Acildedir,” dedi arkadaşım. “Bazen oraya geçmesi gerekiyor. Ne aşısı olacaktınız?” diye sordu.“Kuduz aşısı. Köpek ısırdı.” Hayret dedim içimden it iti ısırmaz derler ama bunu ısırmış. “Bir kontrol edeyim,” dedi arkadaşım, “girişiniz yapılmış mı?” “Neyi kontrol edeceksiniz,” dedi, “acildeki doktor yolladı beni. Hadi uzatmayın hemen bulun şu aşı yapacak olan kişiyi.” Arkadaşım onu dinlemedi bile hemen bilgisayardan baktı .“Adınız nedir?” dedi. “Emin Tahsin Terzioğlu,” dedi gururla, sanki Tanzimat dönemi ünlü bir yazarın adıymış gibi kasıldı. Bazıları kısaca E.T. derdi, bazıları da uzatarak İ.E.T.T derdi. Muhtemelen İ bir küfürdü. Seçimlerden hemen sonra iktidar değişince iyi kalpli müdürümüzü alıp bu nursuz herifi getirdiler tepemize.
Arkadaşım, “Adınız görünmüyor ben girişinizi yapayım,” dedi. Gene kızdı, “Nasıl görünmüyor?” “Yapılmamış, demek ki hasta yoğunluğundan dolayı gözden kaçmış?” “Ne biçim hastane burası?” dedi, “tatil beldesi diye herkes tatil mi yapıyor burada? Böyle bir şey gözden kaçar mı?” “Olabilir,” dedi arkadaşım. “Hepimiz insanız hata yapabiliriz. Neden bu kadar sinirlisiniz?” “Adrenalin,” dedi, “ben adrenalin severim öyle mıymıntılıktan hoşlanmam.” “Fazla adrenalin sağlığınız için tehlikeli,” dedi arkadaşım. “Sakin olun biraz.” “Neyse,” dedi “çok uzatmayın hemen bulun şu görevliyi aşı odasına gelsin.” “Tamam,” dedi arkadaşım, “ben şimdi arayacağım siz aşı odasına geçin lütfen.” “Yav zaten oradan geliyorum bir daha niye bekleyeyim orada.” Ben başım önde bu adamın adiliklerini hatırlarken birden saçlarımı hızla geriye atarak “Tamam,” dedim, “ben yaparım. Beyefendiyi bekletmeyelim.” Arkadaşım benim ani hareketime şaşkın şaşkın bakarken, “Hah şöyle yola gelin.” dedi. “Sonunda beni anlayan biri çıktı.” Aşı odasına doğru yürürken “Ne zaman ısırdı ?” dedim “Bir saat olmuştur,” dedi. “Kanama oldu mu peki?” “Yok, olmadı. Sadece diş izleri var.” “İyi o zaman,” dedim. “Çok ciddi bir durum yok gibi görünüyor.” “Öyle olmasa doktor beni niye yollasın? “Tedbir amaçlı yollamıştır.” “Zaten kudurmuşsun kuduracağın kadar” “Ne dedin anlamadım” dedi “İlçemizdeki bütün köpekler aşılı,” dedim bağırarak. “Sen hariç” “Kızım yüksek sesle konuşsana. Neyse fazla vakit kaybetmeyelim.” “Merak etmeyin bir saatte bir şey olmaz, yetmiş iki saat içinde aşı olunca bir sorun yok.” “Olsun işim gücüm var benim bütün günümü burada geçiremem, hemen yap ne yapacaksan.”
Beni tanımadı. Saçlarım yine dağınıktı, hem de daha uzun, biraz da kilo aldım gözlük olunca da hiç tanıyamadı. Aradan neredeyse yirmi beş yıl geçti ben kırk iki yaşına geldim o da emekli olunca buraya yerleşmiş, alışmış asalak gibi yaşamaya bir türlü buradan vazgeçemiyor. O zamanlar da böyle eser gürlerdi. Bayrak törenlerinde saçı uzun gariban çocuklarını konuştuğu kürsüye çıkarır tokatlardı. Ama lokantalarında yediği içtiği uzun saçlı zengin çocuklarına dokunmazdı. Okul sonuna doğru saçlarımı uçlarında kestirdim ve toplama gereği duymadım. Bayrak töreninde görmedi ama koridorda sınıfa girerken “Sen saçını niye toplamadın?” diye bağırdı, ben de “Kısa olduğu için toplamadım.” Zaten hazırmış birden kuduz köpek gibi üstüme saldırdı attığı tokadın etkisiyle gözümün önünde şimşek çaktı, o kadar hızlı vurdu ki tokadın şiddetinden başımı koridorun duvarına çarptım sersemleyip yere düştüm bir anda koridorda hiç kimse kalmadı. En sevdiği şeydi birden dövmek ya da birden bağırmak. İnsanların korkudan şaşkınlığa uğramasından büyük bir zevk duyardı. Yeni gelen zavallı stajyer öğretmenleri odasına çağırır bas bas bağırırdı biz ta koridordan duyardık sesini. Hepsi de ağlayarak çıkardı odasından. Bir tek yaşlı beyaz saçlı matematik öğretmenine bağırmazdı. Saygı duyduğundan değil ama ondan çekinirdi her nedense. İşte bu matematik öğretmeni koluma girdi yüzümü yıkadı “Üzülme kızım,” dedi. “Her şey gelip geçici bu dünyada. Kimsenin yaptığı yanına kalmaz. O da zamanı geldiğinde gelip geçecek ve ondan geriye hiçbir şey kalmayacak.”
Okula iki ay gelmeyen arkadaşımızın devamsızlıktan kalmadığını görünce şaşırdık. “Neden kalsın?” dedi sınıf arkadaşım “Kızın babasının yazlığı var, bazen orada kalıyor bedavadan yiyip içiyor. Sadece o değil, dışarıdan gelen bir sürü yazlıkçı zengin çocuğuna sahte diploma veriyormuş.” “Yoksa öyle üç yılda yazlık ve son model otomobil alınmaz.” “İyi de bütün bunları nereden biliyorsun?” dedim. “Babam emlakçi,” dedi, “kasabada ne olup bittiğini, kimin girip çıktığını bilir.” Bir gün okulda kavga çıktı. Bir çocuğu iki çocuk birden fena halde dövdü. Ama dayak atan çocuklar hiçbir disiplin cezası almadı. Bu da yetmezmiş gibi dayak yiyen çocuk okuldan atıldı. Çocuk yan sınıftandı, başka bir şehirden kasabamıza gelmişlerdi. Bu kuduzun söylediğine göre suçlu dayak yiyen çocukmuş çünkü diğer çocukları kavga etmek için o tahrik etmiş. Dövenler onun ispiyoncularıydı. Okulda böyle kendi hemşerilerinden ispiyoncular ağı kurmuştu buna bazı öğretmenlerde dâhildi. Ne konuşsak hafta başı yaptığı uzun konuşmalarda hemen bize söylerdi: “Duyduğuma göre bazı kendini bilmezler beni şikâyet edeceklermiş edin ulan etmezseniz şerefsizsiniz.” Kimse edemezdi tabi. Arkasının sağlam olduğunu herkes bilirdi. Bazen kısa boylu tombul sekreteriyle ortadan kaybolurdu. Hemen bizim kasabanın karşısındaki Yunan adalarından birinde olduğunu herkes bilirdi. Okuldakiler bir müddet rahat ederlerdi. Okula bir canlılık gelir, bütün öğretmenler öğrenciler mutluluktan gülümserlerdi. Geldiği zaman hemen esip gürlemeye başlar, bayrak törenlerinde seçtiği arkası kuvvetli olmayan zavallı kurbanına bağırır çağırır bazen de bütün okulun önünde döverdi, çok kızarsa sınıfa sokmaz gerisin geriye evine yollardı. Bir gün bir kız arkadaşım içine pembe bir içlik giydiği için delirdi, renkli içlik giymek yasakmış. E tabi her şey renksiz olmalı yoksa eğitim öğretim aksar.
“Sen buralı mısın?” dedi bana “Evet,” dedim. “Eşin de buralı mı?” dedi elimdeki yüzüğe bakarak. “Hayır,” dedim. “Hanım köylü desene,” dedi. “Bir kadının yeri eşinin memleketi olmalı. Karısının memleketine yerleşen adamdan hayır gelmez.” “Tayini buraya çıkmış ne yapsın?” “Siz buralı mısınız?” dedim bilmiyormuş gibi yaparak. “Hayır,” dedi. “Ama uzun yıllardır burada yaşıyorum. Emekli olunca buraya yerleştim.” Yalnız olduğunu tahmin ediyordum daha biz öğrenciyken eşinden ayrılmıştı. Oğlu da yurt dışında yaşıyordu. Belki bir yardımcı tutmuştur ama hangi insan ona tahammül edebilir ki? Ben iğneyi hazırlarken sabırsızlandı gene söylenmeye başladı. “Tamam, hazır,” dedim. Önce sağ omzunu açtı, şeker hastası olduğunu bildiğimden ona uygun bir iğne yaptım. “Şimdi de öbürünü açın.” “Ne?” dedi, “iki tane mi olucam?” “Evet,” dedim. “ilk seferde böyle olmanız lazım, biri tetanos öbürü kuduz aşısı.” Sonra da öbür omuzun açtı ona da kalbini hızlandıracak bir iğne yaptım. Madem adrenalin seviyor görsün bakalım adrenalin nasıl oluyormuş. O sırada eşim geldi kafasını kapıdan uzattı “Ne yapıyorsun burada sen?” dedi. O da dönüp “Görmüyor musun aşı yapıyor.” Eşim bana kaş göz işareti yaptı, senin işin değil bu demek istiyordu. Ben de anlamamış gibi yaparak, “Tamam tamam hemen geliyorum.” dedim. Aşı kartını aldım yaptığım aşıları işaretledim. “Geçmiş olsun, bundan sonraki aşınız üç gün sonra,” dedim. “Tamam,” dedi atletini giyerken. Sonra aşı kartını verdim. Tam çıkarken “İçki içsem bir şey olur mu?” diye sordu. “İçmeyin. Hele viski rakı gibi alkol oranı yüksek içkilerden hiç içmeyin,” dedim. Sonra hızla çıkıp gitti.
Üçüncü gün hastaneye geldi ama aşı için değil. Evine gelen temizlikçi kapıyı açmayınca polise haber vermiş. İçeride ölü bulmuşlar. Masasında bir tane boş şarap şişesi bulmuşlar, ben sert içki içmeyin dedim ya o da uyanıklık yapmış şarap içmiş. Bizim hastanenin genç doktoru ölümü şüpheli bulmadı; kullandığı ilaçları kontrol etti. Kalp ilaçları kullanıyormuş. Kalp krizi geçirdiğine dair bir rapor yazarak hemen defin iznini verdi. Cenazesine ne eski karısı ne de oğlu geldi. Eski meslektaşlarından, eski öğrencilerinden, eski yalakalarından, tombul sekreterinden hiçbiri cenazeye katılmadı Kedisi ölen yaşlı komşumuzun kedisi için yaptığı cenaze töreni bile onunkinden daha kalabalıktı. Ara sıra evini temizleyen kadını sorguya çektiler, sonra da serbest bıraktılar. Bir hafta içinde unutuldu gitti. Sanki hiç yaşamamış gibi. Bundan sonra hiç kimseye bağırıp çağıramayacak. Hastanenin bahçesinden cenaze törenini seyrederken eşim gözümün içine baktı, bir şeyler olduğunu seziyordu ama tam olarak da açıklayamıyordu. “Her şey gelip geçici bu dünyada,” dedim. “Bu dünya kimseye kalmaz. Bir bakmışsın püf… Geriye hiçbir şey kalmamış.” Bir şey anlamadı soran gözlerle yüzüme baktı. Hiç pişman değilim. O saçı uzun diye herkesin önünde dövdüğü gariban çocukların ve haksız yere okuldan attığı o zavallı çocuğun intikamını aldığım için mutluyum. Bazı insanların cezalandırıldığını görmek için ilahi adaleti beklemeye gerek yok.
edebiyathaber.net (31 Ekim 2023)