Askeri lise sınavlarına başvurduğumuz andan itibaren, sanki sadece spor sınavına girecekmişçesine ders çalışmaktan çok spor yapmaya başlamıştık. Cesaret, güç ve atiklik aramızdaki tek geçer akçe olmuştu. Topluca dershaneden kaçtığımız bir cumartesi, biraz komando idmanı –kendimizce- yapıp ardından da tek kale maç yaptıktan sonra sırtımızı duvara yaslamış oturuyorduk. Sıcaktan börtmüş nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Allah’ım bu nasıl bir sıcak. Resmen Haziran görünümlü bir Mart! Dershaneye gitsem bundan iyiydi!
Osman, cep harçlığını arkadaşları için harcama konusunda en cömerdimiz olan Ferman’a “Fero, git bir şişe su al len!” diye seslendi. Vazifesini algılayan Ferman, oturduğu yerde yüz üstü yere yattı ve bir şınav çekip zıplayarak ayağa kalktı.
Elinde bir litre su ile gelen Ferman, şişenin kapağını açıp birkaç yudum içtikten sonra, şişeyi, aramızda cüssece en iri olan Hüseyin’e attı: “Al lan ayı. Susamışsındır.” Ağızdan ağza dolaşan su yetmemişti. Şişeyi alan Kerim, müstakil bir evin bahçe duvarından atlayarak içeri girdi. “Orada birine yakalansa başımız belaya girecek,” dedim. Osman, istekli bir biçimde “Yakalanır inşallah da biraz adam döveriz,” deyince Cemal sırıtarak ekledi: “İnşallah bir kadın çıkar da milli oluruz,” Her kahkahası göbeğinde de yankılanan Hüseyin, “Acık stres atarız.”
Zaten dershaneden kaçtık, bir de haneye tecavüz! Tabi bunların tuzu kuru. Narlıdereli olduğum için beni herkes tanır. Bir halt olsa akşama babamda… Neyse ki Kerim duvarı aştı ve yanımıza geldi. Az önce Ferman’ın kestiği pozu tekrar ederek şişeyi açtı ve içmeye başladı. Hüseyin dalga geçerek: “Salak! sen niye orada içmedin, burada suyu bitiriyorsun.” Bir anda gelen gülmenin etkisi ile ağzından akan sulara engel olamayan Kerim, “Ne bileyim (…) koyayım.”
Şişe tekrar ağızdan ağza dolaştı. Benim susuzluğum tam olarak gitmediği halde tekrar su getirilmesini göze alamadığım için ses çıkarmadım. Osman, “Ben acıktım. Hadi Kipa’ya gidelim,” deyince tanıdık biri görür korkusu ile etrafı kolaçan ederek durağa gittik ve yola çıktık. Aynı korku alışveriş merkezinde de devam ettiği için, her yeri beyaz ışıklarla kaplı reyonların arasında yürürken, yakın uzak herkesin yüzünü tarıyordum. Dershaneden kaçtığım belli olmamalıydı.
Üçe bölündük, herkes bir şeyler çalacaktı. Ben Osman ile gidiyordum. Ne çalsak diye etrafta gezinirken meyveli yoğurtların başındaki Hüseyin ve Kerim’i gördük. İkisi de ceplerine küçük kutulardaki meyveli yoğurtlardan dolduruyordu. Bizim seyrettiğimizi gören Kerim, şebeklik yapacak ya, bir kutuyu da pantolonun fermuarını açarak bacak arasına attı. İkisi birden gülerek yanımıza geldi ve dışarıda buluşmak üzere yanımızdan ayrıldı. Yoğurdun soğukluğundan olsa gerek, Kerim paytak paytak yürüyordu. Ben de Osman’la çağla bademlerin olduğu kısma doğru ilerledim. Henüz çıkan bademlerin yüksek fiyatlı olmasından olsa gerek etraf biraz sakindi. Önce birkaç tane ağzımıza attık. Osman “Beğenirsek alalım” diyerek gülüyordu. Sonra Osman’ın ceplerine badem attığını gördüm. Sıra bendeydi. Cebime götürmek daha fazla dikkat çeker diye, elimi bademlerin arasına soktum ve parmaklarımla eşofmanımın lastikli kollarından içeri doğru bademleri ittirmeye başladım. Tedirgindim, ama muzip bir şey yapmanın verdiği keyifle gülümsememe de engel olamıyordum. Ceplerini dolduran Osman, “Hadi çıkalım” dedi ve en yakın çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladık. Artık tek odak noktam çıkış kapısı olduğu için yanımıza yaklaşan güvenlik görevlisini fark etmedim bile. “Bakar mısınız?” O an nutkum tutuldu. Demek ki buraya kadarmış. Belki de başka bir şey söyleyecektir. “Az önce badem alırken görülmüşsünüz.” Babam duyarsa mahveder. Bunu atlatalım, bir daha bir şey çalmak yok. Allah’ım söz veriyorum. Yardım et lütfen!Öylece adamın yüzüne bakıyordum. Diyecek hiçbir şey bulamamıştım. Osman, onu hiç görmediğim kadar kibar bir ses tonuyla “Tadımlık aldık abi,” dedi. Çocuk en azından bir şey söyledi. Bana kalsa “Özür dilerim abi,” diyerek itiraf ederdim. Güvenlik iddiayı bir adım ileri taşıdı, “Peki onlardan bazıları sizin ceplerinize girmiş olmasın?”
“Olmasın! Yok, hayır. Sadece tattık.” Osman’ın az önceki kibar yanıtından cesaret almıştım. Güvenlik dikkatlice gözlerimize bakarak “Peki üstünüzü aradığımda bulursam!” deyince refleksle kollarımı havaya kaldırdım ve “Buyurun arayın” dedim. Kollarımdaki bademler omuzlarıma doğru yuvarlanmaya başladı. Allah’tan eşofmanımın bel tarafı da lastikliydi. Kollarımdan gövdeme kadar düşen bademlerin yerlere dökülmesini hiç istemezdim. Güvenlik görevlisi bir süre öylece durarak beni süzdü. Bense teslim olan bir suçlu gibi ellerim havada bekliyordum. Gövdeme dokunsa yanarım. Allah’ım ne olur bu son… Söz veriyorum bu son. Sicilime işlense askeri liseye giremem. İşsiz kalırım, iş bulma kurumunda yıllarca sıra beklerim. Babam duysa eve gidemem…
Güvenlik bir süre daha beni süzdükten sonra “Demek yanlışlık olmuş. Bir daha tadımlık alırken de çok abartmayın,” diyerek uzaklaştı. O sırada bir süredir bizi gözleyen Ferman ve Cemal yanımıza geldi. Ne olduğunu sordular. Girdiği çatışmadan çizik bile almadan çıkan bir istihbarat görevlisi havasıyla, “Adam ararım dedi. Dedim gel ara. Kaldırdım kollarımı. Böyle yapınca inandı gitti.” Cemal, “Oğlum… Adam yürek yemiş!” dedi. Ellerimi iki yana açarak “Yapacak bir şey yok. Biz de böyle birader,” dedim. “Peki, siz ne çaldınız len?” Ferman “Salamla peynir aldık. Hadi çıkıp yiyelim.” dedi ve Kerim ve Hüseyin’i bulmak için çıkış kapısına doğru yürümeye başladık.
Allah’ım söz veriyorum bir daha yapmayacağım. Âmin.
edebiyathaber.net (14 Eylül 2021)