Öncekilerden farksız bir gecede oturmuş içiyorum. Balkon karanlık, karşı apartman dairelerinden birkaçının ışıkları yanıyor, uzaklarda da sokak lambaları… Ziftleniyorum, diye geçiriyorum içimden. Yeniden, kimseyle konuşmak istemediğimi fark ediyorum. Düşüncelerimi kirli sarıya boyayan o katranı kusamıyorum. Hiç arkadaşım kalmadı, çünkü tümünü tekrar eden bunaltıcı davranışlarım ve hakaretlerimle kaçırdım. Bundan bir çeşit haz duyuyorum, yapmam gerekeni yapmış olmanın tuhaf gururu.
Birkaç kadeh içtikten sonra midem bulanmaya başlıyor. Gecenin sonuna geldiğimi işaret eden, beni boş yatağıma postalayacak bir hissiyat. Oysa bardağımı henüz doldurmuşum, içip bitirmem ve bir parça olsun esrikliğin tadına varmam gerektiğine karar veriyorum. Hızla yerimden kalkıp mutfağa yollanıyor ve çeyrek ekmeğin arasına krem peynir sürüyor, buzdolabında bulduğum küp şeklinde doğranmış salatalık turşularını ekliyorum. Ağzımın suyu akıyor, yalnızca sıvılardan oluşan bir deryaya dönmüş midem bir katığa kavuşmanın telaşında.
Yeniden balkondayım, ilk ısırıklarımı aldım. Berbat bir tat, içtiğim ne kadar güzelse yediğim aynı ölçüde çirkin, diye düşünüyorum. Krem peynir mi salatalık turşusu mu gereğinden fazla ekşi, anlayamıyorum. Yerde bir şeyin hareket ettiğini görüyorum. Ne olduğunu umursamamak daha doğru olur, diyorum kendime, keyfimi kaçıracak herhangi bir şeyle karşılaşmak istemiyorum. Ancak o şey, hızla yürüyor, bazen de durup saniyeler boyunca bekliyor. Bana baktığını hissediyorum. Bana baktığını ve hareketlerini sıradaki hamleme göre tasarladığını. Telefonumun ışığını açıp sandalyemden kalkmadan, son durduğu yere tutuyorum. Bir böcek bu, hamamböceğini andırsa da değil, fosforlu, kızıl bir gövdesi ve bir yırtıcınınkileri andıran kıskaçları var. O kıskaçların zamanı geldiğinde öldürücü bıçaklara dönüştüğünü hayal ediyorum.
Kalkıp kaptığım sandalyenin ayaklarıyla yukarıdan aşağıya var gücümle vurarak onu ezmeye çalışıyorum ancak her denememde hızlı refleksleriyle kaçmayı başarıyor. Pes ediyorum, bir nevi yarı tanrı olarak, yaşamasına izin veriyorum. Yerime oturduğumda bakışları halen üzerimde, az önce yaptıklarımdan ötürü bana kızgın ancak minik gözlerinde merhamet, bununla birlikte affetmeye yakın bir hâl var. Acaba diye düşünüyorum, onunla arkadaş olabilir miyim? Her gece burada içerken yanıma gelir ve hiç konuşmasak da anlaşırız. İkimiz de gecenin yaratıklarıyız, diye fısıldıyorum. Gündüzleri kuytu köşelerde saklanır ve güneşin batışını beklersin. Karanlık çöktüğünde yeniden belirirsin. Kim bilir belki zamanla bana güvenirsin ve masaya tırmanırsın, kadehlerimizi tokuştururken sessizliğin tadını çıkarırız.
Temizlikçinin ertesi gün gelip, ortalığı temizlerken ona rastlayabileceği düşüncesi aklıma gelince rahatsız oluyorum. Hiç acımadan öldürebilir, öldürüp de o hiç var olmamış gibi çöpe ya da balkonun giderine atabilir. Bu yüzden onu burada yaşamaya ikna etmeye çalışmaktan vazgeçiyorum. Bana hak verdiğini tahmin ediyorum, belki de sen Gregor Samsa’sın, diyorum ona, böyle akıllı ve hissiyatlı oluşuna bir mantıklı açıklama bulmaya çabalarken. O cehennemi evden sağ kurtulmayı başarıp buralara kadar gelmişsin. Bir başka yüzyıldan diğerine değin. Öylesin veya değilsin, bunun hiçbir önemi yok.
Çeyrek ekmeğimden bir parça koparıp önüne atıyorum. Tam üç dakika süresince yiyeceği izliyor ve sonunda bir sorun olmadığını düşünüp yaklaşıyor. Ekmeğin dibinde artık, yemeğe başlıyor. Uzun süredir ağzına bir lokma koymamış gibi görünüyor. Boyutlarına göre hiç de yavaş yemiyor. Bitirince bir parça daha veriyorum. Ama ona bakmıyor bile. Çünkü bakışları benim gözlerime sabitlenmiş. Hiçbir şey söylemiyorsa da bana teşekkür ettiğini duyuyorum. Keyiflenip içkimi bitiriyorum. Midem rahatlamış. Arzuladığım esrikliğe kavuşmuşum. Üstelik bir de arkadaş edinmişim. Hiçbir şey anlatmam, hiçbir şey paylaşmam gerekmeyen bir arkadaş. Bir gecelik olsa bile gelmiş ve beni şenlendirmeyi başarmış.
Dolaptan salam, sucuk gibi bir şeyler alıp sunmayı tasarlarken, yere baktığımda onu göremiyorum. Telefonun ışığını her tarafa tutuyorum, köşelere, masanın, sandalyelerin altına; yok. Bir haber vermeden mi gittin, diyorum. Hiçbir yanıt işitmiyorum. Belki yarın yeniden gelir ve minik bir ekmek parçasıyla karnını doyururum, diye düşünüyorum.
edebiyathaber.net (23 Şubat 2023)