Ben bu binaların önünden yıllar evvel de geçtim. Haftalar evvel de… Günler evvel hatta daha dün de. Aslında ben hep, bir ömür, bu binaların önünden geçtim. Kimi dolmuşla, kimi otobüsle kimi yayan. Kimi uykulu yorgun kimi telaşlı. Cama yaslayıp kafamı uyusam şu çocuk gibi. Nasıl uyur insan öyle, kafası tıngır tıngır vururken cama? Yorgunluktansa benim kadar kim yorgundur ki. Hem bin tane kafanın değdiği yere nasıl da rahat dayayıveriyorlar başlarını. Ben dayamam, sen dayarsın. Anında da uyursun. Senin ellerin her yere dokunabilir; tiksinmezsin, çekinmezsin. Ellerin bu yüzden dışarıdan gelince hep nikotin, demir ve hoşa gitmeyen binbir çeşit şey kokar. Allah’tan yıkarsın eve girince ilk iş. Yoksa dokunmam o ellere sabun kokana kadar. Bu rahatlığın, pervasızlığın belki şeytan tüyün senin. Kulaklığı takmış uyuyor mu gerçekten? Ben de takayım, olur belki. Bir müzik seçmek gerek. Ruhu da aklı da yormayacak, insanı düşünceye boğmayacak bir şey. Lisedeyken törende gösteri yaptığımız bir müzik vardı, hiç unutmam: Bolero. Tekrarlanan bir melodi. Bir bunun adını bilirim zaten. Çok da açmamalı ki kaçırmamalı durağı. Şu adam bana bakıyor. Hayır bakmıyor sanırım. Arkadakine bakıyordur. Neden baksın bu yorgun yüze? Belki yorgunluğuma bir sebep arıyordur. Ona neyse! Bari eğeyim başımı biraz. Kızın dizleri üzerinde renk renk tırnaklar. Her biri ayrı renk. Birkaçında çiçek birkaçında kuş motifi var. Hangi duraktayız? BU İSTASYON İZBAN’I KULLANACAK YOLCULARIMIZ İÇİN AKTARMA İSTASYONUDUR. THİS STATİON İS THE TRANS…. Demek HALKAPINAR. Kim boyar bu tırnakları, bu nasıl bir iştir? Ben neden böyle değilim. Değildim. Oldum mu gençken yoksa? Normal olan kim? Biraz uyusam. Kulağımda müzik, kirpiklerimin arasında renkli kuşları ve çiçekleri kızın. Başımı kaldırıp baksam mı kızın yüzüne nasıl biri diye. Gerek yok, anlam çıkarmasın kimse. Ayakta telefonla konuşan kadının sesi kulağımdaki müziği bastırıyor. Benimki seninkini hiç bastırmadı. İzin vermedin buna. Hiç uyarmadın aslında beni. Hiç karşı çıkmadım sana. Nasıl oldu ben de anlamadım ama oldu. Sessiz biri de değildim üstelik. Çiçekli ellerin sahibi kalktı, inecek. Yüksek sesle konuşan kadın oturmaz umarım. Yaşlı bir adam. Ter kokulu. İhtiyar kokulu. Yaş ayrımcılığı diyorlar buna. Desinler. Gerçek bu. Kokuyor. Eskiden en çok garajlarda, 302’lerde daha çok da ford dolmuşlarda gördüğüm amcalardan. İçlerine yaz kış el örgüsü süveter giyen kasketli, bıyıklı ve bol nikotinli. 70’lerden çıkıp gelmiş gibi. Karısı var mıdır acaba, kim bilir nasıl sesleniyordur ona. Karısı konuşuyor mudur yanında, süsleniyor mudur bir vakitler kocasına? Ne yer ne içerler özel günlerinde bu insanlar? Artık neyse özel günleri. Bayram belki. O zaman baklava en iyi ihtimal. Düğün dernekse keşkek. Horoz eti mi kuzu eti mi? Elbette kuzu eti. Biz hep kuzu eti yeriz sen öyle istersin çünkü dana etini sevmezsin, almayız. Pırasayı hep zeytin yağlı bezelyeyi patatessiz yeriz sonra bir de dışarıda yiyeceksek sen karar veririsin o akşama en uygun düşecek yemeğin ne olacağına. Sonra mutlu mesut döneriz eve çünkü öyle dönmeliyiz. Amcanın nefesi burnuma doluyor başımı eğip bu kokulu esintiden kurtulmalıyım. Birazcık olsun uyku… Arkamdaki adam kolunu karısının boynuna dolarken benim saçları da kıstırdı kolunun altına. Bu sıkışıklıkta bu sevgi gösterisi ne gereksiz, çekiştirsem. Sertçe çekmek gerek, anlar sanırım. İZMİRSPOR’a üç durak var, üç duraklık uyku da yeter bana. Yanımdaki kalktı, amca karşımdan yanıma geçti ters geliyor kimisine geri geri gitmek. Sen de sevmezsin, miden bulanır hep. Kusmasın da üstüme. Belki de ben kusarım onun üstüne, prostatı zorluyor epey anlaşılan amcayı. Yaşlanınca sen nasıl olacaksın bakalım. Şimdi kuyruk dik. Sırtın gibi. Önümde yürürken izledim seni geçen gün pazarda. Domatesleri seçişindeki kararlılığına, biberleri, patlıcanları elinle tartışına, kavun seçerkenki ciddiyetine baktım bir elimde cüzdanım bir elimde senin seçtiğin yeşilliklerle. Tepene dikili bir mezar taşı gibi baktım sana kaskatı. Elimde kalan son kadınlık alanımı alışının keyfini çıkarıyormuşsun gibi geldi, poşette yeşillikler soldu sanki. Bir maaşının olmaması değil mesele. İşsizliğini kanıksadığına eksiğini kapatmak için beni sindirmeye çalıştığına inandım sen alışveriş ederken. Biliyorsun, ben tırnaklarımı hiç rengarenk boyamadım, ben tırnaklarımı hiç boyamadım, hiç uzatmadım, hiç kına da yakmadım, hiç özel bir günü, bir şeyi kutlamadım. Bizim bayramlarımız da olmadı üç beş yılımızdan sonra. Hiç özel hissetmedim. Beraber okuduk, gezdik, nişanlandık, evlendik, çocuk sahibi olduk hiçbirini özel kılmadık. Artık herkesin her şeyi çok özel. Biraz uyusam…….
Çoktan terk edilmiş bir eve girmişim. Çoktan terk edilmiş evine girmişim ailemin. Çoktan terk edilmiş çocukluğumdayım. Perdelerin loşluğunda eşyanın tozu gibi geziyorum odaları. Küçüğüm epey. Sanki film karesi gibi gelip geçiyor kardeşlerim gözümün önünden, annem ve babamın sesleri geliyor mutfaktan. Elimle çiçek çiziyorum sehpanın tozlarına. Ağzımda karamela şekeri. Eridikçe acılaşıyor. Radyoda aynı müzik dönüp duruyor. Annemlere sesleniyorum, ben seslendikçe müziğin de sesi artıyor. Duyuramıyorum. Yoldan bir tren geçiyor yetmezmiş gibi hızla. Bütün ev hızla bir sallanıp “TAK!” diye duruyor.
Vinil zemine aralanıyor gözlerim. Çaprazdaki kulaklıklı çocuk gitmiş, amcanınsa kokusu kalmış, kadın hâlâ telefonda. GELECEK DURAK FAHRETTİN ALTAY
Yine aynı film. Yine vakitsiz, hesaba uymayan uyku. Karşıya geçip ters yöne binerken iyiden açılır uykum ki bu iyi. Durağı kaçırmamalı bu sefer. Fakat yine de oturmalı. İş çıkışı olsun oturabilmeli bir atölye şefi. Üstelik yer bulmak zor, iş çıkışı. Yerimi ne zaman buldum hayatta. Bir boş yer, küçük popomu sığdıracak bir boş yer, bir küçük boş yer, bir küçücük 36 beden popoluk yer lazım şimdi bana. Bu beyaz gömlekli, eli çantalılar ne işler yaparlar, hangi bürolardan çıkıp hangi evlere hangi yataklara girerler, her akşam kime sürünürler bu kokuları? Bütün gün bu kadınlar nasıl vakit bulurlar bunca makyaja, bütün gün nasıl gezinirler o ayakkabılarının sipsivri burunlarıyla? Şu koca memeli teyze biliyorum şimdi gelip benim tam arkama geçecek, bu sıcakta koca memelerini benim belime yükleyecek. Zaten ne varsa yüklenen bu koca memeli, geleneksel teyzelerin ait olduğu sistemden yükleniyor üstüme. Aslında bundan çok da emin değilim ama taşımak niyetinde de değilim onu. Biraz sıkışıp geçmeli ileri en azından gençler yıkılmaz insanın üstüne neşeleri açar belki uykumu. POLİGON. İşte küçük bir yer boşaldı cama paralel, yan oturmak gerekecek. İki adamın arası. Sen olsan oturtmazsın ama oturdum. Oturtmazsın sanki çok ilgiliymişsin gibi. Kendi şanına leke mi gelir, erkekliğine halel mi! Sen varsan zaten ben de niyetlenmem hiç oturmaya bilirim çünkü seni ama şimdi yoksun, oturdum. Biri iri kıyım biri minyon. İri kıyımın yaşı var epey. Takım elbisesi de aynı yaşta gibi. Minyon olan daha genç, ondan daha iyi giyimli markalı, hoş kokulu bir şey. Bilekleri boncuklu, elinde telefonu tespih gibi. İkisi de senin kalemin değil, ikisi de benim kalemim değil. Benim kalemim kim peki, sen misin? Uydun mu, uyduk mu? Bunca yıl. Uydun demek ki. Uydun mu uydun mu uydunnnn….
Kına gecesinde mahallede eğleniyoruz, çekirdek çitliyor erkekler duvarın tepesinde. Avlu kadın dolu her yaştan. Herkes şıkır şıkır. Ben kınalatmak istemiyorum elimi. Sanıyorlar ki altın istiyorum. Âdet öyle diye biri gelip altın koyulması gerektiğini hatırlatıyor kayınvalidem olacak kadına. Sen üzerinde beyaz gömleğin elinde çantanla atlıyorsun duvardan. Mis gibi bir koku yayılıyor üstünden avluya tüm kokuları bastıran. Bağırıyorsun “Hayır!” diyorsun “Kına sevmez benim müstakbel eşim. Renk renk oje lazım oje!” Ortalık karışıyor. Herkes şaşkın şakın bakıp birbirine soruyor duyduklarını. Kimse anlam veremiyor. Ben bir tek mutluyum kırmızı örtümün altında. Şaşkın ama mutluyum. Elini uzatıyorsun bana, kokun biraz sabunsu biraz deniz gibi. Burnuma doluyor, el ele dans ediyoruz. Annenin elinde bir yarım altın, gözleri belermiş bakıyor öylece. Sonra kokun, kokun, kokun…
Yanımdaki minyon, deniz kokusunu savurarak kalkarken bacağıma çarpıyor yanlışlıkla. Tam o an sana baktığımı sanıp “kokun” diyorum. Minyon, gülümseyerek KONAK diyor. Kulaklığı gösterip gülümsüyorum. Kaçıncı kezdir döndüğünü bilmediğim Bolero’yu susturup şoförün “Yine mi abla?” demesine aldırmadan dolmuşa atlamak en iyisi.
*İzmir Metrosu; F. Altay, Poligon, Göztepe, Hatay, İzmirspor, Üçyol, Konak, Çankaya, Basmane, Hilal,
Halkapınar, Stadyum, Sanayi, Bölge, Bornova, Ege Üniversitesi, Evka 3 istasyonları ile hizmet vermektedir.
edebiyathaber.net (22 Temmuz 2023)