Sevgiyle büyütülmüş bir çocuktum. Her zaman el üstünde tutuldum. Şımartıldım. Her hatam mazur görüldü. Affedildi. Karşılığını iyi kötü verdiğimi düşünüyorum. Ortaokulda sigara içmeye başlamadım. Okula giderken ruj sürmedim, üniformamın eteklerini gizli gizli kısaltmadım. Hoş bunları yapanlara özenmedim değil.
On dört yaşıma gelene kadar sözlü tacize uğramadım. Babamı kanserden kaybetmedim. Odamda yangın çıkmadı, elbise dolabının alevler içinde yandığına tanık olmadım. Sözün özü mutsuz olmak için hiçbir mazeretim yoktu. Babamdan bana oyuncak almasını istemezdim. Oyuncakçıda benim Barbie bebeklere baktığımı görürdü. Ertesi gün kucağında kocaman bir Barbie setiyle gelirdi eve.
Fakat ben her şeye rağmen mutsuzdum. Hala da öyleyim. Bunu nasıl başarabildiğimi inanın ben de bilmiyorum. Mutsuzluğumu derinden hissettiğim her an kökeninin çocukluğuma kadar indiğini hissediyorum. Bazen babamın evden çekip gidişi aklıma geliyor. Bazen de annemin beni ayıplayışı. O zor bir çocukluk geçirdiğini anlatırdı hep. Ona rağmen öğretmen olabildiğini. Benim çok şanslı olduğumu. Daha iyisini yapmam gerektiğini. Daha da iyisini…
Bana bol bol sorumluluk yüklüyordu. Altından kalktıkça yenileri geliyordu. Fakat bu sorumluluklar kısa sürede endişeye dönüştü. Artık evcilik oyununda bile huzursuz bir anne rolü biçiyordum kendime. Bebeklerim acaba ben çarşıdayken acıkmışlar mıydı? Ya pencereden düştüyseler? Ya halının püsküllerini yemeye kalkıp boğuldularsa?
Annem hep benden daha fazlasını bekledi. Sonunda kendimi yetersiz hissetmeye başladım. Annemin ve babamın sevgisine layık değildim. O halde? Sahi, nereye aittim?
Bu keşif, “kimsenin sevgisine layık olmamak” beni özgürleştirmişti. Artık sınıftaki şu “yellloz” kızlar arasına karışabilirdim. Ancak okul yıllarında şu zilli takımından olmak da pek kolay bir şey değildi. Öncelikle benim gibi hanım hanım olmakla ün salmış birini aralarına almak istemezlerdi. Yaz tatillerinde kumsalda erkeklerle fingirdemek, gözden ırak tenha köşelerde oynaşmak gerekiyordu. Benimse böyle şeyler kıpkırmızı kesilmeme, elimin ayağımın birbirine dolaşmasına sebep oluyordu. İnsan en çok bilmediğinden korkar derler ya, benim de erkeklerden ödüm kopuyordu.
“Sev ki mutlu olasın!” Peki ya sevmeyi bilmiyorsan? “İnsan en çok bilmediğinden korkar!” Evet, hayatım boyunca erkekleri yeterince tanımadım ve onlardan fellik fellik kaçtım. Sevgiyi, ayrılıkları hep kendi kendime yaşadım. Yeni yeni bir erkeğin yanında tedirgin olmamayı, onu ufak yollu kışkırtmayı öğrendiğimde ise artık evlenmiştim!
İnsan ne ararsa onu bulur derler. Ben hep mutluluğu aradım. Her seferinde acılarla karşılaştım. Sonunda şöyle bir güzel silkindim. Baktım elde var sek hüzün… Eh, ne demişler, insan elindekinin kıymetini bilmeli.
Bana ne kadar şanslı olduğum söylendi hep. “Bak, kocan seni ne kadar seviyor. İyi bir işi, parası da var. Şimdilerde bir de minnoş geldi aranıza!” Benim herkesten mutlu olmam gerekiyor, anlamına yorardım bu sözleri. Küçüklüğümden beri bu tip dayatmalar beni boğmuştur. Mutlu olmak zorunda mıyım?
Mutsuzluk beni her şeyden önce diri tutuyor. Hayata sıkı sıkı tutunmamı sağlıyor. Mutlu insanlara bakın, hepsi tembelin tekidir. Ha kedi, köpek, sincap; ha mutlu bir insan; hepsi bir benim gözümde.
Yanlış anlaşılmasın, dünyada bir mutsuz ben varım, demiyorum. Elbette benden başka da pek çok mutsuz insan, kadın vardır. Fakat onlar sır gibi saklarlar mutsuzluklarını. Ayıp bir şeymiş gibi utanırlar. Kendilerini mutlu göstermeye çalışırlar.
Siz hiç mutsuzluğu ile övünen kimse gördünüz mü? Görmediniz değil mi? Neden? Mutsuz insanlar mütevazidirler de ondan. Mutlular gibi olur olmadık yerlerde caka satmazlar. Cıvıtmazlar. Özenti ve yapmacık değillerdir.
Mutsuzlar çalışkandır, sorumluluk ve irade sahibidirler. Dedikodu etmezler, evli iken başka erkeklerle kırıştırmazlar. Ev işlerinden kaçmazlar, denkleştirdikleri üç kuruşu kocalarından gizli gizli yastık altı etmezler. Şimdi lütfen kusura bakmayın, konu kendim olduğunda hiç de alçak gönüllük yapmayacağım. Mutsuz olmaktan gurur duyduğumu burada haykıracağım! Hiçbir şeyden çekinmiyorum! Utanmıyorum! Ey ahali, iyi dinleyin, Mutsuzum! Gelin, varın kıskanın şimdi beni!
Acımı saklamıyorum. Evimde, yatağımın baş ucunda. Komşular, eş, dost, akraba, gelin hepiniz beni ziyaret edin. Mutsuzluğumu kutsayalım, kırmızı kurdelelerle, takılarla süsleyelim!
Hep güçlü bir kadın olmamı istedi annem. Güçlü bir kadın oldum da! Kendime biçilen bütün kadınlık ödevlerini bir bir yaptım. Evlendim, çocuk bile doğurdum. Şimdi bakıyorum da elde var koca bir sıfır.
Hayır, dokuz ay karnımda taşımadım bebeğimi. Doğduğumdan beri benimleydi. Onu tek başıma doğurdum. Doktor, kocanızı ameliyathaneye alabiliriz dedi de, Doktor Bey, dedim; gerekirse onun yerine sokaktan geçen herhangi bir adamı alınız ameliyathaneye, yeter ki o yanımda olmasın. Bütün erkeklere sevgim, hürmetim var; kocam hariç.
Bu kadarını söylemedim tabi. Doktor da olsa anlamaz, beni. Kadına bak der içinden, histerik nevroz!
***
İçerden sesi geliyor. O ağlıyor ciyak ciyak. Ne de çetin geçti doğum. Bir an bu meret beni öldürecek, dedim kendi kendime. Ya o ölecek ya ben. Oysa şimdi ikimiz de hayattayız. Birbirimize muhtacız. O varsa ben varım. Ben varsam o var.
edebiyathaber.net (24 Ekim 2024)