1
Temmuzdu.
Dayanılmaz bir sıcak vardı yüzünde bozkırın. Gün, kuşluğa delice at koşturuyordu. Sessizlik, Akdağ’da güneşlenen yılanlar gibiydi. Akdağ’a sırtını veren küçük köyün yüzü, birbirine sokulmuş hâlde fotoğrafçıya gülümseyerek poz veren palyaçolar gibi, güneşe dönüktü. Küçük köyün kapıları ve pencere kenarları ak boyalıydı.
2
Art arda iki defa patlayan tüfeğin korkunç sesi deprem etkisi yarattı. Sessizlik, Akdağ’da güneşlenen yılanlar gibi bir anda kayboldu.
Kuşlar, sıcaktan korunmak için tünedikleri ağaçlardan can havlıyla kanatlandı, öbek öbek.
Bir çığlık koptu birdenbire yürek paralayan.
Çığlık, durgun suya düşen taşın oluşturduğu ve giderek genişleyen daireler gibi, köyü sardı.
‘Çötür Ali’yi vurdular!’
‘Çötür Ali’yi vurdular!’
‘Boz atlı, kara giysili, yüzü peçeli katil Akdağ’a at sürüyor!
‘Katil kaçıyor! Atlarınıza binin! Tüfeklerinizi alın… Ne duruyorsunuz be çabuk olun, daha ne bekliyorsunuz Çötür Ali’yi vurdular!’
Dayanılmaz sıcağa kapanan kapılar açıldı. Yaşlı kadınlar, erkekler, genç kızlar, gelinler ve çocuklar koştular Çötür Alilerin evine. Çağrıya her evden uyanlar oldu.
İvedilikle atlara binildi. Tüfekler omuzlandı.
Akdağ’ın yolu tutuldu.
Ve atların kaldırdığı toz, ölü toprağı gibi çöktü üstüne köyün ve de gidenlerin ardından kederli gözlerle bakan köylülerin…
3
Muhtar, keşifçilerin gelmesi için ilçeye haberci göndermiş, Çötür Alilerin evine girenleri dışarı çıkarmış ve kapıya da Bekçi’yi bırakmıştı önceden.
Köylülerin sütkardeşi olan Çötür Ali’nin öldürülmesi avluda bekleyen her yaştan köylüyü üzmüştü.
Herkes endişeli ve öfkeliydi.
Kadınların ağıtları yeri göğü inletiyordu.
Erkekler ağlamaklı gözlerle birbirlerine bakıyordu.
Hiçbiri konuşmuyordu.
Ağızlar mühürlenmişti. Öylece duruyorlardı. ..
Katilin peşinden giden atlılar ümitsiz döndüler köye.
Yüzler kireç gibi beyaz, gözler çakmak çakmak ve öfkeli, kaşlar çatık, dudaklar birbirine kenetliydi.
Kara giysili, yüzü peçeli boz atlı sır olmuştu Akdağ’da.
Sessiz kalabalık, rüzgârın etkisiyle bir o yana, bir bu yana eğilen başaklar gibi dalgalandı. Sabırlar taştı.
Ve döküldü yüreklerindeki sorular dönen atlıların önüne. Dudaklardan dökülen sorular ateşten hançer olup saplandı ciğerlerine ümitsiz atlıların.
4
Güneş, son defa göz kırptı bozkıra.
Sonra da dağların arkasına ışıktan atını koşturdu. Gözden kayboldu.
Alacakaranlık giderek koyu bir karanlığa dönüştü.
Köy, uyumak için gözlerini yuman yorgun bir çocuk gibi, perdelerini örttü, ışıklarını söndürdü.
İlerleyen geceyle birlikte şiddetlenen bozkır soğuğuna karşı bir sigara yaktı Bekçi, yalnızdı. Geceyle birlikte herkes evine çekilmişti Çötür Alilerin avlusundan. Sigarasının ateşi yıldız gibi parlıyordu Bekçi’nin. Ve Bekçi’nin yalnızlığını paylaşıyordu, ama üşümesini engelleyemiyordu sigaranın ateşi. Bu yüzden Isınmak için avluda volta atan Bekçi, sonunda yoruldu; evin dış kapısına yakın durdu, kulak verdi içeriden gelen sese. Çötür Ali’nin karısı hâlen ağlıyordu. Ağıtçı kadınlar da eşlik ediyordu ona.
Soğuğa ve sessiz geceye ağıt, bir yıldız gibi kayıyordu.
Bekçi, bir sigara daha yaktı. Derin bir nefes çekti içine. Kendi kendine: ‘Çötür Ali bahane, herkes acısına, kayıplarına ağlıyor!’ dedi. Sonra da kapı duvarına iyice yaslandı, kafasını göğe çevirdi ve de yıldızlara baktı.
5
Çötür Ali’nin karısı, acısını paylaşmak ve kendisini teselli etmek için yanında kalan, ama ağlamaktan, dövünmekten dolayı yorulan ve bu yüzden de kocamış bedenlerini uykunun genç, güçlü kollarına bırakan ağıtçı kadınlara baktı. Sonra içinde toz biber varmışçasına yanan gözlerini, üç adım uzağındaki divanda yüzükoyun duran ölüye çevirdi. Düzeltmek istemişti de Muhtar bırakmamıştı. Yalvarmış, yakarmış ve sıkı sıkı tembihlemişti: “Aman kadın anam olmaya ki Çötür Ali’nin divandan düşecekmiş gibi duran bedenini düzeltesin ha. Savcı, doktor ve komutan sana da bana da çok kızar, inan. Her şey olduğu gibi kalsın…” diyerek. Yerinden kalkmaya gücü de cesareti de yoktu onun. Ömrünün en uzun gecesini yaşıyordu şimdi. Bitkindi. Yorgundu. Düşünceliydi.
Çötür Ali’nin cansız bedenine bakarken kendinden geçer gibi oldu…
‘…Babam yiğit adammış. Komşu köylerin birinden bir genç sevdalanmış halama. İstetmiş de. Halamı vermemişler sevdiğine. O da halamı kaçırmış. Anlayacağın iki gönül bir olmak istemiş. Dedem, babamı; ikisini bulup öldürsün diye görevlendirmiş. Töre bu. Çaresiz. Yer yarılmış da ikisini içine almış gibi, bulamamış onları. Babam, kara lekeyi halamı kaçıran gencin ağabeyinin kanıyla temizlemeye karar vermiş. Bir gece adamın evine girmiş. Odada uyuyan kaç kişi varsa, çoluk çocuk demeden yaylım ateşe tutmuş. Hepsini öldürmüş. Böylece onların ocağına incir ağacı dikmiş. Kaçmış ve bu köye yerleşmiş. Ser verip sır vermemiş. Herkes babamı sevmiş. Burada evlenmiş. Ben doğmuşum. Aynı yıl babam ölü bulunmuş Akdağ’da. Bir süre sonra da anam kaybolmuş.
Kimine göre anam delirmiş babamın acısından. Kimine göre de anamı, babamı vuranlar kaçırmış. Gerçeği ya kimse bilmiyor ya da benden saklıyor… Beni de çok sevmiş bu köylü… Beni büyüttüler. Bebekli her kadının sütü girdi kursağıma. Bu yüzden çoğuyla sütkardeşim. Askerliği sütkardeşlerimin yardımıyla bitirdim… Beni, çirkin, kambur ve çok fakir bir kızla evlendirdiler. Beğenmediğimi kimseye söyleyemedim. Söyleyemezdim. Ona, evlendikten hemen sonra aklına gelmeyecek işkenceler yaptım. Kısacası dünyaya geldiğine pişman ettim. Dünyayı başına yıktım.
Çok sessizdi. Yaptıklarımı sineye çekiyordu, kimselere bir şey demiyordu. Kaderine razı oluyordu. Gözlerim hep üstündeydi. Bu durumundan, zayıflığından, sessizliğinden yararlandım. Baskımı arttırdım.
Yedi aylık bir bebek doğurdu. Erkekti. Bu benim için eşi benzeri bulunmaz bir bahane, fırsat oldu… Ve bana gün doğdu. Millet cahil. Kız oğlan kız olduğu hâlde, doğurduğu çocuğun benden olmadığını, kimseyi üzmemek için saklamayı düşündüğümü, ama bu doğum yüzünden çıkacak dedikoduları kesmek için Allah’tan da kendilerinden de daha fazla saklayamayacağımı düşündüğümden söyledim köylülere. Allah, kamburun ne denli bir namussuz olduğunu göresiniz diye bu çocuğu doğurttu dedim. Kambur rezil olunca kendi kabuğuna çekildi. Sonunda pes etti ve kendini astı. Kamburun anası babası da bebeği alıp gitti köyden… Sonra seni kestirdim gözüme…’
Bir şey bulmuş gibi irkildi. Heyecanlandı. Kendi kendisine,
‘Çötür Ali, Çötür Ali,’ dedi, ‘beni işitiyor musun? Boz atlı, kara giysili, yüzü peçeli, Kambur’un oğlu muydu yoksa? Söylesene bana? Öz oğlun öldürmüş olmasın seni? Kambur’un ‘ağzı var dili yoktu, diyordun değil mi? Belki de senin yanında konuşmuyordu. Çötür Ali, hangi kız acısını söylemez anasına? Hangi kız yüreğini açmaz atasına? Ve hangi ana kızının çektiklerine yanmaz, derdini bilmez söylesene? Kambur’un anası, kızının düzeni bozulmasın diye yaptığın her kötülüğü yüzüne vurmadıysa, bilmiyor anlamına mı geliyordu senin aklınca? Karının anası, bir kedi gibi örtmüş pisliklerinin üstünü biliyor musun?
Zamanını beklemiş ve öz oğlunu da sana karşı nefretle büyütmüş bana kalırsa. Her kötülük unutulmaz, her acı da küllenmez öyle… Neden olmasın söyler misin? Öz oğlunu anasız bırakmadın mı? Bu yüzden oğlun katilin oldu! Soruyorum Çötür Ali cevap ver! Kambur’a yaptıklarını mı biçtin? Yetmiş beş yaşında olduğun hâlde niçin öldürüldün? Katilin kim? Onu tanıdın mı acaba? Sana ne dedi, ah bir bilsem de böyle yanmasam senin için!
‘Konuş be Çötür Ali, şimdi bütün olanlara kader mi diyeceğim? Elin etlisine, sütlüsüne karışmayan, her lokmasını başkasıyla paylaşan, karıncayı bile incitmeyen, herkese elinden geldiğince iyilik eden, doğduğu yerde ecelsiz ölen ve de çok sevilen birisin, ama…’
Gizli bir el gözkapaklarını indiriyordu durmadan, o ise karşı koymaya çalışıyordu.
Uyumak istemiyordu. Keşifçilerin ne zaman geleceğini bilmiyordu. Üstelik de uyanık kalmak ve katili kendince tanımak, bulmak, öğrenmek istiyordu.
Sonra yeniden daldı. Gizli elin gözkapaklarını indirmesine karşı koyamadı nedense.
‘…Evet, beni gözüne kestirmiştin. Seninle evleneyim diye bana çirkin bir tuzak kurmuştun. Nasıl unuturum yaptıklarını. Köylünün diline düşen sevdamıza kara bir çalı olmuştun. Yavuklumu küçük düşürmüştün. Bizi yakmıştın.
Seninle evlenmekten başka çarem olmadığını ona dediğimde dünyası yıkılmıştı garibin. Hele bana zorla sahip olduğunu söylediğimde çılgına dönmüştü yavuklum ve seni öldüreceğini söylemişti durmadan. Onu zor ikna etmiştim… Daha fazla rezil olmak istemiyorum, adım çıkarsa köyde yaşayamam, demiştim.
Görünürde nişan atan ben olmuştum. Evlendiğimiz gün köyü terk etmişti. Gidişi o gidişti, ama… Seni öldürmekten vazgeçirdiğimi sanıyordum yanılmışım demek ki Çötür Ali… O olabilir mi seni öldüren?’
Hemen kalktı. Kan ter içinde kalmıştı. Artık kendi kendine mi konuşuyordu, yoksa düş mü görüyordu bilmiyordu. Anımsadığı bu sözlerden sonra usulca,
‘Çötür Ali,’ dedi, ‘O, bunca yıldan sonra… Köye gizlice girmiş de… Seni… Hayır hayır, bu olamaz! Senden birkaç yaş küçüktü yavuklum…
Neler düşünüyorum böyle? Bizim gibi torun torba sahibi, üstelik de akıllı. Ya bana olan aşkı sana olan öfkesine yenilmişse? Ya yüreğinden söküp atamadıysa bir bir anlattığım o çirkinliğini? Neden olmasın Çötür Ali. Avluya giren atlı çok atikti… Ama katilin uzun boyluydu. O, o; olamaz!
Ne bileyim ben, gözlerim karardı da fark edemedim mi yoksa onun genç mi, yaşlı mı olduğunu?
Günahına girmeyeyim adamcağızın ama…
Senin yüzünden ikimizden de çok çekti, çooook!’
Bazen insan ayıramıyor yaşadıklarının mı düş, yoksa düşlerinin mi yaşadıkları olduğunu. İşte Çötür Ali’nin karısı da böyle duygular içindeydi. Gözlerine inanamadı.
Işık içinde bir genç kadın karşısındaydı. Ağlıyordu. Acılıydı. Ona sarılıyordu. Kendisi de bu ışıktan genç kadını teselli etmeye çalışıyordu.
‘…Otur hele güzel kızım, otur hele! Ölenle ölünmez. Gözyaşı gideni geri getirmez. Kendine yazık ediyorsun. Çocuklarını düşün. Sil şu gözyaşlarını. Olan olmuş. Olana üzülmek de sevinmek de yakışık almaz. Çocuklara hem ana, hem baba olacaksın bundan böyle. Üstelik de gençsin, önünde yaşanacak günler var daha. Acı hep hüküm sürmez insanda. Acı sürekli olmaz. Sonunda yaşamayı seveceksin. Ümit edeceksin, çok sevdiğin kocan yanında olmasa da. Onsuz da yaşandığını öğreneceksin. Hayat bu…’ diyordu. Ama ışıktan kadın durmadan aynı şeyleri yineliyordu sanki soluk almadan.
‘Gözümün önünde öldürdü kocamı, kara giysili, yüzü peçeli katil. Gözlerime baka baka… Taş kesildim. Kocam son nefesini dizimde verdi. Öylece bakakaldım. Ona engel olamadım. Kocama yardım edemedim. Ölürken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Bir şeyler mırıldandı, ama ben anlamadım ne demeye çalıştığını, inan. Gözleri birer yıldız gibi kayınca dünya başıma yıkıldı. Gözlerime kızgın mil çekildi. Ciğerim söküldü. Sonsuz bir karanlık ve yanlızlık ivedilikle sarıp sarmaladı beni. Bizden ne istediler? Kime, ne kötülüğümüz oldu bizim? O, bir mumdu şu dünyada.
O bir ışıktı, ışığı kimlerin gözlerini kamaştırdı bilemedim, anlayamadım ışıktan kim rahatsız olur kadın anam. Işığı kim sevmez, bilir misin güzel anam ahh?’
Çötür Ali’nin karısı yeniden heyecanlandı.
Bir ipucu bulmuş gibi yerinde duramadı.
‘Öğretmeni öldüren sen miydin Çötür Ali?’ dedi usulca ve uyuyan yaşlı kadınlara bakarak, ‘Neye inanacağıma ya da inanmayacağıma karar veremiyorum artık. Öğretmenden hoşlanmayanların başı sendin. Kim bilir ne yaptın? Bu yüzden öğretmenin oğlu da seni… olamaz mı? Yok canım, o güzel kadının oğullarından hiçbiri katil olamaz! Katilin sen olduğunu bilseler bile seni öldürmez o güzel çocuklar! Şaşırdım Çötür Ali, şaşırdım. Onlar, kanı kanla yıkamaz diye düşünüyorum ama… Gerçek nedir Çötür Ali, gerçek hangisidir? Öğretmenin suçu, Kalkındırma ve Güzelleştirme Derneği kurması mıydı?
Yoksa kooperatif kurmanıza öncülük yapması mıydı? Ya da çocuklarımızı canla başla okutması mıydı? Suçu neydi onun? Dernekten ve kooperatiften şimdi, en çok ona karşı olanlar yararlanıyor. Yalan mı Çötür Ali? Bu ölümü nasıl hak ettin?’
Öğretmenin karısı kayboldu. Çötür Ali’nin karısı şaşırmadı. Işıktan biri daha göründü yanı başında. Hem sevindi hem üzüldü. Can oğluydu bu. Biraz uzağındaydı ve içtendi konuşurken.
‘Nedensiz bir şey yok benim güzel anam. Çoğu zaman insan ektiğini biçer. Ve çoğu insan da göründüğü gibi değil maalesef…’ diyordu.
Gülümsüyordu. Çevresine neşe saçıyordu.
‘Neler oluyor böyle bana,’ dedi yine usulca, ‘Nasıl şeyler geliyor aklıma bir türlü anlamıyorum.
Ve kendinden geçti…
6
Kocamış bedenlerini uykunun güçlü kollarına bırakan kadınlar, odanın penceresinden süzülüp yüzlerini gıdıklayan güneşin afacan çocuklarıyla uyandılar.
Çötür Ali’nin karısına sokuldular sessizce.
O bir yontu gibiydi. Köye keşifçileri getiren arabayı ilk görenin söylediği tümce ağızdan ağza Çötür Ali’nin karısının kulağına kadar geldi:
‘Keşifçiler geliyor!’
‘Keşifçiler geliyor!’
Çötür’ün karısı ayağa kalktı. Yorgundu. Bitkindi. Ama kırk iki yıl birlikte aynı yastığa baş koyduğu kocasına bir kez daha bakınca hiçbir şey hissetmedi. Kollarından tutan kadınların da işitebileceği bir ses tonuyla:
‘Çötür,’ dedi, ‘oğlumuz haklı. ‘Hiçbir şey nedensiz değil. Ve sen asla göründüğün gibi değilmişsin. Düşündüklerim, benim bildiğim nedenler, ya bilmediklerim nelerdir acaba?
Hangi ocağa ektiğini biçtin?’ dedi.
edebiyathaber.net (27 Şubat 2024)