Taksinin buğulu camından dışarı bakarken iki gün sonra gerçekleşecek büyük yarışma düşüyor yine aklıma, heyecanlanıyorum. Zaten son günlerde aklım hep orada. Bugünü yaşamıyorum, gelecekteyim, Paris’teki o büyülü gecedeyim. Kariyerimin en önemli gününe bu kadar az kalmışken şu an Sibel’in davetine gitmekle doğrumu yapıyorum, bilmiyorum. Telefonda o kadar çok ısrar etti ki, kıramadım. Yarışma öncesi bize moral yemeği organizasyonu düzenlemiş, bütün kızlar gelecekmiş. Kabul etmesem ayıp olurdu.
Taksi Beykoz’daki lüks villanın önüne yanaştığında hava kararmıştı. Evin basamaklarını çıkarken muazzam manzaranın keyfini çıkardım bir süre. Villanın mimarisi, havuzu, etrafını saran yeşillik, ayrı bir güzeldi. Az sonra pek de alışık olmadığım bu yaşam tarzının içine gireceğim için biraz gergindim. Ekip arkadaşlarımın aileleri genelde varlıklı insanlardı. Benimse tüm zenginliğim sanatımdı. Ama şıklık yarışından da geri kalamazdım. En güzel gece elbisemi annemle beraber prova etmiştik.
Aynamda son bir kontrol yaparken ev sahibemiz kapıda belirdi. Her zamanki cana yakın tavırlarıyla karşıladı beni.Neredeyse tüm arkadaşlarım gelmişti, heyecanla katıldım aralarına. Kimisi yemek yiyor, kimisi içkisini yudumluyor, kimisi hafif müziğin ritmine kapılmış dans ediyordu. Hepsinde bir kuğu zarafeti vardı. Sıradan şeyleri bile bir balerin edasıyla yapıyorlardı; çatal-bıçaklar eti keserken muntazam bir yol izliyor, en ufak bir hata yapmadan ağza gidiyordu; şarap kadehleri havada belirgin bir kavis çizdikten sonra buluşuyordu dudaklarla; dans eden ayaklar popüler müzikte bile parmak uçlarında hareket ediyordu. Sanırım tüm bunlar yıllardır aldığımız duruş ve dans derslerinden sonra sanatımızın üstümüze yapışmış haliydi.
Sohbetlerimiz dönüp dolaşıp malum geceye geliyordu. En başarılı bale ekibi seçilmiştik ve Paris’te ülkemizi temsil edecek olmanın gururunu yaşıyorduk şarap kadehlerimizi tokuştururken. Baş balerin seçildiğim için ayrıca bir gurur duyuyordum ama bu aynı zamanda daha büyük bir sorumluluk anlamına geliyordu benim için. Tüm ekip arkadaşlarımın gözleri coşkuyla parlıyor, cümlelerinden özgüven akıyordu. Onları dinlerken bir ara gözlerim bulunduğumuz salonun cazibesine kapıldı; bakışlarım devasa avizenin yansıttığı ışıkları takip ederek antika tablolara kaydı. Gösterişli mobilyaları incelemeye başlamıştım ki, ayağımda hissettiğim ıslaklıkla irkildim!
“Ayy! Nazancım çok özür dilerim!”
Af dileyen bakışlarla bir bana, bir ayağıma bakıyordu Sibel. Telaşla elindeki kırmızı şarabı masaya bırakıp peçetelere uzandı.
“Sorun değil Sibelcim, boşver, ben silerim,” desem de içten içe krem rengi topuklu ayakkabılarımın mahvolmasına üzülmüştüm. Sibel hemen ayakkabılarımı silmeye koyulmuştu.
“Çok da içmedim halbuki ama kusuruma bakma canım ya.”
“Olur böyle şeyler tatlım, bırak, ben hallederim.”
“Çıkmaz ki bu meret de! Dur, ben de benzer bir ayakkabı var, hemen getiriyim sana. Ayak numaramız aynı nasıl olsa.”
“Yok canım, ben idare ederim bu ayakkabıyla,” dememe kalmadı, salondan çıktı bile Sibel. Benimkine benzer bir çift topuklu ayakkabıyla geri döndü.
Bu kısa moral bozukluğundan sonra geceye kaldığım yerden devam ediyordum. Havaya kalkan kadehler birbirini izliyordu. Keyfim tekrar yerine gelmişti.
“Gecenin sonuna doğru bir ara üst kattaki tuvalete gittiğimi hatırlıyorum ama dönüşümü hatırlamıyorum,” diyebildim çatallanmış sesimle. Başımı kaldırmak istedim, yapamadım. Dünyanın en ağır varlığı benim kafamdı sanki.
“Ah tatlım, seni bulduğumuzda merdivenlerin dibinde baygın yatıyordun,” dedi yatağın kenarına oturmuş olan Sibel.
Sorgulayan gözlerle etrafıma bakındım. Zihnim çok bulanıktı. Kendime gelmekte güçlük çekiyordum. Ekip arkadaşlarım karşımda dikilmiş hüzünlü gözlerle bana bakıyorlardı. Yaklaşık on dakikadır onlarla konuştuğumu -daha doğrusu sayıkladığımı- söylediler. Ve hepsi sırayla beni öperek odadan çıktı. Hala nerede olduğumu idrak edememiştim. En sona kalan Sibel çıkmadan önce kulağıma eğilip usulca fısıldadı:
“Ben senin yedeğin değil, baş balerin olmayı çoktan hak etmiştim, bundan sonra giydiğin ayakkabılara dikkat edersin!”
Sertçe kapanan kapının sesi, gözlerimin önüne topuğumun kırıldığı anı getirdi birden. Bakışlarım ağır ağır vücuduma döndü ve alçıdaki sol ayağımı gördüm. Yarışma gecesi canlandı gözlerimin önünde; sahnede dans eden arkadaşlarımın arasında ben yoktum. Kopardığım acı çığlık hastane odasının soğuk duvarlarında yankılandı…
edebiyathaber.net (19 Kasım 2019)