“Anma Arkadaş”, Cemil Kavukçu’nun Sözcükler dergisinin 73. sayısında yayımlanmış öyküsünün adı. Anlatıcı, zamandan, mekandan kopmuştur öykünün girişinde. Dışarıdan bakmaktadır dünyaya. Tek tek ölüp giden arkadaşlarının ardında kalan yaşlı bir adamın, hayat, ölüm, hızla akıp gitmekte olan zaman karşısındaki yabancılaşmasını, şaşkınlığını -büyük bir dikkatle yaşadığı şaşkınlığını- ikinci tekille anlatmaktadır.
Düşünce boyutundan gerçeğe (fiziksel zamana ve mekana) dönüşle birlikte anlatıcı, bir rüyadan uyanır gibi, ben anlatıcıya dönüşür. Gizli saklı yollarla değil, açık açık gerçekleşir bu dönüşüm.
Çünkü buradasın, bu kasvet yuvasında. Ama hareket devam ediyor, devinen bedenlerin sesi, duyuyorsun, böylece, ben oluyorum sonra, onlardan, toprağın üstünde kalanlardan biri.
Ben anlatıcı ile birlikte okuyucu da öykünün içine çekilir. Kendimizi mezarlıkta, Necip’in cenaze töreninde buluruz. Yıllardır görüşmediğimiz, adlarını anımsamakta güçlük çektiğimiz birçok kişiyle tokalaşırız. Ellerimiz donar. Hava soğuktur. Yağmur yağmaktadır.
Kasımın yirmi beşi. Böyle bir günde ölünür mü?
Fiziksel zamanla psikolojik (geçmiş) zaman arasında, sıçramalarla ilerliyor bundan sonra metin. Ancak bu sıçramalar, o kadar beklenmedik, o kadar birdenbire olmasına rağmen, o denli yumuşak, o denli doğal ki, hiçbir yadırgama yaşamadan, anılarla şimdi arasında bir salıncakta yavaşça sallanır gibi gidip geliyoruz öykü boyunca.
Mezarlığın dışında bir köpek havlıyor. Anma arkadaş. Erkin Koray’ı dinliyoruz.
Mezarın başındayken, bir de bakmışız, Dişbudak koruluğunda Dimitrakopula içiyoruz.
Çünkü Necip fena aşık. … çünkü hiçbirimizin Füsunu yok. Çöl ruhluyuz. Karga havalanıyor. Taçi küreğin sapına yapışmış … düpedüz çamuru mezara atıyor.
Aşk acısıyla yanarken, ölü gömme törenine geri dönüyoruz.
Gaklamayan kargalar, havlamayan köpekler saygılı. Kabanımın kapüşonuna vuran damlaların sesi artıyor. Füsunu parkta Halim’le konuşurken görmüş Necip.
Hocanın sesi bir alçalıp bir yükselirken, Murat 124’e doluşup, son sürat Füsunların sokağına gidiyoruz.
Zamandaki atlamalarda hayvanlar belirli bir rol üstlenmişler sanki! Etkiyi müthiş artırmış bu detaylar.
Zamana kafa tutan, uzun ömürlü karganın, ki Necip hiç hoşlanmaz bu kuştan, ölüme, zamana, insan hayatının kısalığına ironik bir gönderme olduğunu da söyleyebiliriz sanırım.
Anlatıcının, Füsun’a olan aşkını doğrudan söylememesi, metnin içinde örtülü bilgilerle vermesi, kendi duygularını Necip’in ağzından söyletmesi de çok etkileyici kanımca.
Füsun’u parkta Halim’le konuşurken görmüş Necip. Bu nasıl iş! Füsun bunu bana nasıl yapar? Bana, benim gibi delice seven birine!
Bu cümleleri Necip söylüyor, ancak anlatıcının aklından geçenler aynı zamanda. O da Füsun’u deli gibi sevmektedir.
Herkes gibi olmuşlardı, uğruna birlikte acı çektiğimiz aşk bitmişti.
Başörtülü kadınlar arasında, en önde duranın Füsun olduğunu hemen anlıyorum. Yıllardır görmesem de tanıyorum onu.
Bu cümleler de anlatıcının Füsun’u çok sevdiğini gösteriyor.
Eskiden delikanlılar arasında (şimdi de öyle midir bilemiyorum, bizim zamanımızda öyleydi!) çok revaçta olan ve öyküde son derece güzel aktarılmış, “kız yüzünden birbirine ihanet etmeme” prensibini, arkadaşlar arasındaki sadakat duygusunu harika yansıtmış yazar.
Bu öyküde kadın (Füsun) çok az görünüyor. Ancak Füsun, çok az karşılaşmamıza karşın, çok önemli bir figür öykü için. Öyle ki, Füsun’u çekip alırsak, öykü yıkılıp gider. Tüm yapı onun üzerine kurulmuş adeta. Öykünün omurgasını Füsun oluşturuyor. Füsun; anlatıcının, Necip’in, öykünün kaderini belirleyen karakter.
Anma Arkadaş öyküsü, aşk, aşkın yaşanarak tükenişi (Necip’le Füsun’un evliliği), aşkın yaşanamadan tükenişi (anlatıcının Füsun’a olan aşkı), arkadaşlık, ölüm, hayat, zaman üzerine yazılmış, kısa olmasına rağmen son derece yoğun, katmanlı ve etkileyici bir öykü. Her bir cümlesi müthiş etkileyici, edebi haz verir nitelikte. Her bir cümlesi, üzerinde ayrı ayrı durulmayı, incelenmeyi hak eden, örtülü bilgiler içeren, ders niteliğinde bir metin.
Aynı zamanda, adıyla uyumlu olarak, müzikli bir öykü Anma Arkadaş öyküsü. Öykü boyunca Erkin Koray’ın Anma Arkadaş şarkısı çalıyor fonda. Kimi zaman delice , bağıra bağıra eşlik ediyoruz şarkıya, kimi zaman sözleri söylenmeden, bir kasaba düğününde Enstrümantal dans şarkısı olarak duyuyoruz onu. Öykünün sonunda ise, yitirilmiş bir arkadaşın, sonuna yaklaşılmış bir hayatın, yaşanmadan tükenmiş bir aşkın sızısı içinde dinliyoruz.
Müzik yeniden başlıyor….. Yağmur camı dövüyor da dövüyor.
Not: Öyküde kullanmayı ve kullanılmasını genel olarak pek sevmediğim “çünkü” sözcüğünü bile sevdirdi bana bu öykü.
Çünkü Necip fena aşık. Ağacın gövdesine avuçiçleriyle vuruyor sürekli, ne kadar dövse de bir türlü yatışamıyor, çünkü ağaç ona karşılık vermiyor, çünkü Füsun, diyor, yalnızca Füsun, çünkü biz de yangına körükle gidiyoruz, çünkü hiçbirimizin Füsunu yok. Çöl ruhluyuz.
Sözcüklere karşı önyargılı olmamak gerektiğini, güzel kullanıldığında etkiyi nasıl da artırdığını, dolayısıyla, öykülerde bütün kelimelere yer olduğunu gördüm.
A. Çiğdem Özerdoğan – edebiyathaber.net (28 Mayıs 2019)