“Çay içer misin” diye seslendi salonda oturan oğluna. Ne diyeceğini bilemediği zamanlardaki sihirli cümlesiydi.
“Anne, Meltem evi terk etti.”
Islak ellerini havluya silip, salona girdi. Oğlunun karşısına oturdu.
“Üzülme, sağlık olsun, barışırsınız.”
“İş gezisinden döndüğümde evi boşaltılmış buldum. Tamamen yanlış anlaşılma. Otelde yan odada iş arkadaşım kalıyordu. Televizyonu bozulmuş, odasına çağırdı. Kanalları düzenledim. Bir kadeh şarap ikram etti, içtim. Odaya döndüğümde, uyumamış, bizi dinlemiş. Bir fırtına estirdi, kıyamet koptu. Onu ihmal etmişim. Sadece kendimi düşünen bencilin tekiymişim. Annesi, evlenme bu çocukla demiş de, bana güvenmekle hata etmiş. Bütün otel bizi dinledi. Sabah uyandığımda arabayı alıp gitmiş. Telefonuna ulaşılamıyor. Akşama kadar bekledim, hava almaya çıkmıştır diye düşündüm, gelmeyince otobüsle eve döndüm. Ev bomboş.”
“Nereye gitmiş olabilir?”
“Senin verdiğin eski ütünün altına not kâğıdı iliştirmiş. “Sen, hayatımdaki en büyük hatasın” diye.
Dudakları titremeye başlayan oğlunu, ilk kez bu kadar bitkin ve çaresiz görüyordu. Şakaklarının iyice kırlaştığını fark etti. Sanki biri, birlikte yaptıkları kumdan kaleyi bozmuştu. Sarıldı, kokusunu içine çekti. Sessizliğin dili ve gözyaşları ikisini de rahatlattı.
Akşamın karanlığı balkona yerleşirken, masaya örtü serdi. Bahçeden fıskiyenin sesi geliyordu. Sofrayı hazırlarken, çayı da demledi. Dolaptan çıkardığı yarım limonu salataya sıkıp, masaya koydu. Uzun siyah saçlarını tokayla tepeden tutturdu.
“Kredi kartında limit yokmuş” diye seslendi oğlu. İnternet bankacılığına girdim, şifreyi değiştirmek için, geç kalmışım. Limit sıfırlanmış. Ahh annem, nasıl güvendim ona.”
“Hadi yemek hazır.” derken dermanının çekildiğini hissetti.
Ay, eteklerini yavaşça açıp, gökyüzünde yerini aldı. Hüzünlü bir yemekten çıkan çatal bıçak seslerinin yankısını Sinan kesti.
“Uzun zamandır bir yerden yüklü bir alacağım vardı. Kayınbabamla otururken adam aradı.
“ Abi, nerdesin parayı elden getireceğim.” Kayınbabam duydu ya, parayı acil bir ödeme için bir haftalığına istedi, üç ayı geçti hâlâ geri ödemedi. Anne gitti para, Meltem de gitti.”
“Üzülme oğlum, sağlık olsun, sen iyisin ya! Konuşur, anlaşırsınız.”
“Annesini aradım, kalbi sıkışmış da hastanedeymiş Meltem. Telefonu evde kalmış. Gelince söylermiş aradığımı. Meğer kamyonu dayamış, evi boşaltıyorlarmış. Ahh anne ah, salak kafam bok vardı evlenecek.” derken çatalla didiklediği yemeğinden son bir lokma daha aldı.
“Sen şimdi duşunu al, yat dinlen, yarın ne yapacağımızı konuşuruz. İstersen annesine birlikte gideriz,” deyip çayları masaya koyduğunda kalbini bir el sıkıp bıraktı Nimet’in.
Ahh Meltem, bir kadehçik şarabı bahane edip bunlar yapılır mı? Hayatıma girdiğin bu bir yılda ne istersen oldu. “Balayına Paris’e gidelim.” dedin, gittik. “Doğum gününde, elmas yüzük” dedin, aldım. “Arabayı değiştirelim” dedin, değiştirdik. “Benim üstüme olsun” dedin, ona da tamam dedim. İş yerinden aldığın ikramiyene, maaşına karışmadım. Abin hapse girdiğinde avukat tuttum, çıkması için bir sürü para döktüm. Nerde şimdi o abi? Demiyor mu, “Sen, Sinan’a bunu nasıl yaparsın? “Annen hastalandı, tedaviye Almanya’ya götürmek istedin. Bir aylık Almanya masraflarını da ödedim. Ahh…, başım çatlıyor ağrıdan.
Oğlunun çamaşırlarını balkona asıp, kahvaltıyı hazırlamaya koyuldu Nimet. Gece uyuyamamış olmanın verdiği yük omuzlarına baskı yapıyordu. Bel fıtığı da iyice azmıştı bu aralar. Doktora gitmeyi ihmal etmiş, eczaneden aldığı kas gevşeticilerle idare etmeye çalışmıştı. İyi ki bana gelip anlattı, ya bir taşkınlık yaşansaydı ne olurdu? diye düşündü. Biberleri yıkayıp incecik doğradı, tavaya attı. Yumurtayı azıcık sütle çırptı. Süt konmazsa, yemiyordu yumurtayı Sinan. Dil peynirini tavaya ekledikten sonra yumurtayı üstüne döktü. Kekik serpti, altını kıstı. Oğlunu uyandırmadan önce dünürünü aradı. Dünürünün sesi telefonda pek soğuk gelse de yüz yüze konuşmanın iyi olacağını söyledi.
Nimet, gelininin onları beklemeden gitmiş olmasına çok içerledi. Salona girdiğinde oğlunun evinin perdelerini asılı gördüğünde şaşkınlıktan konuşamadı. Dün boşaltılan evin perdeleri ne ara, asıldı. Ailelerle bir araya gelip çözüm bulmak daha iyi değil mi? Bu nedir böyle yangından mal kaçırır gibi. Pes doğrusu! Bunları buraya astıran anaya da gün gelir iki çift lafım olur!
Önüne konan terliği giydiğinde gözlerine inanamadı. Taksitleri yeni biten halılar yerde seriliydi. Ensesine yumruk yemiş gibi oldu, bir an sendeledi, oğlunun koluna tutundu. Oturmakla oturmamak arasında kaldığında oğlu onu oturttu.
Konuşulacak pek bir şey yokmuş gibi havadan sudan bahsedildi. Sehpanın üzerinde Meltem’in tarağı duruyordu. Üzerinde Meltem’in kızıl saçları… Sanki buralardaydı, oğlunun gözü de tarağa takıldı. Meltem’in gelmesini, sorun neyse açıklığa kavuşturulmasını istedi Nimet. Sinan’ın yanakları al al, mahcup delikanlı gibi oturmasına da hayret etti. Evde kükreyen çocuk, burda altına işemiş gibi oturuyordu. Meltem’in annesi, mevzunun ihanet olduğunu, Meltem’in boşanmak için avukatla görüşmeye gittiğini, buzdan bir ifadeyle söyledi. Sinan, ihanet etmediğini, bunların varsayım olduğunu söylediyse de, ona kulaklar kapalıydı.
Evde kalan birkaç parça eşyayı almak için uğradıklarında, onların da sabah alınmış olduğunu hayretle gördüler. Meltem çeyizinde getirmediği her şeyi götürmüştü. Evde sadece parfümünün kokusu kalmıştı. Avukata gitmek çözüm olsa da, biraz bekleme kararı alıp eve döndüler. Nimet, kendini savunmadığı için oğluna kızdığı halde bir şey söylemedi. İçi içini yiyor, boyun ağrıları rahat vermiyordu. Duş alıp rahatlamak istedi. Ağrıları azalsa da uyuyamadı. Dışarıdan gelen sesler de buna eklenince, kalkıp bir ağrı kesici içti. Oğlu mırıl mırıl telefonda konuşuyordu. Yatağına girdi uyumaya çalıştı. Düşünceler yakasını bırakmadı. Nereden buldu Meltem’i? “Arkadaşım tanıştırdı,” demişti. Evlendikten sonra internetten tanıştıklarını söylemişti oğlu. İçine sinmese de, düğün vakti olanları yadırgasa da, onu girdiği yoldan döndürmek kolay değildi. O bir karış boyuyla yaptıklarına bak sen, dedi kendi kendine. Yüksek lisansı bitince yurtdışında kalmasını istememişti oğlunun. Biricik oğlu yakınında olsun, kendi kültüründen biriyle evlensin istemişti. Sevdiği İtalyan kızı eve getirdiğinde hayal kırıklığına uğramış, korkusundan apar topar getirtmişti oğlunu. Kara kuru İtalyan kızın yeşil gözlerini üzerinde hissediyordu şimdi. Ahı mı tuttu kızın da oğlum mutlu olamıyor. Okulu bittiğinde orada kalsa evlenip çocuk sahibi olsaydı ne olurdu? İlerde torunlarım benim dilimi konuşamaz, oğlumu da göremem korkusu, geçmişteki gibi güçlü değildi. Pişmanlığın ince sızısını hissetti. O kızcağız ne kadar saygılı davranmıştı. Hala yılbaşlarında mesaj atıyordu. O da unutmamıştı demek ki. Oğlunun seçimine yaptığı müdahalenin bedelini ödüyordu belki de. Komşunun oğlu da Belçikalı bir kızla evlenmişti. Her yaz geliyorlardı. Kadıncağıza biletini bile yollayıp, yanlarına çağırıyorlardı. Onu bu kadar endişeye sürükleyen neydi, bulamadı. Duyguların dili, coğrafyası yoktu. İnsanın insana gönlünün düşmesi yeterliydi. Bindin mi uçağa üç saatte İtalya’daydın. Bazı şeylerin geri dönüşü keşke olabilseydi.
Sabah oğlunun kahvaltısız işe gitmiş olmasına canı sıkıldı. Meltem’den bir haber var mı diye merak ettiyse de soramadı. Günlük işlerini yaparak vakit geçirmeye çalıştı. İçindeki huzursuzluk ne yaptıysa bitmedi. Büyüse de mürüvvetini görse diye dilerdi. Mürüvvet bir piyango biletiydi. O kadar besle, okut, büyüt, mürüvvet köprüsünden geçmek şanstı. Kendine kahve hazırlamaya başladığında telefonu çaldı.
“Anne, akşam ne yiycez?” derken sesinin tınısını taradı zihninde.
“Karnıyarık, pilav ve cacık yapıyorum.”
“Ellerin dert görmesin Kraliçem. Annem, az önce Meltem ile anlaşmalı boşandık.”
“Öyle hemen bir günde boşanılıyor muymuş?” derken duyguları karmakarışıktı.
“Anlaşmalı olunca boşanılıyor. Dilekçelerimizi verdik, özgürlüğümüzü alıp çıktık.”
“Hayırlısı olsun çocuğum. Tatlı da yapayım mı?
“Gelirken getiririm.”
İyi ki çocuk yoktu diye düşünürken içinde birikmiş nefesi sesli verdi. Patlıcanları fırına koyup, cacığı yapmaya başladı. Parmakları ağrıyordu, gücünü bıçağa veriyordu bir şeyler keserken. Ertelediği sağlık sorunları için kendine kızıyor, her seferinde yine bir şeyler çıkıyor gidemiyordu.
Akşam yemeği beklediğinden sessiz geçti. Oğlunun geleceğe dair planları ilgiyle dinliyor görünse de, oğlunun boşanma bedeli olarak Meltem’e devrettiği evin yükü omuzlarına binmişti. Getirdiği şöbiyetten bir tane yedi ve kalanı dolaba kaldırdı.
Nimet, Bodrum’a yazlığa gittiğinde ilaçlarını evde unutmuş olduğunu fark ettiğinde günlerdir hiçbir yeri ağrımamıştı. Oğlu iş için yurtdışına gidince duvarlar üstüne üstüne gelmeye başlamıştı. Bostancı’daki eski evin ona sorulmadan Meltem’e devredilmesine tarifsiz üzülmüştü. Üzülmenin bir işe yaramadığını fark etmesi aylarını almış, zor bir kış geçirmişti. Güneş sıcağıyla bunaltmaya başlamadan kendini yazlık evine attığında geriye kalanın ucundan tutmak gerektiğini anlamıştı. Belki de her şeyin bir miadı vardı. Bostancı’ya gelin geldiği deniz kenarındaki evin de hatıralarıyla yitmiş olmasını kabullenmesi gerektiğini kendi kendine telkin ederek ekti çiçeklerini. Şimdi bahçeye ektiği çiçekler açmış, komşusu ile balkonda kahvesini yudumlayıp karşıdaki Kos Adası’nı izliyordu. Masmavi suların üzerindeki gümüş pırıltılar onu rahatlatıyordu. Geçmişi soğuk günlerle birlikte geride bırakmış, huzuru denizden gelen esintide yakalamıştı. Karşıdan geçen gezinti teknesinde olup koyları dolaşmak ister miydi kendini yokladı. Teknenin geride bıraktığı sulara benzetti hayatını. Oğlu aradığında komşusundan özür dileyerek açtı telefonu. Sinan’ın sesinin iyi gelmesi onu rahatlattı. Ona geldiği geceki boğuk sesi ve görüntüsü geldi gözünün önüne ve hemen kovdu düşüncelerini. Düşünmeyecekti. Geçmiş, onu ağına düşüremeyecekti.
Komşusu, yeğeninin bir hafta önceki düğün fotoğraflarını telefonundan gösterdiğinde yakın gözlüklerini takıp fotoğraflara bakmaya başladı. Düğüne giydiği elbiseyi zevkli buldu. Gelinin arkadan çekilmiş fotoğrafı ile manzara çok güzel görünüyordu. Damat geline göre kısa boylu tıknazdı. Gelinle yanak yanağa çekilmiş fotoğraf önüne geldiğinde, “Gelinimizin Bostancı’daki evinde oturacak gençler.” cümlesi kulaklarında unutamayacağı bir uğultu bıraktı. Cırcır böceklerinin rahatsız edici sesi, zakkumların rüzgârda salınışına eşlik ederken, deniz her zamanki maviliğini cömertçe sergiliyordu.
edebiyathaber.net (24 Ağustos 2023)