Bir artı bir evde malikânede yaşıyor gibiydik. Samanlık seyran olur misali.
Şiirler okuyarak âşık etmiştin beni kendine, hatırlıyor musun?
‘’Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner,
Çayırları büyürken görürüm’’ diye, İlhan Berk’in dizeleriyle.
Bir kanepenin üzerinde, bir battaniyenin altında, ayaklarımız dışarıda, keyfimize bakardık. Ve sen devam ederdin okumaya
‘’Öyle bir yazdı ki
Sanki gökyüzünde oturuyorduk
Seni öpmek gökyüzünü öpmek gibi
Mavi bir şeydi’’ derdin Haydar Ergülen’den ve de öperdin ıslak öpülmeye hazır dudaklarımdan.
Tam o döneme denk geldi işte liseden eski kankamı bulmam. Birbirimizi bulunca ne kadar mutlu olduk. Ahh eski günler, eski sevgililer, ergenlik dolu saçmalıklar. Anlatıp anlatıp gülerdik onunla buluştukça. Seni de ortak istedim bu mutluluğa.
Bir kafede buluştuğumuzda, aranıza oturmuştum. Bir sana, bir ona anlatıyordum. Onu sana, seni ona anlatıyordum. Küçücük evimiz var, nereye gitsek birbirimizi gördüğümüz, bir kanepemiz var, beraber paylaştığımız, bir tek battaniyemiz var, sımsıkı sarıldığımız diye…
Sen bana derdin hep ‘’ dilinden bal damlıyor, anlatsana ‘’ diye… Sözcüklerimden damlayan balın tadını merak edeceğini hiç bilemezdim.
Arkadaşımı eve davet ettiğimde getirdiği hediye, yeni bir battaniye idi. O zaman ürpermiştim sadece. Âmâ ah işte, iğrenç ve soğuk gece, üşüyüverdim birden. İşte o gece dakika dakika ilerledikçe, artık ona da şiirler okuduğunu anlamıştım. Aynı bakışlardı, iyi tanırdım, iyi bilirdim. Şiiri hem okur, hem de şiir gibi bakardı, içine işlerdi nakış nakış her bir dize.
Ertesi gece bir film bulduk izlemek üzere. Yeni battaniyeyi aldı üzerine, kanepenin diğer köşesine kıvrılıverdi. Tam o gece gördüm evin ortasındaki buz dağının oluşmasını. Bütün gece film izler gibi yaptım, aslında National Geographic’de bir doğa olayını izliyordum küçücük bir artı bir ‘de.
Sonraki günler evde hırkalar giymeye başladım, yün çoraplarımı çıkardım çekmeceden, bazen eldivenlerimi takıp oturuyordum.’’görmüyor musun buz dağını, evin ortasında ‘’diyordum. Saçmalama, bir doktora git, diyordu.
En sonunda dayanamadım, sordum, hangi şiirleri okuyorsun ona, diye. Yoksa yoksa ona da mı Haydar Ergülen okuyorsun, dedim kıskançlıkla. Cevabı yoktu sanırım.
Çok üşüyorum çok. Buzdağı gittikçe büyüdü, bir artı bir ‘de.
O bir tarafta, ben diğer. Vuruyor duvara, çıkar beni buradan, diye.
Vurma boşuna diyorum, yıkamazsın, eritemezsin.
Çıkamazsın da hatta benim elimde buz dağının anahtarı, diğer elimde de kitabının arasında bulduğum ikinizin fotoğrafı.
Duvarın ötesinden, ’Ona söyle, merak etmesin beni.’’Diyorsun ya hala, yıkılıyorum.
Buluşalım dedi eski kankam geçen gün. Konuşamıyor, sadece bakıyor bana melun melun, nerede o der gibi. Bir ara cesaretini toparlayıp sordu yine de ‘’ nerede o, günlerdir yok yanında ‘’ diye. Memlekete döndü, dedim. Zevkle izledim çöküşünü, hunharca.
Kaç gün geçti farkında değilim, evimizin ortasında bir buzdan duvar ile yaşadığımız. İki battaniyede üzerimde. Artık senin tarafından da hiç ses gelmez oldu. Kulağımı dayıyordum buzdağına, bir ses, bir nefes işitebilir miyim diye?
Uzattığım yemekleri de almaz oldun artık, acıkmıyorsun sanırım.
Sessiz ve karanlık burası şimdi ve de çok soğuk.
Bir artı bir ’de iki kişi başladık hayata, iki kişi ile de bitecek bu hikâye…
Nazan Çinko kimdir?
1964 Bandırma doğumlu. 12 yaşından beri günlük yazıyor. Yazdıklarını, ”Öğretmenin Kaleminden” adlı bloğunda yayımlıyor. Emekli kimya öğretmeni.