Öykü: E Eşittir Em Ce Kare | Deniz Eldam

Ocak 17, 2023

Öykü: E Eşittir Em Ce Kare | Deniz Eldam

Gazetemi katlayıp sehpaya bıraktım. Salonda karşılıklı yattıkları yataklardan bana bakıp gülümsüyorlar. Annem ölmek, karım doğurmak üzere. İkisinin de yataktan kalkması yasak. Karımın karnındaki kütleyle annemin beynindeki kütleyi bazen karıştırıyorum. Özellikle birinden biri geceleyin beni uyandırıp çağırdığında. Hangi kütleyi sevecektim, hangisi iyi, hangisi kötü huyluydu. Nasıl dua edecektim, Tanrım karımın içindeki küçülüp kaybolsun, annemin beynindeki büyüyüp doğsun muydu. Yanlış bir şey olmasın diye duayı kestim. Kafam karmakarışık, özellikle geceleri.

Ben de berjerimden onlara gülümsedim. Pazar öğleden sonrası için ortalık fazla sessiz. Nazife Hanım’ın yokluğunu kaos çıkararak kutlarlar ama bugün farklı. Annemin serumu tıkanmadı, karımın sancısı tutmadı, ikisinin de tansiyonu normal. Pek hayra alamet değil ama bakalım.

Telefonumun ekranı aydınlandı.  İstediğiniz ekspertiz raporu ektedir.

Raporu inceledim, düşündüğümden fazla hasarı var. Zaten en baştan beri mantıklı gelmiyor bu motor işi, özellikle kütleler bu kadar büyümüşken. O depozitoyu verirken ne düşündüysem. Anneme bakınca hemen hatırladım. Enerji eşittir kütle çarpı ışık hızının karesi. Kaçıp kurtulmanın formülü. Kütleler büyüyünce gereken enerji de büyüyor. O enerjiye motorla ulaşmam imkânsız ama denemek güzel olurdu, zaman buldukça yani. Işık hızı olmasa da 600cc bir motor dört saniyede yüzü görüyor, gazı kökledim mi iki yüz elliyle oluşan rüzgâr da özgürlük gibi bir şey.

Annem formülü uygulayıp benden kaçtığında altı yaşındaydım, kütle küçük tabii, yirmi kilo anca varımdır, epey kolay oldu onun için.  Ama beyninde bir kütleyle geri döndüğüne göre formül bir yerlerde çuvallamış. Bacaklarıma baktım, kısaldılar, yerden kesildiler, koltuğun ucuna kadar ancak geliyorlar. Annem ekoseli döpiyesiyle karşımda. “Sadece iki yıl,” diyor. “Göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Oradaki ağbilere, ablalara ders verip geleceğim. Bak, sana istediğin o uzaktan kumandalı arabayı aldım. Hem yalnız değilsin ki, Madam Broşe de burada.” Annemin üç dört adım arkasındaki Madam Broşe başını sallıyor, ensesinde sımsıkı topladığı topuzundan kurtulan bir tutam saçı yerine sıkıştırıyor.  Annemin sadece iki yıllığına gitmediğini o adı gibi biliyor. Annem elindeki arabayı uzatıyor, almıyorum.

“Ne diyorsun bu yatak işine,” dedi annem yüksek sesle.

Ekspertiz raporunu kapadım, telefonu gazetenin üzerine koydum.

“Hangi yatak işine?”

Deminden beri anlatıyorlarmış ya, aklım neredeymiş. Bir yatak da bana almalıymışız, ikisinin arasına. Böyle zor oluyormuş. Bazen seslendiklerini duymuyormuşum, yatak odasından salona gelmem uzun sürüyormuş. Neredeyse hiç ortak noktası olmayan annem ve karım belli ki bu konuyu daha önce konuşmuş, belli ki bu saçma sapan fikir ikisinin de aklına yatmış. Şimdi baş ucumu ne tarafa koymamız gerektiğini tartışıyorlar. Hadi annem tamam da karıma inanamıyorum. Kütleler arası çekim sanırım.

Karım annemle tartışmayı bıraktı, bana döndü.

“Böylelikle yine yan yana uyuyabiliriz,” dedi. “Senin kâbuslarına da iyi gelir.”

Annemin yanında pat diye söyleyiverdi bunu. Karnının içindeki kütle söylediği, istediği, yaptığı her şey için mazeret.

“Ne kâbusu,” dedi annem.

Karıma yaptığını beğendin mi bakışı attım. “Yemeği fazla kaçırınca kötü rüyalar görüyorum da,” dedim. “Elimi kolumu, bacağımı fazla savuruyorum, onu diyor.”  

Lisedeki havasız yatakhaneden sonra annem ve karımla paylaşacağım başka bir yatakhane yaratıyoruz şimdi. Benim de bir kütlem olsaydı, bütün bunlara itiraz edebilirdim belki. Ayağımdaki nasır kütleden sayılır mı.

Annem karıma baktı, sonra tekrar bana dönüp gülümsedi. “Bugün sipariş verelim. Bak, gör senin için de daha iyi olacak. Geceleri salonla yatak odası arasında mekik dokumaktan kurtulacaksın.” Annemin kütlesi de en az onun kadar bencil, üstelik daha ikna edici. Neredeyse bunun gerçekten benim lehime olduğuna inanacağım.

Ayağa kalktım, iki elimle oturma takımından kalan tek parçayı, yağ yeşili berjeri gösterdim. “Peki ama bu koltuğu ne yapacağız?” Berjerin beni kurtarmasını umuyorum, nasıl olacaksa.

“Düşündüğün şeye bak,” dedi karım. “Depoya ötekilerin yanına koyarız. Yataklar gidince takımı tekrar yerleştireceğiz zaten.”

Herkes yatakların gideceği o anı düşündü sanırım, çünkü uzun bir sessizlik oldu.   

Karım pişman. “Yani,” dedi i’yi uzatarak. “Çok sonra. Çok çok sonra. Allah geçinden versin,” diye ekledi.

“Her şey zamanında olsun,” dedim.

İkimiz de anneme baktık. Pikesinin üstündeki tiftikleri topluyor. Bu işe bir süre devam etti, sonra pikeyi açıp içinden bir paket çıkardı. Gülümseyerek uzattı.  

Açtım, bir çift çorap.

“Internet’ten aldım, merserize, teri emiyor. Ayaklarının kuru kalması lazım, terden geçmiyor o mantar, ben sana söyleyeyim.”

Yatağın yanındaki düğmeye bastı. Başını dikleştirdi. “Giy bak, yumuşacık.”

“Nasır o,” dedim, “mantar değil.”

Çorapları sehpaya, gazetenin üzerine bıraktım. Annem benden önce toparladı.

“Neydi o mobilya marketinin adı, en basitinden bir tane sipariş ediver işte.”

Karım ayakucundaki yastığı işaret etti, belinin arkasına koymam için biraz doğruldu. “Ebatlarına bakmayı unutma, ayakların dışarıda kalmasın, gerçi Finler de senin gibi uzun boylu ama.”

“İkea İsveç markası,” dedim.

Önce annemin küçülmüş bedenine, sonra karımın dağ gibi karnına, en son da kendi bacaklarıma baktım. Gerçekten de uzunlar. Ayaklarımı terliğin içinde sıktım, serçe parmağımın üstündeki nasır sızladı.

Annem gözlüklerini taktı, cep telefonunu kurcalıyor. “Bu Finler için Türk diyorlar, sen ne diyorsun.”

Karım da telefonunu aldı. “Televizyonu açsana. Ekrana yansıtayım, beraber seçelim yatağı.”

Kumandaya uzandım, televizyonu açtım. “Olaya dil açısından bakarsak, Ural- Altay dil ailesinin en batıdaki kolunu Finler oluşturur,” dedim. Bunu gerçekten söyledim mi. Bari Fin, Moğol, Tunguz dillerindeki şahıs ekleriyle zamirlerin  benzerliğini de ekleyeyim tam olsun. Annemin kütle bu detayı sevebilir. Kütleleri hoş tutmak lazım.

Karım telefonunu ekrana yansıttı. Sarı mavi logonun altında ana sayfa belirdi.          HEMNES divanda dört fonksiyon bir arada. Tek kişilik yatak, çift kişilik yatak ve çekmeceli depolama alanı. Dört fonksiyonu bir arada barındıran HEMNES divan, sade çizgisiyle her eve uyar. Hayırlı evlat, fedakâr koca, sabırlı hastabakıcı. Kütleler arası bir hizmetçi.  

Annem parmaklarıyla şakaklarını ovuşturdu. İşte kütle onu yine Sorbonne’a ışınladı. Amfilerden birinde, kürsüde. Bize bakıyor, elinde kalan iki öğrenciye. Gözlüğünün üstünden aramızda bir noktaya kitlendi, sesini hafiften yükseltti. “Tarihi açıdan baktığımızda da durum aynı,” dedi. “Ural Dağları’ndan kuzey batı yönüne doğru yayılmışlar. Rus milliyetinin doğumuna dek de oralarda rahat bir şekilde yaşamışlar işte.”

Karım menüden yatak odası seçeneğini tıkladı.” Kimler,” diye sordu.

“Kimler olacak, Votyaklar, Ostyaklar, Samoyedler. Moskova’nın doğu kısımlarındaki Finler işte.”

Annemin kütleye bak, dün ne yediğini unutuyor, Avrupa Tarihi 101 naklen yayın. Geçen gün de Nazife Hanıma İttihat ve Terakki Partisi Dönemini uzun uzun anlatmış. Kimi yakalasa tarih anlatıyor. Elinde kalan tek şey bu, profesörlüğü.

Karım ekrandaki görüntüyü büyüttü. “Bakın, bu tam bize göre. Huş ağacından, doksana iki yüz. İki iş günü içinde de kargoya veriyorlarmış.”

Annem başını salladı. “Şu çaylarımızı karıştırdığımız tahta çubuklar var ya, işte onları bu ağaçtan yapıyorlar,” dedi. “Çinliler tabi, biz değil. Biz onlardan satın alıyoruz. Ağaçtan çubuk yapmak çok zor ve pahalı bir iş sonuçta.”

Karım gözlerini devirdi, yatağı sepete ekledi. “Başka bir şey lazım mı? Yapıyorum ödemeyi.”

Neiden Luröy yeni yatağım. Huş ağacından. Hepimizin gözleri ekrandaki yatakta.

“Finler’in saunada bu ağacın dallarından oluşturulmuş demetlerle bedenlerine vurarak tenlerini kızarttığını biliyor muydun anne.”

“Sauna mı, ne saunası. Üzerimde iç çamaşırlarım olmadan, tek başıma, beş dakika duş almaya bile razıyım. Nazife’nin bir an önce bitsin diye aceleyle oramı buramı dürtmesinden bıktım.”

Annem yatağını indirdi, gözlerini kapadı, elini alnına bastırdı.

Kütlenin canını daha da sıkmak istedim. Sordum. “Madam Broşe’yi hatırlıyor musun?”

Annem ve kütlesi duvara doğru yan döndüler. “Bizim Nazife kadar kötü müydü?”

“Bazen hâlâ rüyama giriyor,” dedim.

Karım yansıtmayı durdurdu, ekran karardı.

“Hafta sonuna kalmaz gelir. Berjeri iyice köşeye çekersen, sığar bence.” Bacaklarını yataktan aşağı sarkıttı. “Tuvalete gitmem lazım.”

Kolunun altına girip yürümesine yardımcı oldum. Elimi karnının üstünde gezdirdim. “N’apıyor bakalım bizim kütle,” dedim, der demez pişman oldum. Hormonlar şimdi canıma okuyacak.

Karım gülümsedi. Elini elimin üstüne koydu, karnının üstünde küçük daireler çizdi. “Doğru,” dedi, “şimdiden etrafında pervane olduğumuz minik bir kütle.” Başını kaldırdı. “Kütlenin korunumu yasasını bilir misin. Kapalı bir sistemde,” dedi durdu, ellerini boşlukta iki tarafa açarak etrafı gösterdi. “Var olan kütlenin sabit kalacağını belirten yasadır.” Konunun kimya yasalarıyla ilgili olmadığını anladım ama tam olarak ne demek istediğini anlayamadım. “Kütlenin durumu yeniden düzenlenebilir fakat yaratılamaz veya yok edilemez. Bir sistemde büyüyen bir kütle varsa yani,” dedi, “o sistemde başka bir kütlenin yok olması gerekir.”  Külotunu indirmem için elbisesini yukarı sıyırdı. “Yani,” dedi, “var olan şey yok, yok olan da var edilemez. Sadece birinden ötekine dönüşür.”

Külotunu yavaşça indirip tuvalete oturmasına yardımcı oldum. “Sen okulunu özledin sanırım,” dedim. “Öğrencilerin de seni özlemiştir.”

Arkamı dönüp musluğu açtım, ellerimi suyun altına tuttum.

“Artık külotumu indirdikten sonra hep elini yıkıyorsun. Yoksa bizden iğreniyor musun?”

Aynadan gülümsedim. “Su sesini duyunca çişini daha çabuk yapıyorsun. Külotunu çektikten sonra yıkıyor muyum ellerimi hoca hanım?”

Başını kalçama dayadı. Şimdi onun da gülümsediğine eminim. Çişini yaparken sordu. “Korkuyor musun?”

“Ölmesinden mi?”

“Evet, seni yine bırakıp gitmesinden.”

“Biraz,” dedim. “Peki ya sen? Sen korkuyor musun?”

“Neden?”

“Onun gibi berbat bir anne olmaktan.”

“Bitti,” dedi. Ona döndüm, ayağa kaldırıp külotunu çektim.

Ellerini yıkarken, “Korkmuyorum,” dedi. “Sen de korkma, kütle korunacaktır.”

Küveti gösterdi, “yıka onu,” dedi. “Sonra da o motosikleti al.”

İçimden bir sıcaklığın yükseldiğini hissettim, motosiklet baktığımı nereden biliyor.  Klozetin kapağını kapayıp bu kez ben oturdum. Başımı karnına yaslayıp sarıldım. Parmaklarını saçlarımın içinde dolaştırdı.

Tekrar kolunun altına girdim, salona döndük. Berjerime oturdum, serçe parmağımın üstündeki kütle çorapları giymek istedi, onu dinledim.

“Nasıl yakıştı mı?”

Annem dönüp ayaklarıma baktı, gülümsedi.

Yerimden kalktım, yanına gittim. Serumunu çıkardım, dizlerinin ve kollarının altından kucakladım. Banyoya götürüp soymaya başladım. Üstündekileri tek tek çıkardım, geceliğini, sütyenini, külotunu. Hiç itiraz etmedi. Küvetin içindeki tabureye oturttum. Elime biraz şampuan döküp saçlarını köpürttüm. Lifi sabunladım, memelerinin altını, kırışıklıklarının arasını, her yerini bir güzel yıkadım. Acele etmeden, yavaş yavaş.

edebiyathaber.net (17 Ocak 2023)

Yorum yapın