‘’Abi bi masal anlat be!’’ dedi. ‘’Ulen gebeş, dalga yapma len,’’ diyecektim ama yüzüne bakınca vazgeçtim. Yanakları içine içine göçmüş, gözleri baktığı yeri görmüyor ama yine de kapanmaya direniyordu. Onun yerine ‘’Oğlum ne bileyim ben masal, kafam masal gibi olmuş zaten,’’ dedim. ‘’O zaman kendi hikâyeni anlat be abi,’’ dedi, ellerini ateşe tutmuş, minderi altına çekmişti. ‘’Nağme yapma be, sanki bilmiyorsun,’’ dedim. Hava soğuktu, çocuğun suratına bir kere daha baktım. En fazla iki gündür buralardaydı, daha önce hiç görmemiştim, yani sahiden bilmiyordu. Hem bu yüzden hem de bizim buradaki çocuklara benzemediğinden, yani anasının babasının elinden tutan dışarıdaki çocuklar gibi göründüğünden baştan incitmeyelim zırtapozu dedim. Zaten çelimsiz, kara kuru, incecik bir oğlandı. Galiba o gece kendimi gördüm onda. Sonradan anladım ama ona bakınca kendime acıdım yeminle. Yani şimdiki kendime değil, o zaman ki kendime. ‘’Yaşın kaç senin?’’ dedim. ‘’13 galiba abi,’’ dedi, ‘’Yani tarihi tam bilmiyom da, yıl olarak 13 galiba abi.’’ Bizim bebeler gibi iki lafın arasına yirmi tane küfür de sıkıştırmıyordu konuşurken. Öyle olunca bir tuhaf geldi. Kendime çeki düzen verdim anlamadan. Çocuğa bir kere daha baktım, kendime baktım, onun yaşlarındaydım buralara ilk geldiğimde, beş yıldır da buradaydım. Aha işte tam burada, üzerinden milyon tane arabanın geçtiği şu koca köprünün tam altında. Karanlıktı, yanına oturdum. İçim ısındı velete, arkamı dönüp de gidemedim valla. Bizim de birilerine ağabeylik yapma vaktimiz gelmişti demek ki. ‘’Masal bilmem ben, arada bir delikte kitap verirlerdi bize ama ne zaman kitabın ortasına gelsem her seferinde fırlatıp attım. Sonra bizim çocuklardan biri dedi, meğer hep mutlu bitiyormuş bunların sonu. Benim mutluluğa alerjim var oğlum, hiç çekemiyorum. Ne zaman mutlu birini görsem hep bozasım geliyor. Bir kız kardeşim var. Sadece onun mutluluğu dokunmuyor. Onun da keyfi kıyak zaten. Evden, o pezevenkten kurtulduk ya, nerede olsa yaşarım kafasında. Tamam len anlatacağım sana masal. Bakma öyle mektep çocuğu gibi, gülceğim geliyor. Dalga yapmıyorum len, valla anlatacağım, sevdim seni,’’ dedim saçlarını karıştırıp. Önce bir sigara ateşledim. Önemli bir lafa başlarken hep böyle yapıyorlar, fiyakalı görünüyor. Ateşe iki üç çalı çırpı attım. Çocuklardan kimisi köşelerde uyumuş, kimisi de daha dönmemişti. Arabalar hala vızır vızırdı. Daha iki bile olmamıştı saat, çünkü anca iki gibi kesilirdi sesler. Dinine yandığımın şehri bir o zaman bize kalırdı. Çocuklar yavaştan gelir, ateşin başına dizilir, cigara döndürürdük. Kebap… Daha vakit vardı. Altıma kartonlardan birini çektim, sonra başladım anlatmaya.
‘’Bir varmış, bir yokmuş. Bir çocuk, bir de kız kardeşi varmış. Geri kalan her şey aslında yokmuş. Bu iki çocuk bir gün evden kaçmış. Ana baba kovmadı, biz kaçtık. Aslında evi de sadece gece yatarken görüyorduk. O yüzden çok da bir kayıp vermedik anladın? İki gün sonra biraz para almak için geri döndüm. Bizim baba içkici, gittiğimizi bile anlamamış. O yüzden kaçmış da sayılmayız aslında. Neyse ayrıntılara girip sütü bitmiş bebe rolleri oynamayayım şimdi. Bilirsin, sen neden buradaysan ben de ondan buradayım işte. Başta biraz dayak yedik buralarda. O zamanlar senin gibiydim ben de. Babadan çaldığımız parayla toptan peçete aldık. Orda burada peçete sattık. Oraya gittik peşlediler, buraya gittik peşlediler… Bırak sigarayı, ekmek alacak para yok. Cepte biriken ekmek kırıntılarını yiyoruz o zamanlar. Sonradan kuşlara vermeye başladı bizimki o kırıntıları, cebe bir iki bozukluk girince, ekmeğin sahisini bulunca yani. Bakma öyle, cebe bozukluğu peçete satarak koyamıyorsun. Saftık o zamanlar, biz de öyle sandık. Kendimizi böyle döndürürüz sandık. Ama bir gün önümüze şekerden bir ev çıktı. Bak yeminle böyle bir şey yok. Vitrini bir dizmiş şerefsizler, pasta, kek, börek, çörek ne ararsan var. Biz bakakaldık tabii. Ama nasıl açız! Kırıntı bile bitmiş. Eve de dönemiyoruz bizim baba ayıkmıştır durumu diye. Çünkü bayağı bir yürütmüştük, bir aylık şarap parası, gidersek ayık olacaktı. Neyse, ben dedim ki sen burada bekle, ben iki dakikaya geliyorum. O zamanlar ikimiz de çalmak nedir bilmiyoruz, daha acemiyiz yani. Ben girdim dükkâna. İçerde meğer iki aynasız varmış. Zaten ben bendeki şansa… İlk hırsızlığım böyle oldu. İki saniyede enselendim. Anlatmaya bile değmez. Beni deliğe attılar işte. Sonrası yok. Hatırlamıyorum,’’ dedim. İnanmıştır herhalde. Hatırlıyorum. Bir sigara daha yaktım. Buna baktım. Ateşi izliyordu. ‘’Sen girdin mi len yoksa deliğe?’’ ‘’Yok abi,’’ dedi, ‘’Yani benimki başka delik. Anam babam yok, tanımıyom. Çocuk esirgemeden kaçtım. Beş gün oldu kaçalı. Öldürseler dönmem daha oraya.’’ Yutkundu, gözlerini sıktı. Kafamı çevirdim, bakmadım o yana. ‘’Abi bi sigara da bana versene be! Diğer çocuklardan istedim ama bir tanesi bile vermedi şerefsizlerin. Bunu saklayacam, sigaraları ne zaman bitecek, dumana hasret kalacaklar o zaman yakacam,’’ dedi. ‘’Yapma len,’’ dedim, ‘’Ben buralarda olmam, atlarlar üstüne deyyuslar, ne anasının gözü onlar, koklatmazlar sana.’’ ‘’Haaa, bak bunu alırlar,’’ dedi. ‘’El kol yapma len bana armut,’’ dedim, sıkıştırdım bunun kafasını kolumun altına. Güldüm, ben gülünce o da güldü, o gülünce ben daha bir güldüm. Bizimki kalktı, üstünü başını düzeltip yerleşti yerine. İlerde, karanlıkta bir iki karton kıpırdadı. Biri horlamaya başladı. Bir diğeri sırıtarak selam verip on adım ötemize yığıldı kaldı. ‘’Sonra abi,’’ dedi bizimki, ‘’Sonra ne oldu?’’
‘’Bak şimdi,’’ dedim, ‘’Her şey buradan sonra matraklaşıyor. Acayip bir şey, delikten kaçtıktan sonra burada beni bilmeyen eleman kalmadı. Neden? Çünkü en babaları buldum ütmek için. Yok len, öyle her cebe el uzatmadım. Racona sığmaz. Amma fiyakalı kelime bu da, ama devri geçti. Bak dur mutlu sona geliyorum. Uyudun mu len pinpon? Kaçtıktan sonra ilk önce kardeşimi buldum zaten. İki yılda büyümüş, güzelleşmiş, küçük kız çocuğu gitmiş yerine ağır ablalardan biri gelmiş çöreklenmiş. Onu görünce kendime baktım, ulen ben de büyümüşüm. İnanamadım. Tutuştuk el ele, o şekerden eve gittik birlikte. Saat gecenin körü… Dükkânın önünde el ele duruyoruz ikimiz. Film gibi. Ben bir tek onun mutluluğuna katlanabiliyorum. İlk kez güldü. ‘’Ulen,’’ dedim. O kadar. Sadece ‘’Ulen,’’ diyebildim. O yerden bir taş aldı fırlattı vitrine. Bir anda bütün sokağa yıldız yağdı şerefsizim. Her şey çok güzeldi. Sadece iki saniye sürdü. O zamanlar burada olsaydın sebeplenirdin sen de kekten, börekten. Herkese dağıttık. Çay da demledik. Tabii oğlum biz de keyif sürüyoruz arada. Topla len kafanı, omzuma düşüp duruyor. Oo sen uçmuşun. Aha kaçırdın mutlu sonu. Yok abi biz mutlu sonlara hiç mi yetişemeyeceğiz ya?’’ dedim, baktım yanımda yığılıp kalan bir başka eleman yerden kafasını kaldırmış sırıtıyor bana doğru. ‘’Abi o pastalar, börekler neydi be! Kıymalılardan alsak ya yarın kahvaltıya?’’ ‘’Ulan,’’ dedim, ‘’sen masaldan ne anlarsın, bitki olsan yeşermezsin, siktir oradan.’’
edebiyathaber.net (23 Temmuz 2020)