Öykü: Eşek Köy | Fatih Selvi

Şubat 3, 2022

Öykü: Eşek Köy | Fatih Selvi

Kuşluk vaktiydi. Adamla Çırçır Çeşmesi’nin önündeki buluşmasına gecikmemek için acele ediyordu. Meşe çalılarıyla dikenli tel görevi görsün diye yükseltilmiş bahçe duvarlarını geçip bayıra çıkan çamurlu yola girince aklı tepenin üstündeki kayalıklara kaydı; kırk küsur yıl önce mahallenin çocuklarıyla tabancacılık oynadıkları birkaç metre boyundaki eciş bücüş kayalıklara. O kayalıkların etrafındaki çalılardan bubuç toplar, onları pet şişelere doldurur, üstlerine su ve şeker ekleyip çalkalaya çalkalaya ortaya çıkardıkları mor kahverengi sıvıya ‘el işi kola’ diyerek onu afiyetle içerlerdi. Yine bayırın o tarafında delikli tuhaf kaya parçalarını; dinozor fosili, eşek fosili diye toplayıp poşetlerle eve götürürlerdi. Annesi tarafından anında yok edilen, fosil oldukları sonsuza kadar ispat edilemeyecek görünen o taşların ve yerli kolanın bulunduğu yıllarla, yaşadığı anın arasını şimşek hızıyla ıvır zıvırla doldurup Çırçır Çeşmesi’ne vardı. Katır sırtındaki adamın buluşma yerine epey yaklaştığını gördü. Köyün yaslandığı büyük kel tepenin üstünde dolaşan berduş birkaç bulutu hızla beyaza çevirip hacimlerini genişleterek göğün kontrastını artırdı. Adamın aralıklı dişlerinin arasına güç bela işitilen bir ıslık yerleştirdi. Kumrular, çiy yemiş otların üstüne sihirli, hüzün dolu notalar damlatıyordu. Köyün erkenci kadınları sobalarını çoktan yakmış, kesif, nemli meşe dumanlarının göğe neşeyle karışmasını umursamadan iş telaşına kapılmışlardı. Horozların gösteri saatiydi, adam katırından atladığında, pek uzak olmayan bir yerlerden koyun zilleri ve köpek havlamaları, bu serin köy sabahının anlatılması elzem bir ayrıntısı olarak çoktan işitilir olmuştu.
Bütün iş bittiğinde, et kokusunu kocaman boğumlu parmaklarından Ferit’in eline bulaştıran iri yarı adam taze eşek derilerini sırtına vurdu ve ıslık çala çala katırının sırtına atladı. Yabani ve memnun gözlerle bir an Ferit’e baktı ve uzaklaştı. Tamamen gözden kaybolduğunda Ferit, aceleyle çeşmenin arka tarafına yaslanıp gözlerini kapadı ve hemen uykuya daldı.
*
Gözünü açtığında kendini, göğsüne düşmüş çenesiyle, kirden nefti yeşile dönmüş kadife masa örtüsünün bulanık sularındaki dalgalara teslim olmak üzere buldu. Örtüye sinen sigara külü ve sığır pisliği kokusu iç bulandırıcıydı. Vakit ikindiyi geçmişti. Aşağı caminin bitişiğindeki kahvenin bahçesinde oturduğunu hatırlatan gözde eşeği Damat’ın melodik anırtısı, kafasına bir serinlik hissi veriyordu. ‘‘Fa-mi-fa-mi’’ tekrarlarını kullanarak tasarruflu bir beste üzerinde çalışan şakacı hayvan, eslerde çimen kokan yapışkan dilini Ferit’in ensesinde gezdiriyordu.
Eşeklerle geçirdiği uzun sürede, bu içli ve hüzünlü hayvanların sanata yatkınlıklarını fark etmiş, her duyguyu farklı bir anırtı ile dışa vurduklarını, en az on dört farklı manaya gelen anırtı şekline sahip olduklarını hayretle keşfetmişti. Açlık farklı, sıkkınlık farklı, sevinç farklı bir melodiydi. Damat’ın o anki bestesi ona pek bilindik gelmedi. Bir tür uyandırma alarmı olabileceğini düşündü. Damat’ın boynundaki kızıl tüyleri parmaklarının tersiyle okşayıp ayılmak için şadırvana gitti. Yüzünü gözünü yıkayıp masasına döndü. Kafasında hala çınlayan o ıslık, eşek derilerinin kokusuna karışarak içine ürperti veriyordu.
Kahveci Rıdvan çayını getirdiğinde o hala tepesindeki yaşlı söğüdün dallarında oyun oynayan kargaların arasında dolaşıyor gibiydi. Kahvedeki meraklı ve alaycı bazı bakışların kaşındırıcı yoğunluğunu üzerinde hissetti. Onları umursamamaya çalışarak çayından şekersiz, okkalı bir yudum aldı. Yine kara kara, işlerin nasıl bu hale geldiğini düşünmeye başladı.
*
Beş yıl önce emekli astsubay olarak, karısıyla beraber uzak bir kentten köyüne kesin dönüş yapan, kendini bağ, bostan, meyve ve arıcılık işlerine veren, sessiz sakin ve huzurlu bir hayat süren Ferit, yıllar önce artık işe yaramadıkları ve yem tüketmekten başka bir şey yapmadıkları düşünüldüğü için dağa ormana salınan eşeklerin zamanla çoğalıp sürüler halinde tarlalara zarar verdiğini, bazı kızgın köylülerin ise eline silahı geçirip eşek avına çıktığını, birçok eşeği telef ettiğini işitti. Hayvanları çok seven Ferit’in aklına bu eşekleri ehlileştirmek, onlara yaşam alanı sunmak ve böylece köylünün gazabından kurtarmak fikri geldi ve hemen kolları sıvadı. Zamanla kendini, köyün etrafındaki ormanlık alanlardaki, dağdaki, bayırdaki hergele eşekleri yakalayıp evinin avlusundaki eski sığır damına kurduğu ahırda ıslah etmeye adadı. Onları uyuşturucu iğnelerle bayıltıp Şaban’ın yardımıyla kamyonetine yüklüyor ve ahırdaki türdeşlerinin arasına götürüyordu. Ahır, Ferit’in geldiği senenin sonunda elli bir erişkin eşeğe, on iki de sıpaya sahip oldu. Babadan kalma evinde karısı Şaziye ve yardımcısı Şaban’la bütün bu işlerin üstesinden gelmeye çalışıyorlardı. Yeni eşekler eklendikçe büyüttüğü ahır, iki dönümlük bir araziye yayıldı.
Hasta eşekler için çağırılan bir veterinerin, şehirdeki yerel gazete muhabiri arkadaşına heyecanla ahırdan bahsetmesi üzerine, köydeki işlerin rengi tamamen değişti. Meraklanıp köye gelen eşekleri görüntüleyip gazetesinde habere dönüştüren muhabir sayesinde, köy yavaş yavaş ilgi odağı olmaya başladı. Haberden birkaç gün sonra birkaç aile çocuklarıyla köye gelerek ahırı buldular, bol bol fotoğraf çekerek sosyal medyada paylaştılar. Sonra köye yıldırım hızıyla, dalga dalga ziyaretçi akını başladı. İlk zamanlar gelenleri misafir kabul ederek yedirip içirmeye gayret eden Ferit, gün geçtikçe artık baş edemediği bu amansız kalabalıktan kurtulmak için ahırın kel tepeye bakan tarafına yeni bir yol açtırdı ve ziyaretçileri savmış oldu. Yeni yolun her iki tarafına paranın kokusunu alan kasap, simitçi, hatıra oyuncakçısı, kebapçı ve çorbacı türünden esnaf kolonisi yerleşti.
Ulusal medyada haberleri yapılan ve aylar geçtikçe dünya gündemine de düşen eşek ahırını öğrenen köylü, ilk zamanlar gelip ahırı merakla izliyor, eşekleri sevip onlara ot, saman ve yonca getiriyordu. O günlerde bu gurura ortak olmayı tercih eden köylüler mikrofonlara utangaç utangaç açıklamalar yaparak birkaç dakikalık ünün tadını çıkarıyordu.
Ferit’in şehrin turizmine bu umulmadık katkısından etkilenen Vali Feyyaz Davlumbaz, köyün ana yoluna ve eşeklere giden yola asfalt döşetilmesini sağladı. Uzun uğraşlar sonunda Şam’dan bir çift Lübnan eşeği, bir çift de albino İtalyan eşeği getirttirerek ahıra yeni eşek türleri kazandırdı. Dünya çapında ilgi odağı olan bu köye hediye olarak Chicago Eşek Çiftliği’nden bir adet Amerikan eşeği (attan bile iriydi), Toulouse’dan bir çift Fransız eşeği, Somali savanalarında yakalanan bir çift vahşi Somali eşeği gönderildi. Bu karizmatik Somalililerin kısa zebra çizgilerine benzer siyah beyaz yatay çizgili bacakları, kadifemsi gri, kısa, harika tüyleri, iri güçlü kaslarla kaplı çeneleri vardı. Geldikten kısa süre sonra ikiz yavrulayan dişinin arkasında dolanan sıpalar görülmeye değerdi. Yalnız bütün eşek türünün atası kabul edilen bilinen en eski bu tür ağılda durmaya pek gelmiyor, huysuzlanıyor diğer türleri ısırıp hırpalıyordu. Doğada özgürce dolaşmaya alıştıkları için Ferit onları sık sık bayıra salıyordu.
Bir sabah Şangay Hayvanat Bahçesi’nden safkan Tibet eşeği yani ‘’Damat’’ geldi. İnce uzun çenesi olan, beyaz tüylerinin üstüne; sırtından karnına, kulaklarına ve alnına serptirilmiş gibi duran kızıl tüyleriyle, ince uzun narin bedeniyle anında Ferit’i büyüledi ve öldüğü güne kadar ona yoldaş oldu.
Birkaç yıl içinde, Maymunlar Şehri Bangkok kadar meşhur olan bu köy, ‘’Eşek Köy’’ olarak anılmaya başlanmış, yerli ve yabancı turistlerin akın ettiği bir turizm bölgesine dönüşmüştü.
Fakat köylü zamanla, hayatlarından uzun zaman önce çıkarmış oldukları eşeklerin bu şaşaalı dönüşünden rahatsız olmaya başladı. Hemen hemen hepsi traktör sahibi olan bu köylüler, patozlardan biçerdöverlere çoktan terfi etmişken, süt sağma makinası, tohum makinası, su motorları, sulama tabancaları ile teknolojinin ensesindeyken, onlara geçmişin hayvan egemen tarım yıllarını hatırlatan eşek gibi huysuz bir hayvanın, sakin ve güvenli hayatlarına getirdiği bu baş döndürücü hareketlenmenin temposuna uymakta zorlanıyordu. Etraf yerli, yabancı turistle kaynıyordu. Köydeki o eski sakin hayatlarını artık sürdürülemez hissediyorlardı. Kahvede, evlerinde tarlalarındaki doygun, durgun ve dingin o eski düzenlerini bozulduğuna inanıyorlardı. Tarlada çalışırken bile meraklı turistler fotoğraflarını çekiyor, sorular sorarak onlara rahat vermiyordu.
Köylü insandan çok eşekle zaman geçiren bu adamın tuhaf buldukları eğiliminin sonuçlarına katlanmak zorunda kaldıkları için kızgındı. Zamanla ‘’Eşekbaşı’’ koydular lakabını. İnce ince alay etmeye başladılar yeni muhtar Kavanoz Hakkı önderliğinde. Yapılan şakalardan pek etkilenmediğini gördükleri Ferit’e ve eşeklerine bu sefer açıkça düşmanlık gösterdiler. İkindiden sonra köyde serbest bırakılan ve birkaç saatlerini ahır dışında geçiren hayvanların çevreye verdiği en ufak zararı bile kafasına kakıyorlardı. Anırtılarından, bahçelerine tarlalarına dalmalarından, sağa sola dışkılamalarından şikayetçi oluyorlardı. Zararlarının karşılanmasını istiyor, söyleniyor, hakaretler ediyor, eşekleri başıboş yakaladıklarında hayvanların canlarını yakıyorlardı. Ferit ses çıkarmadan köylünün zararlarını karşıladı, şikayetlerine itiraz etmedi. Onların hayvanlara alışmasını bekledi. Her değişimin, her hayırlı işin önce dirençle, horlamayla ve hatta düşmanlıkla karşılandığını, sonra her şeyin düzeldiğini, işlerin yoluna girdiğini öğrenmişti okuduklarından ve tecrübelerinden. Eşeklerin de artık köyün değişen demografisinde bir yer sahibi olduğunun ayırdına varmalarını, onların refahını ve saygınlığını arttırmalarına minnet duymasalar da en azından düşmanlık etmemelerini inatla ve sabırla bekledi. Onlarla hoşbeş etmeyi denedi, ahbaplık kurmak istedi. Köylüler kafalarına vurula vurula konuşulmasına alışık olduklarından, karşılarındaki bu tatlı dilli, ağırbaşlı adamın sinsi ve zararlı başka bir niyeti olduğundan şüphelendi bu sefer. Ferit’in çabaları bir bir geri tepiyor, köylü gittikçe yoğunlaşan ve can yakan bir öfkenin içine gömülüyordu. Bazen eşeklerin kuyruklarına teneke veya zil takılıyor, bazen tüylerine sakız yapıştırılıp, motor yağı dökülüyordu. O unutulmaz güne yakın tarihlerde bir Amerikan eşeği ile bir İtalyan eşeği karınları davul gibi şişmiş ve ağızları köpükle kaplı cansız bir vaziyette bulundu köyün çayırındaki kale direklerinin dibinde. Yine aynı günlerde İki Anadolu eşeği ise kırık bacaklarla sekerek ahıra döndüler.
Ferit, köy ve eşekler için verdiği bunca mücadelenin değerinin köylü tarafından anlaşılmamasına ve hatta düşmanlık görüp varlığından rahatsız olunmasına tahammül edemiyordu. Elli dört yıl önce Doğu Anadolu’nun çorak bir köyünden on iki yaşında bir çocuk olarak bir kamyonun kasasında ailesiyle, tavuğuyla, horozuyla göç ettiği, uzun yıllar uzaklarda yaşamış olsa da yazları, bayramları sık sık gelip gittiği, yurt, vatan bildiği, anasını babasını toprağına verdiği bu köyün insanları, onu bir zamanlar şehirlerde hissettiği o yabancılaşma duygusuna itiyordu. Onca eşeği ehlileştirerek köyün sürpriz bir şekilde gelişmesini, zenginleşerek meşhur bir turizm noktası olmasıyla ilgilenmemelerinin başka açıklanabilir bir sebebi olmalıydı. Birçok köylü on binlerce turist sayesinde iyi para kazanmış, işsizler iş sahibi olmuştu. Bütün iyi niyetiyle, bürokratik işlemlerin köyün gelişiminde hız kaybettirmemesi, köyün ihtiyaçlarına çok daha hızlı, dinamik yanıt verebilmesi için muhtarlık seçimine bile girmiş ancak üç oy alabilmişti. Buna rağmen kimseye küsmemiş aynı azimle çalışmalarına devam etmişti. Şehirden köye ek otobüs seferleri konusunu valiyle görüşmek için randevu gününü bekliyordu. Kalabalıklaşan eşek nüfusu için ek alan ihtiyacına binaen ilçe belediye başkanıyla görüşme planlanmıştı. Anıran eşek oyuncakları üretecek bir firma yetkililerini daha dün evinde ağırlamıştı. İnternette hatıra fotoğrafçısı arayıp bir kişiyle anlaşmıştı. Ayrıca eşek baskılı tişört, eşek maskotları, hatıra anahtarlık üretecek firmalar araştırıyordu.
Oldukça yorulan ve köylünün baskısından bunalan Ferit zaman zaman tası tarağı toplayıp bütün eşekleri dağa bayıra salarak köyü terk edip gitmek isteğine kapılıyordu fakat onun hayatı hem mecazi hem de gerçek anlamda savaşmakla geçmişti. Bırakıp gitmeyi, pes etmeyi, onca emeği çarçur etmeyi gururuna yedirmesi zordu.
*
Kavanoz Hakkı, Damat’ın diliyle Ferit’in yüzünü kalaylayıp, anırmasını izlemiş ve masasındaki köylülerle aralarında makarasını yapmıştı. Lakabının hakkını veren göbeğini hoplata hoplata gelip Ferit’e pis pis sırıtarak hacet gidermek için cami tuvaletine doğru yöneldi. Ferit, o anda Hakkı’nın yüzünde tuhaf değişiklikler olmaya başladığını fark etti. Kulakları hızla uzamaya başlayıp sivrildiler ve başından yukarıya doğru dikildiler, içlerini boz kıllar bastı, çenesi ve ağzı inatçı bir el tarafından adeta öne doğru çekilerek uzatıldı, dişleri ve dudakları genişlemeye başladı. İri pörtlek gözleri yuvarlak hüzünlü ok ok kirpikli güzel eşek gözlerine dönüştü. Lahana yaprağına uzanan bir eşeğin uzayan dudakları arasından fırlamış gibi gözüken iri dişlerle sırıtıyordu hala.
Kavanoz işini görüp tuvaletten masasına dönerken geniş kalçalarının arkasında sağa sola sallanıp masalara çarpan kuyruğun farkında bile değildi. Ferit, Hakkı’nın yanlarına yerleştiği, kahvenin giriş merdiveninin yanındaki masada oturan iki gencin de çoktan eşeğe dönüştüklerini fark edip neşelendi. Kara Mehmet’in oğlu Ömür’le arkadaşı Yampiri Yavuz, bardaklarını ön toynaklarına sıkıştıra sıkıştıra çay içiyordu. Kahvede maç izlerken hoplayıp zıplayan, el kol hareketi yaparak hakeme ve oyunculara sövüp duran genç eşeklerin salyaları sağa sola saçılıyor, masaları çifteleriyle parçalıyorlardı. Ne hikmetse kahveci Rıdvan, arıcı Halis ve imam Vahdettin Hoca, bu eşekleşme hadisesinden payını almamış, dalgın bir şekilde bir köşede baş başa vermiş, geciken yağmurları tartışıyorlardı. Bu inanılmaz olaylara karşı istifini hiç bozmayan Ferit ayağa kalktı, Damat’ın yularından tutarak hırsla doğruldu. Sırıtarak köyü ikiye bölen anayola tükürdü. Arkasında dönen tuhaflıklara aldırmadan aşağı mahalledeki evine doğru uzaklaştı.
*
Eski ahşap kapıdan geçip gözde eşeği Damat’ı avlunun ucundan kel tepeye doğru uzanan iki dönümlük dev ahıra soktu ve yüz on iki eşeğin ikamet ettiği bu tam teşekküllü ahırın içinde merakla ona çevrilmiş yüzlerce göze sevgiyle baktı. Dilini üst damağında şaklatmasıyla beraber eşekler koro halinde anırmaya başladı. Bir tür karnaval havasına kapılıp coşarak tepişen hayvanlar, birbirlerine kaba şakalar yapan erkeklerin düğün eğlencelerindeki gürültülerini çıkarıyordu. Ferit eşekleri öpecekmiş gibi dudaklarını ileri uzatıp dilini dişinde şaklatarak gösteriyi bitirdi. Terapisini sonlandırıp ahşap yaylı kapıyı iterek iç avludaki evine geçti.
Kafasını ezecek kadar alçak tavanın altında volta atarken tırnaklarını kemirerek çeşitli çareler düşünüyordu. Köylüye eşekleri bir türlü ısındıramamıştı. Hatanın nerede olduğunu bulmaya çalışıyor, yeni çözümler üretmeyi deniyordu. Aklına bir şey gelmedi. Evde duramayacağını anlayarak kendini dışarı attı. Şaziye bahçenin taş duvarının dibinde fasulye topluyordu. Ona sırtı dönük bir jaguara benzeyen tulumbaya yürüyüp kuyruğa asıldı. Akşamın serininde avuçlarına doldurup yüzüne çarptığı buz gibi su adeta yanaklarını tokatladı. Derin derin nefes alarak sancıyan ellerini yumruk yapıp ovaladı ve birden paçasına sürtünen bir yumuşaklığı hissetmesiyle yüreği ağzına geldi. Az daha dengesini yitirip suyun biriktiği kurunun içine düşecekti ki güçlükle toparlandı. Aylardır ortalıkta görünmeyen evin azman kedisi Yaşar’ın sedef gibi parlayan gözlerini fark ederek sakinleşti.
‘’Oğlum Yaşar, Allah cezanı vermesin, in misin, cin misin? Gecenin köründe mi evin yolunu keşfettin yabanın delisi?’’ diyerek eğildi ve Yaşar’ı okşamaya çalıştı ama vaşak iriliğindeki hayvan ona yüz vermeyip eve doğru seğirtti. Sundurma kalaslarından biri üzerinden çatıya tırmanıp gözden kayboldu. Sıkıntısı onu artık uyanık tutacak kuvvetini yitirmişti. Belgesel izlemek üzere evine döndü.
*
Eşek derisi ticaretine atılıp dayanıklı eşek derisinden ayakkabılar üreten Belalısı sakallının, hızla zenginleşerek hammadde ihtiyacını gidermek için ona ısrarla ortaklık teklif ettiği bir rüyada buldu kendini. Adam her gün kapısını aşındırıyor, eşeklerinden vaz geçmeyen Ferit’e yalvarıp yakarıyordu. Kapıda yatıyor, evin bacasına tırmanıyor, ‘’Gel etme! Ortak olalım beyim, hiç olmazsa yaşlıları huysuzları sat,’’ diyor, onu yıldırmak için her yolu deniyordu. Sonunda zora başvurmaya kalktı. Bir gece, eşek korosunun çığırtısına uyanarak doğruca ahıra koşan Ferit, sakallının on, on beş eşeği öldürüp derilerini yüzdüğünü, ortalığı kan götürdüğünü gördü. Korkan diğer eşekler birbirlerine sokulup Ferit’in öğrettiği şekilde imdat anırtısı çıkarıyordu can havliyle. Ferit’i gören sakallı adam bıçağı boynuna sapladığı Damat’ı öylece bırakıp soyduğu derileri omuzladı ve çiti aştığı gibi kel tepeye doğru sıvışıverdi.
Sabah gözlerini Şaziye’nin canhıraş bağırtısıyla açtı. Karısının ‘’Ferit koş hele, ahıra koş!’’ dediğini işitti. Paldır küldür ahıra yollandı. Gördüğü tablo korkunçtu. Damat’ın vücudundan ayrılmış kanlı kafası girişe asılmış, dişlerin hepsi görünsün diye dudakları telle yukarı aşağı gerdirilmiş, dişlerinin arasına bir sigara koyulmuş, tepesine de bir köylü kasketi kondurulmuştu. Zavallı Damat, adeta babasına sigara içerken yakalanmış bir ergen gibi sırıtıyordu. Dış kapının dibine yığılıp kalan Ferit, hıçkırıklara boğularak uzun uzun ağladı. Çocukluğunun geçtiği bu evi, babasının annesinin emekleriyle kurdukları ve bacasını tüttürdükleri bu yuvadaki mazinin acı tatlı türlü ayrıntısını bir müddet aklından geçirdi. Geçirdikleri güzel zamanları, yer sofrasında yedikleri ekmekli yoğurdun kesme çorbasının tadını, kardeşlerinin evlenerek bu evden teker teker gidişlerini ve askeri okul için kendi ayrılışını hatırladı. Kafasını kaldırıp Damat’a bir daha baktı ve yerinden hırsla ayağa fırlayarak soluğu ahırda aldı. Yüz on iki eşeğin ortasındaki geniş ve büyük kütüğün üstüne çıkan, heyecanla ve öfkeyle coşan Ferit, zihninde artık bir ordu olarak algıladığı eşeklerine şunları söyledi:
‘’Eşeklerim, benim güzel gözlü yiğit hayvanlarım! Biliyorum bundan aylar önce bana çok kızgındınız. Biliyorum, özgürce dolaşıp otladığınız, geviş getirip istediğiniz köşesinde yattığınız dağlardan, bayırlardan başka başka ülkelerden ve kıtalardan toplayıp getirdim sizi buralara. Günlerce, inatla anırdınız, duvarlara çifteler atıp tepindiniz ve benden nefret ettiniz. Sonra sizin düşmanınız olmadığımı fark etmeye, sizleri eğitmeye, daha becerikli donanımlı ve saygın hale getirmeye çalıştığımı anladınız ve beni sevdiniz. Size semer vurmadım, yular bağlamadım, sırtınıza binmedim, yük yüklemedim. Size eşitlikçi bir dünya sundum. İnsanlarla ortak yaşam kurallarını öğrendiniz, zamanınız gelince diğerleriyle eşit bir şekilde yiyip içmeyi, köy içine yerleştirdiğim eşek tuvaletleriyle olur olmaz yere dışkılamamayı öğrendiniz, medeniyeti tanıdınız. Size hakkınız olmayanı yememeyi öğrettim, olur olmaz anırıp milleti rahatsız etmemeyi. Modern çağın en gelişmiş eşekleri sizler oldunuz. Bir ıslığımla koro oldunuz, besteler yapıp bir ıslığımla şarkılar sonlandırdınız.
Eşeklerim! Zamanla köyün içinde özgürce dolaşmayı insanların içine karışmayı başardınız. Atalarınızın sırtından inmeyen, sopayı eksik etmeyen köylüye kin gütmeyip sevecen baktınız. Fakat onlar sizi sevmedi. Traktörlerini sevdiler, su motorlarını sevdiler ama sizden nefret ettiler, tekmelendiniz, sopalandınız ve küfürler işittiniz. Sizi görmeye gelen on binlerce ziyaretçi sayesinde köy gelişti. Kasabı, berberi, oyuncakçısı ve piknik alanları oldu. Köyün yakınında fabrikalar kuruldu, köylülerden birçoğu buralarda çalışmaya başladı, köyde işsiz adam kalmadı. Fakat size yönelik öfke, nefret bir türlü dinmedi. Buldukları yerde kuyruklarınızı yaktılar, zehirli ot yedirdiler, traktörlerle ezdiler, birçoğunuzu hunharca telef ettiler.
Sevgili canlar, zavallı dostlarım! Bu nankörlüğe, bu gözü dönmüşlüğe, bu mesnetsiz kinin zulüm ateşine artık bir dur demeliyiz. Bize yaşam hakkı tanımayan bu zalimlere engel olmalıyız ve eğer beraber hareket edersek olacağız da. Sözüme güvenenler, bizi korkak belleyip zulümlerini artıranlarla göreceğimiz hesap için peşimden gelsin. Sizi asla yarı yolda bırakmayan bu adamı yalnız bırakmayın canlar! Gelin ve hak ettiğimiz hayatı yaşamak için etrafımızı saran bu zinciri kıralım ve arzuladığımız adaletin huzuruna varalım!’’
Eşekler bu söylev karşısında söylenenleri tamamen anlamışçasına galeyana geldi. Emin ve sert adımlarla ahırdan fırlayıp evin kapısını açarak arkasına bakmadan sokağa çıkan Ferit’i takip etmeye başladılar. En küçük sıpalar dahil bütün eşekler sokağa döküldüğünde, bir tetikleyici bir işaret beklercesine, asık yüzünü onlara dönen Ferit’e sessizce bakıyorlardı. Bazı eşekler ön toynaklarıyla yeri eşeliyor, kafalarını sağa sola sallayıp derin derin ve gürültülü nefeslerle yeterli kararlılığa sahip olduklarını belli ediyorlardı. Ferit zafere hazırlanan bir yırtıcı general gibi uzun uzun ordusuna baktı. Gözlerinde şimşekler çakar halde, evin penceresinden korku ve üzüntüyle bakan ve olacakları sezen otuz iki yıllık eşi Şaziye’ye dönüp, ‘’Allaha emanet ol hanım,’’ diyerek vedalaştı. İki elini havaya kaldırarak, komşuları Gakçı Fatma’nın, Salak Sakine’nin ve Boz Arif’in de sonradan teyit ettiği üzere şöyle kükredi:
‘’Haydi, benim asil hayvanlarım, haydi onurlu askerlerim, gidin ve hak eden herkese dersini verin, hadsizlere hadlerini bildirin,’’ diye haykırdı ve o feci günün fitilini ateşledi. Eşeklerin en azgınlarından kül renkli iri kulaklı olan Amerikan eşeği kıçını karşı komşu Boz Arif’in kapısına döndü ve esaslı bir çifteyle, paramparça olup menteşelerinden kurtulan kapıyı avluya devirdi. Hemen üç beş eşek avludan geçip domates salatalık vesaire ekili bahçeye daldı. Yiyebildiklerini yiyor yiyemediklerini toynaklarıyla iyice çiğniyor, dişleriyle yakaladıkları sebzeleri topraktan söküp etrafa fırlatıyorlardı. Ön ayaklarının üstüne dikilip arka ayaklarıyla yüksekçe olan kapı, pencere, cam ne varsa indirdiler. İşlerini bitirip sokağa döndüler ve etrafa dağılmaya başlayan ana topluluğa yetiştiler. Akıncı birliğinin yaptıklarının benzerleri sıra sıra bütün evlerin başına gelmeye başladı. Sarı Tahir’in evinden çıkıp hayvanlara karşı koyması üzerine bu eşek kalkışmasının ilk kanı dökülmüş oldu. Elindeki meşe sopasını iri bir kara kulaklı eşeğin kafasına indiren Tahir, canı yanan hayvanın çiftesini göğsüne yiyerek evinin duvarına yapışıp kaldı. Sonradan kaburgalarında üç kırık ve akciğer zedelenmesi tespit edilen Tahir aylarca kan tükürerek hastanede tedavi gördü. Eşekler ortalığın tozunu dumana katarken, Ferit zaferden emin komutan güdüleriyle istifini bozmadan ordunun sevk ve idaresini sağlıyor, yıkıp dökme işleri abartılıp fuzuli hal aldığında dağınıklaşan ve kontrol dışına çıkmaya başlayan ordusuna çeki düzen veriyor, yeri geldiğinde bazı askerlerini paylıyor ve sağrılarını tokatlıyordu.
Ferit, hayatının en önemli anlarını yaşadığının farkındaydı. İnsanlarla geçen bundan önceki hayatının son gününü yaşadığını biliyordu, o sebeple finalin eşsiz olmasını istiyordu.
Asfalt anayola varan uzun kulaklılar ordusu, köyün en ucundaki evinden başlayıp yavaşça ve hoyratça yukarı mahalleye doğru ilerlemesini sürdürdü. Kızgın tek toynaklılar ordusu, aşağı camiye vardığında, bu trajik günün olayları tırmandırıcı safhası başladı. Caminin bitişiğindeki kahvede oldukça kalabalık bir şekilde oturan köylü, çay içip dedikodu etmekle, kâğıt, okey oynayıp birbirlerine kahkahalarla küfretmekle, maç izleyip hakem, futbolcu kalaylamakla ve karı kız muhabbeti yaparak sigara dumanlarını birbirlerinin suratına üflemekle meşguldü. Eşeklerin toplu halde kahveye yaklaşması ilk başta ilgilerini pek çekmedi. Ferit’in sevgili hayvanlarıyla böyle toplu yürüyüşüne ara sıra şahit olurlardı. Fakat Somali eşeğinin erkeğinin önden fırlayıp Kavanoz Hakkı’nın mabadını ısırması ve ön bacaklarıyla sırtına geçirdiği çiftelerle onu masadan uçurup karşısındaki Camgöz Cavit’e yapıştırmasıyla köylü, bir anda işin renginin bambaşka olduğunu kavradı. Diğer eşeklerin aman vermeden masalarda oturanlara saldırmasıyla hiçbiri kendilerini kurtaracak zamanı bulamadı. Kahve avlusu kısa sürede kafası gözü patlayan, orası burası ısırılan, kolu bacağı kırılan, inleyip ağlayan adamlarla doldu. Durum korkunç görünüyordu. Kara Mehmet’in Ömür, Yampiri Yavuz ve Kavanoz Hakkı aldıkları darbelerle Hakk’ın rahmetine erişmişti. Ayağı kalkabilecek kadar şanslı olanlar aceleyle sıvışıp evlerine silah almaya, ya da köyü velveleye vermeye yeltendi. Kahvedeki işini bitiren ordu yukarı mahalleye doğru yöneldi. Daha İskender’in bakkalına varmadan mezarlığa çıkan yoldan av tüfekleriyle ateş eden birkaç köylü belirdi. Açılan ilk ateşte dişi Somali eşeği karnından ve dünyalar sevimlisi yavrusu da başından vurulup öldü. Albino İtalyanlardan biri de arka bacağından yaralandı. Köylüler ikinci ateşi edemeden atağa geçen eşeklerden yedikleri okkalı çiftelerle etkisiz hale getirildi.
Ordu ilerlerken ana yolun kenarındaki evleri tahrip etmeye, cam, çerçeve, kapı indirmeye devam ediyordu. Ara ara ortaya çıkıp direnmeye çalışan köylüler acımasız çiftelerle ve ısırıklarla cezalandırılıyordu. Ferit ve ordusu, anayolu takip ede ede köy okulunu geçerek yukarı camiye ve caminin bitişiğindeki kahveye vardıklarında ortalık oldukça durgun görünüyordu. Kerem oğlu Mustafa’nın evinin karşısındaki pazar alanına aniden fırlayan onlarca köylü av tüfekleriyle yaylım ateşine başladı. Eşekler, sapır sapır dökülüyordu. Ferit, Mustafa Usta’nın evinin önündeki yaşlı çamın arkasına can havliyle sığındı ve kurşun vızıltılarının etrafında uçuştuğu saniyelerde ordusuna ‘’Saldırın evlatlarım!’’ diye emretti. Gözünü budaktan sakınmadan yiğitçe ileri atılan eşekler yaralarına ya da etraflarında vurulup yere yıkılanlara aldırmadan köylülere ulaştılar. Emirdağlı Hüsamettin çenesine yediği Amerikan çiftesiyle anında can verdi ve yere serildi. Köylüler atış menzili kalmadığında tüfek kabzalarıyla eşeklerin kafalarına vuruyor, eşekler de ısırarak ve çifteleyerek karşılık veriyordu. Savaşın bu aşaması tam bir meydan muharebesi şeklinde cereyan ediyordu. Tutunamayacaklarını anlayan köylüler, muharebe alanından geri çekile çekile ara sokaklara dağıldığında arkalarında sekiz tane feci şekilde can vermiş köylü bırakmıştı. Muzaffer Ferit’in, pazar meydanında yaptığı sayıma göre yirmi üç eşeği artık yaşamıyordu. Durumu ağır olan beş yaralıdan Lübnan eşeği daha köyü çıkamadan anıt çınarlığa beş adım kala nalları semaya dikti. Ordusunun daha fazla kayıp vermesini istemeyen Ferit, şifreli bir ‘‘toplan’’ ıslığıyla köylüyü takibe çıkmış eşekleri geri çağırdı. Tekrar bir araya toplaşan galip ordu, yakıp yıkarak yoluna devam etti ve nihayet köyü tamamen arkasında bıraktı.
Ferit, köyün dışındaki buğday tarlalarına ulaştıklarında köylüye vereceği son dersi uygulamaya döktü. Küspeyi çok sevdiklerinden gazlanmalarıyla meşhur iki Lübnan eşeğinin kıçlarını hasat bekleyen buğday tarlalarından birine çevirtip, eşeklerin karınlarına, ‘‘Haydi yavrum,’’ diyerek şaplağı basıyor, mesajı alan hayvanlar gürültüyle yellenirken hazırda beklettiği manyetolu çakmağını çakıyordu. Adeta alev silahına dönüşmüş hayvanlar arkalarından püsküren alevlerle tarlaları tutuşturuyordu. Köyün dışındaki seramik fabrikasını geçip Bursa yoluna varana dek ortalığı kasıp kavurdular.
Ferit, son kez köyüne dönüp, diğer tarlalara da sıçramış, bütün ufku ele geçirmiş insan boyu alevler arasında imdat istercesine titreyen köyünü bir müddet izledi. Cehennemi bir manzaranın içinde eriyip giden çocukluğunu ve gençliğini görür gibi oldu. Sonra vefalı dostlarıyla yönlerini insanlardan uzaklara, dağlara ve ormanlara doğru çevirdiler. Yavaş adımlarla sessizce ilerlediler ve gözden tamamen kayboldular.
O feci günden sonra Ferit’i ve eşeklerini bir daha gören olmadı. Yıllarca o yörenin hiçbir köy ve kasabasında eşeğe rastlanmadı. Eşeklerini kaybeden köy yaralarını sarıp eski sakin havasına geç de olsa kavuştu. Yine de bazı akşamüzerlerinde dağlardan, bayırlardan gelen tuhaf seslere kulak kesilen köyün şakacı ihtiyarları kıs kıs gülüp, ‘’Ferit’in eşekleri mi geliyor beyler acaba?’’ diyerek diğerleriyle alay etti yıllarca.

edebiyathaber.net (3 Şubat 2022)

Yorum yapın