
Çatışma yaratma ve çözme! Günler bunun ustası olmuş. Belli günler işleri yokuşa sürüp düğümlerken bazı günler feraha kavuşuyorum. Haftanın ikinci günü iyi gelmiyor, dördüncü gün benim günüm, diye düşüyorum bazen de. Ne tuhaf! Uğur, nazar, fal, açıklanamayan birtakım güçler hayatımıza girmiş. Nerede kaldı modern dünyanın dinamikleri, nerede kaldı diyalektik materyalizm?
Rüya ise tamamen fala, batıla kaptırmış kendini. İyi bir üniversiteden mezun, yüksek mühendis ama kurşun döktürmeye gitmiş. Annesinin zoruyla olduğunu söylese de ikna edemedi beni. Geçenlerde Kızılay’da tarot falı baktırdığını söylediğinde donakalmıştım. Neymiş kırkına yaklaşmışız, hala bekarmışız, belki de hiç evlenemeyecekmişiz. Hayat da bir hikayeyse eğer, içinde bulunduğumuz çatışmalar, bilinmezlikler bir noktada çözülecekmiş. Bu saatten sonra bilse bilse falcı bilirmiş. Ah Rüya ah! İki gün önce de şu klişe sözü tekrar edip, “Önümüzdeki beş sene daha birini bulamazsak birbirimize teklif edelim,” demez mi gülerek. Neden şimdi teklif etmiyoruz, diyemedim tabi. Aradığı tip ben değilim nedense. Öyle dememiş miydi yıllar önce. Peki neden yanından ayırmıyor yıllardır?
Hafta sonu sinemadan sonra oturduğumuz kafede hiç yeri değilken, bir kadından bahsetti uzun uzun. Sözde ne derse çıkıyormuş.
“Her dediği çıkar mı falcının?” diye sordum.
“Çıkmayabilir elbet, kâhin değiller ki, falcılar sonuçta.”
“Yine de anlamıyorum bunu neden yaptığınızı.”
“Bir ihtiyacı karşılıyorlar demek ki. Birçok arkadaşım fal baktırıyor, biliyorum bunu. Sıkıntıları, sorunları olduğu için, geleceği merak ettikleri için gidiyorlar. Hayatlarını falcıların söylediklerine göre şekillendiren bile oluyor.”
“Sen de onlardan olmayasın Rüya?”
“Kim bilir.”
“Yapma lütfen!”
“İnsanların geleceği merak etmesi normal. Buna bir tek Tanrı ihtiyaç duymaz. Biz sonluyuz, geleceği bilmek isteriz. Hem her şey bizim yapıp ettiklerimize göre mi şekilleniyor hayatta?”
“Geleceği bilirsek artık gelecek olmaz ki Rüya. Hiçbir şey yapmadan oturup beklememiz gerekir ki bu yaşamın diyalektiğine aykırıdır. Gelecek bilinemez, çünkü yaratılmalıdır. Dün içinde olduğumdan, bugün yaptıklarımdan bağımsız olur mu gelecek, böyle ise benim geleceğim değildir.”
“İnsan her şeyi kendi belirleyemez ki. Yürürken bir araba çarptı ve öldük mesela. Ya da sokakta saksı kafamıza değil de ayaklarımızın tam önüne düştü. Biz belirlemedik ya bunları da?”
“Dediklerin doğru ama benim kastettiğim bu değil. İnsan kendi seçimlerini yapmalı, yürüyeceği yolu kendi inşa etmelidir.”
“Söylediğin kadar kolay değil.”
“Bilmiyorum Rüya, ama hayatımızda değişim istiyorsak bu falın değil kendi uyanışımızın sonucu olmalıdır.”
“Off, amma ciddi yaklaşıyorsun konuya.”
“Tamam kızma. Sonuçta ben de uğura inanıyorum ama falcıya gitmem. Hem korkarım söyleyeceklerinden.”
Fal konusundaki tek konuşmamız bu değildi elbette. Fakat konuyu neden sürekli ele aldığını, düşüncelerimi öğrenince neden keyfinin kaçtığını anlayamıyordum. “Kalkalım mı?” dedi. Otoparka yürürken yüzü asıktı. Neden halen birini bulamamıştı ki? Akıllıydı, güzeldi de. Ama hakkını ödeyemem onun. Kadınlar hakkında birçok şeyi açıkça anlatır bana. Acaba ondan halen hoşlandığımın farkında mıdır? Beyaz atlı prensini aradığına göre farkında olsa ne olur ki?
Onu bıraktıktan sonra düşüncelere dalmıştım. Canım eve gitmek istememişti nedense. Bir şeyler içmeye karar verdim. Her zaman gittiğim mekâna doğru yol alıp, ışıklı tabelalara göz gezdirirken Rüya’nın bahsettiği kafe gözüme ilişti. İçeriden gelen ışıklara bakılırsa halen açıktı. Kafam karışmıştı. Gidip bir baksam ne olurdu sanki? Fala inandığımdan değil. Hem merakımı gidermek hem de konuyu Rüya’yla tartışırken daha kıvrak olabilmek için.
İstikametimi değiştirip, binanın üçüncü katına çıktım. Zile basmadan bekledim birkaç saniye. Bu ben miydim yoksa birtakım güçlerin etkisine mi girmiştim. Aman neyse, deyip bastım zile. Beyaz önlüklü bir kadın açmıştı kapıyı. Bir an için doktor randevusunda hissettim kendimi. Daracık bir mutfak ile masa sandalye koydukları, küçük bir salondan ibaretti mekân. Başka kimse olmadığını görünce kadının falcı olduğunu düşünmüştüm. Ancak dışarıdan kapatılmış, içeriyle sürgülü bir kapı ile birleştirilmiş balkonda başka bir kadının fal baktığını anlamam uzun sürmedi. Beyaz bir önlük vardı onun üzerinde de. Kapıyı açan kadın bir masaya oturmuştu beni. İsteğimin ne olduğunu sordu.
“Fal baktıracağım,” dedim.
“Anladım da hangisini, kahve mi, tarot mu?”
“Tarot.”
“Hanımefendi şu an meşgul, biraz beklemeniz lazım, bir şey içer misiniz beklerken?”
“Varsa çay alabilirim.”
Çantamdaki kitabı çıkarıp, okumaya başladığım sırada yirmili yaşlarda birkaç kız girdi içeri. Kahve falı baktırmak istediklerini söyleyerek, kahvelerini ısmarladılar hemen. Beni bir süre süzdükten sonra da konuşmaya daldılar. Eğlenceli bir iş yaptıkları gülüşmelerinden belliydi. Yine de duyacakları gelecek haberlerinin heyecanı, belki de tedirginliği anlaşılabiliyordu yüzlerinden.
Kitabımdan beş on sayfa okuduktan sonra, balkonun sürgülü kapısı açılmıştı. Sert mizaçlı falcı ile oldukça kilolu bir kadın çıktı içeriden. Beni karşılayan kadınla bir süre konuşan falcı bana dönerek:
“Sizi alabiliriz,” dedi.
Bekleyen kızların inceleyen bakışlarının arasından geçerek balkondaki küçücük masaya oturdum. Onlardan utanmıştım nedense. Bir erkektim ve fal daha çok kadınların rağbet gösterdiği bir faaliyet olsa gerekti. Buraya gelmek zayıflık mıydı yoksa? Zihnimdeki soruları savıp olayların akşına bıraktım kendimi.
Bir süre sonra tam karşıma oturmuştu falcı. Buyurgan bakışlarıyla süzdü önce. Dikkatle bakıyordu yüzüme. Bu denli ciddi olmasını anlayamamıştım.
“Detaylı mı istiyorsunuz, yani daha çok kartla mı?”
“Öyle olsun.”
“Fiyatı bin lira.”
“Tamam.”
“Konularımız aşk, iş, para ve sağlık. Bunlardan üçünü seçebilirsiniz.”
Adımı, anne babamın adlarını, yaşımı, burcumu öğrendikten sonra, yapmam gerekenleri tarif etti. “Her seferinde sol elinizle kart seçeceksiniz, ben de ilave kartlar çekip yorumlayacağım,” dedi. Başta öğrendiği bilgileri, önündeki büyük bir deftere yazmıştı. Çıkan kartlardaki simgeleri bir yandan yorumluyor, bir yandan da deftere notlar alıyordu. Oldukça ciddi yapıyordu işini. Bense saçma bulduğum böyle bir şeyin içinde gerilmiştim nedense. Sadece rolümü oynuyordum.
Fal bakma işi bittiğinde kısa sürede evleneceğimi, işimde yükseleceğimi, gelirimde de artış olacağını öğrenmiş oldum. Parayı kendisine uzattığımda not aldığı defterin bütünüyle dolmuş olan sayfasını gösterdi.
“Size mi vereyim, ben de mi kalsın? Genelde bana bırakırlar.”
“Neden bırakırlar ya da siz neyi tercih edersiniz?”
“Bunları saklarım ben, kimileri gelip söylemediğim şeyleri mal eder, tarih attığım bu sayfaları alıp baktığım olur sonradan.”
“İlginçmiş! Bakın bunun çok doğru olmadığını biliyorum ama sizden bir şey istesem yapar mısınız?”
“Hele bir söyleyin de.”
“Size gelen bir arkadaşım var, isimlerdeki harflere ihtiyaç duyduğunuza göre gerçek adını söylemiş olmalı, kağıdına bakabilir miyim?”
“Böyle bir şey olamaz! Müşterilerin mahremiyeti müessesemiz için elzemdir.”
“İnanın ikimize de büyük bir iyilik yapmış olacaksınız. Ondan çok hoşlanıyorum. Çözülemez bir hikâyenin içindeyim sanki. Yeniden açılmaya cesaret edemiyorum bir türlü. O ise fala inanıyor. Belki bir yardımı olur yazılan şeylerin. Lütfen!”
“Normalde bunu yapmamam gerekir ama bu aşk konuları yumuşak karnım nedense. Gizli kalacağına söz verir misiniz?”
“Söz veriyorum.”
“Neydi adı?”
“Rüya.”
“En son ne zaman gelmiş olabilir?”
“Üç gün önce.”
“Biraz bekleyin siz.”
On dakika sonra elinde mavi bir klasörle gelen kadın, “Evet, burada Rüya diye bir isim var,” dedi. Notlarını çıkarıp hızlıca baktıktan sonra bana uzattı. Sayfayı gözden geçirirken orta bölümde yer alan bir cümle ile şaşkına dönmüştüm. Cümle şu şekilde idi: “Fala inanmayan yine de kendi iradesiyle fal baktırmaya gelen biriyle evleneceksin.” Gözlerini kısıp, yüzüme dikkatle baktı yine.
“Siz fala inanıyor musunuz?”
“Hayır.”
“Peki buraya kendi iradenizle mi geldiniz?”
“Bunu size söyleyemem.”
Dışarı çıktığımda şaşkınlığım üzerimdeydi hala. Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Demek Rüya’nın fala inanmadığımı bildiği halde beni sürekli falcıya yönlendirmesi boşuna değildi. Artık beklediği tipi bulmaktan ümidini kesip ben de mi karar kılmıştı? Yoksa fallar beni mi istiyordu. Ne yani, şimdi ona gidip “inanmadığım halde falcıya gittim” desem üstüme mi atlayacaktı?
Bu fal işi hayatımı değiştireceğe benziyordu. Kendi düşüncelerim ne olacaktı peki? Bir falcının söylediklerine teslim olmak hayatın özgünlüğünü zedelemez miydi? Yürürken bunları düşünüyordum. Neden sonra aşkın rasyonel olmadığı, tesadüflerin, açıklayamadığımız birtakım nedenlerin de rol oynadığı düşüncesi çakılıp kaldı zihnime.
Kafamı toplamak için bir yere oturup içecek bir şeyler istedim. Ona bir ders vermeliydim belki de. Arayıp mutlaka gelmesini, çok önemli bir şey konuşacağımı söyledim.
Yarım saat sonra her zaman gittiğimiz kafenin önünde buluşmuştuk. Soran gözlerle baktı uzun uzun. Birden onu kendime doğru çektim ve öptüm. Benden kurtulunca, “Çıldırdın mı, ne yapıyorsun?” dedi. Anlatacağım, deyip devam ettim.
“Senden ayrıldıktan sonra, canım bir şeyler içmek istemişti. Gittiğim yerde bizim Ali ve eşiyle karşılaştım. Birlikte oturduk epey. Eşi çok iyi kahve falı bakarmış meğer. Kalkmaya doğru birer Türk kahvesi içmiştik. Tutturdu falına bakacağım diye. Fincanı çevirip durdu ellerinde. Sonra konuşmaya başladı. Birine aşıkmışım. Hem de çok yakınımdaymış. O da boş değilmiş. Onu bu gece, on ikiden önce öpersem, düğümü çözermişim.”
edebiyathaber.net (27 Mart 2025)