Hava durumunu sunan spiker işveli ses tonuyla “Meteoroloji yetkilileri yılın ilk fırtınasının zemheri olduğunu açıkladı sayın seyirciler, fırtına takvimine göre ilk fırtına zemheri…
Siyah beyaz ekranın ortasından bir iki siyah şerit kaydı art arda, ses parazitlendi aniden. Adil, masa üzerinde hanidir beklemekte olan bardağı bir dikişte bitirdi. Kaytan bıyıklarını elinin tersiyle sildi.
“Açıklansa ne olur ulan, kime ne fayda, zemheriymiş… Fırtına işte. Zemheri olsa ne yazar,” diye nedenini kendisinin de kestiremediği öfke nöbetini çabuk savuşturdu bu sefer. Yüzüne alaylı bir gülüş oturdu. Yerinden kalkmaya yeltendi, beceremedi. “Kafam kıyak, iyi mi?” dedi gülerek diğerlerine. Kimseden ses gelmeyince Hasan Dayı’nın yine oturduğu yerde uyukladığını anladı. “İhtiyar!” diye seslendi. “Yine ayakta uyuyorsun, tansiyon tavan anadın mı.” Ulakların İsmail dik dik baktı Adil’e. “Elleşme lan,” dedi. “Bırak ihtiyarı, çok yoruldu bugün.” Ses etmedi daha fazla Adil. Barınağın yalınkat naylonla örtülmüş penceresinden kudurmasına ramak kalmış denize baktı.
“Oradan söylemesi kolay iki dirhem bi çekirdek, gel bi de buradan gör fırtına neymiş anlarsın o zaman,” dedi.
Hasan, bu kez irkildi Adil’in sesiyle. “Ne oluyor vre,” diye inledi. “Yoksam çıkartma var?”
Ağları yamayan Ulakların İsmail tutamadı kendini, bastı kahkahayı. “Yok, be Hasan Dayı rahat ol sen, çıkartma falan yok. Kimsecik bizi bir yere göndermez bu saatten sonra. Vatanımızdır artık burası,” diye yatıştırdı Hasan’ı.
Hasan inip kalkan böğrünün sol yanını tuttu. Sıklaşan nefesi körüğü andırıyordu. Sırtına gocuğunu aldı, dışarıya çıktı. Peşi sıra içerdekiler de. Hava kararıyordu. Ufkunda kümelenen koyu bulutlara bakılırsa deniz karanlık yüzünü göstermeye niyetleniyordu. Yılın ilk fırtınası sahiden de tam zamanında karşıdan kopmuş geliyordu. Kara Marsık bile tedirgindi bu havada. Hasan’ın uzaklara dalan gözü, paçasına sürtünen hayvana kaydı. Miyavladı Marsık. İhtiyar adam eğilip okşadı hayvanın başını.
“Bir kedi kadar olamadık be Adil,” dedi.
İncire yürüdü sonra. Dallarında asılı duran çirozlardan küçüğünü attı kedinin önüne. Marsık balığı havada kaparken kurumaya bıraktıkları çirozları toplayan Adil, kim bilir kaçıncı kez aynı konuşmayı yapıyordu Hasan’la.
Yine de ilk kez söylüyormuşçasına “Bırak onu, şu ağaçlar kadar bile olamadık Hasan Dayı dünya hiç adil bir yer değil,” dedi.
Ulakların İsmail’in gözü karşıda kulağı onlardaydı. O da kaçıncı kez dinliyordu bu lâkırdıları.
“Fırtına,” dedi sakince uzağı işaret ederek. Sakinliğine kendisi de şaştı. Sonra “Bu ilk değil ki,” diye mırıldandı. “Az önce oradaydı şimdi kopup buraya gelmekte. Her yıl olur bu, hem de tamtamına bu zamanlar.”
Hasan Dayı “Tam bu zamanlardı,” diye iç çekti. Elini siper edip ufka baktı. “Nah, bir kırık oğlancıktım.” Karşı kıyıyı işaret etti. “Kader bizi oradan buraya savurduğunda daha o zamanlar kimsecikler fırtına takvimini bilmezdi. Esip gürlemesi dindiğinde bir kedicikler bir de ağaççıklar kalmıştı yerli yerinde.”
Bir iki martı başlarının üzerinde çığlık çığlığa uçuştu. Adil derin derin iç çekti.
“En iyisi martılar gibi be dayı,” dedi. “Ne orada ne burada.”
Hepsi aynı anda birbirlerine bakıp kafa salladı.
Yeni bir şey keşfetmiş gibi rahat bir nefes aldı “Fırtına geliyor,”dedi Hasan Dayı.
Bu sefer ona “Oradan söylemesi kolay,” da diyemedi Adil.
İsmail ise ikisini de ne garipsedi ne de yatıştırmaya kalkıştı bu sefer. Üç adam dalgın dalgın Marsığı da yanlarına katıp içeri girerken gözü martıları aradı Adil’in. Ortalarda görünmediklerine bakılırsa çoktan kuytuya çekilmiş olmalıydılar.
“Eh,” dedi kapıyı kapatırken “Fırtınayla baş etmek de bundan sonra teknelerle ağaçların işi.”
Sobaya bir iki kuru zeytin odunu attı İsmail. Karanlık aydınlanıverdi. Derme çatma borulardan yalazlanan kıvılcımların çıtırtısı doldurdu odayı. Televizyondaki spikerin gülümseyen yüzünden bir iki kara çizgi geçti yine. İşveli sesi, parazitlendi.
Kıvrıldığı sedirin üzerinden dışarıyı gözetleyen Hasan Dayı “Peh,” dedi, “Fırtına takvimiymiş. Eskiden takvim mi bilirdik?”
Dışarıda kopan kızılca kıyametin aynısının içeride de koptuğuna şüphe yoktu. Dalgalar teknelerini, binbir düşünce yüreklerini döverken yemişin dalları yılın ilk sınavını veriyordu zemheriyle.
Esra Kara
1969 yılında Ayvalık’ta doğdu. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Fizik Anabilim Dalı’ndan mezun oldu. Fizik öğretmeni olarak İstanbul’da görev yapıyor. Öyküleri çeşitli yarışmalarda derece
aldı ve öykü seçkilerinde yayımlandı. Galapera Öykü Fanzin, Kayıp Edebiyat, Edebiyat Haber, e.-koç, Kitap Koala, CNNTÜRK ve Karadiken Dergisi internet sitelerinde edebiyat ve eğitim içerikli
denemeleri, öyküleri yayımlandı. Kendi blogunda (Milliyet Blog ve WordPress) deneme ve öykülerini paylaşmayı sürdürüyor.
edebiyathaber.net (29 Ocak 2019)