Gözümü kapatıyorum o oluyorum…
Siyah uzun saçlar omuzlarıma dökülüyor. Gülmekle tebessüm arasında kalmış, hafif yukarı kıvrık, dolgun dudaklar dudaklarım oluyor. Dudaklarımı aralıyorum… Yarı kısık bakan siyah gözler gözlerim. Yanaklardaki şirin sevimli gamze… Gülümsüyorum, gamzem ortaya çıkıyor. Bir şarkı geliyor aklıma, içimden sesiyle söylüyorum, “Gam-zedeyim deva bulmam, garibim bir yuva kurmam.” Çıplak boynundan dekolteye doğru inen saçların arasındaki varla yok arası memeler. Bir elimle tekini kapatıyorum diğeriyle önümü… Şimdi aynıyız işte. Kimse bilmiyor… “Kaderimdir hep çektiren, inlerim hiç reha bulmam.”
***
Namaz kılarken ellerimi nereye koyacağımı şaşırıyorum, içimdeki ses ellerini göğsünün üstünde bağla, diyor bedenimse göbeğinin altında… Tekbir alırken ellerimi kendimce bulduğum yöntemle kulağımla boynum arasına bir yere koyuyorum onda içim rahat ama “kıyam ”da Allah’ım beni affet… Sen kalbimi, niyetimi biliyorsun; senin karşında elim kolum zaten bağlı…
***
Evet, kimse bilmiyor, henüz gören yok, çok heyecanlıyım. Aynada çıplak bedenime bakarken çok mutlu oluyorum. İçim kıpır kıpır. Çok güzel oldu. İyi ki yaptırdım diyorum sevinçle.
Sevda… Sevda da görmedi. Ona bahsettim bir şeyler yaptıracağımı ama bunu tahmin edemez! Hoş dinlemedi zaten. O kadar kendi dünyasında ki fotoğraflarda nasıl göründüğüne bakıyor yalnızca. Konuşamıyor, sohbet edemiyoruz. Konuşuyor da anlattıklarından sıkılıyorum. Bazen de ne çok konuşuyor sussa artık diyorum. O anlatırken aklım başka yerlere gidiyor. Söyledikleri ilgimi çekmiyor… Fotoğraf çekilirken hafifçe dudaklarını öne uzatıyor (neden böyle yapıyor bilmiyorum) azcık yan dönüyor, gülümsüyor, ekranda nasıl göründüğüne bakıp çekiyor… Çekim biter bitmez suratını eski haline getiriyor. Sonra da hemen pozlarına bakıp seçiyor, benim gözüm kapalı da olsa kendi güzel çıktıklarını yayınlıyor. Boy fotoğrafları çekindiğimizde arkama saklanıyor, vücudunun yarısını gösteriyor son zamanlarda aldığı kiloları saklamak için. Oynuyoruz yani. Mutlu çift oyunu… Bense yanında konu mankeni! Şikâyetim yok gerçi, o da bana öyle! Bizimkiler mutlu olsun diye de sürdürüyorum. Belki evleneceğiz… Annem çok istiyor. Sosyal medyadan takip ediyor mutluluğumuzu, beğen yapıyor!
***
Günah biliyorum…
Küçükken hep cehennemi anlatırlardı. Yanmaktan çok korkuyorum… Hatta bir mezardan çığlık sesleri duyulmuş da açıp bakmışlar da bir kadın saçı kolları ve bacakları simsiyah yanmış da kadın yaşarken başı, kolları ve bacakları açık dolaşmış da… Ondan yanmışmış!
Tabii Gamzeli de biliyor artık bunu! Ve çok korkuyor…
***
İşyerimde beğendiğim biri var, Hakan. Arada bakışıyoruz. Birbirimizi gözlerimizden tanırız biz. Bakınca kaçırmayız gözlerimizi. Ama bu halimle beğeniyor beni, soyunduğumda beğenecek mi bilmiyorum! Gözlerimi kapatınca o olmuş halimi. Bir türlü cesaret edemedi, Sevda’dan olsa gerek. Oysa ona sevdalıyım ben… Arada beğen yapıyor fotoğraflarıma, çok heyecanlanıyorum. Uzun boylu, esmer, karakaş, kara göz. Sakal ve bıyığı bütün yüzünü kaplıyor, gerçek yüzünü bilmiyorum, kestiğinde nasıl bir görüntü çıkar merak ediyorum. Ben de o kadar uzun zamandır sakallıyım ki gamzem dolduğunu nerdeyse kimse bilmiyor.
Bir gün asansörde birlikte indik, hiç konuşmadık, sustuk ve yalnızca bakıştık… Ne çok şey anlattık, ama sustuk… Sonra asansörden çıkarken “İyi günler Levent bey,” dedi, gitti… Oysa Gamzeli bakıyordu ona, içinden onunla konuşuyordu; kokusunu duymaya çalıştığını, yüzünü merak ettiğini, içinden şarkısını sessiz sessiz söylediğini. Bir gün ona da söyleyeceğini…
“Elem beni terk etmiyor hiç de fasıla vermiyor,
Nihayetsiz şu takibe doğrusu takat yetmiyor.”
İşe girdiğim ilk gün görmüştüm, daha doğrusu önümde yürüyordu bütün heybeti ve gücüyle. Koridorda ikimizin adım sesleri birbirine eşlik ederek yankılandı. Üzerinde, bedenine oturan dar beyaz gömlek; altında, basene oturan ve aşağı paçalara kadar dar inen, spor kesim, siyah pantolon. Siyah deri ayakkabı ve ince belini sıkan, siyah kalın deri kemer. Bir elinde telefonu, diğer elinde henüz yeni çıkardığı, siyah, marka olduğu oldukça belli güneş gözlüğü. Kolları, kas ve spordan ayrık duruyordu, omuzları ve sırtı öyle dikti ki göğsü önde efeli efeli gidiyordu. Sanki işe değil de birazdan göğüs göğüse savaşa, mücadeleye çıkacak yiğit biriydi.
Yürüdük… Yürüdük… Koridor hiç bitmedi… Sanki yüzlerce yıl yürüdük… Yol aldık… Yol aldım…
Sonra hafifçe başını çevirip arkasından gelen, adımlarıyla uyum sağlayan o sese baktı… Bakıştık…
***
Sevda’da da sevdiğim şeyler var; iyi niyetini seviyorum, yanımda sessiz sakin uyuyuşunu, yürüyüşünü, temiz kokusunu, titizliğini, uysallığını… Öyle işte… Sanki o özellikler başkasında yok gibi geliyor bana. Alışkanlık yani… Liseden beri tanıyorum; huyunu suyunu her şeyini biliyorum. O da benim… Bir şey hariç…
Hakan’ı hiç bilmiyorum; horlar mı örneğin? Hayatta uyuyamam; genizden, burundan, ağızdan çıkan gürültülü seslerle! Kokusu? Temiz bakımlı görünüyor ama? Ya kötü kokuyorsa kasıkları, kol altı, teni? Teni yağlıysa dokunamam! İşyerinde biraz bilmiş duruyor, bana da yapar mı? Bencil mi?
***
Başımı da örtüyorum bazen namaz kılarken. Her zaman değil. Gamzeli ben kılayım derse yapıyorum. Elim yine kalıyor kararsız, ara yerde. Ama secdeye giderken… Yalnızca ben oluyorum, kimse olmuyor. Kalkıp oturuyorum… ellerim dizimde… kısa bir an durup… Tekrar secdeye gitmeden önceki o kısa an… Hiç olmak… Zaman duruyor. Her şey susuyor. Bütün dünya, bedenim yok oluyor ve o an çok masum oluyorum.
***
Kalın sesimle ona şarkıyı söyleyemem tabii. Gamzelinin sesi çıkmıyor bedenimde; göğsümden kasıklarıma kadar inen sessiz güzel. Benim bütün yakışıklılığımın onda kadın olmuş hali. Ne kadar da güzel yaptı sanatçı tenime; sabırla, ince ince, saatlerce, sakalsız resmime bakarak. Tıpkı Mona Lisa tablosu gibi… Da Vinci tuale, ben bedenime…
Sonrasında bakışarak birçok kez sohbet etme imkânımız oldu iş ortamında. Bir keresinde Sevdayla bizi sosyal medyada gördüğünü, hoş bir çift olduğumuzu söyledi. Sizi çok seviyor olmalı, dedi. Demek öyle görünüyoruz? Eminim annem bunu duysa çok sevinirdi! Ses çıkarmadım tabii! Sustum. Ne tuhaf, hiçbir şey göründüğü gibi değildi oysa. O an çok acı çektim. Onun böyle düşünmesinden değil, bizim öyle görünmemizden…
***
İşlerin yoğun olduğu bir gün… Bir anda üst düzey yöneticimizi kaybettik… Mail grubunda taziye ve cenaze programı paylaşıldı.
Hakan’la yan yana saf durmak… Çok heyecanlandım.
Tören günü geldiğinde bütün erkekler önde saf durduk. Sevda kadınlarla arka sıralara geçti.
Hoca cenaze namazı için, “Allahu ekber” dediği an benim ellerim göğsümün üzerine gitti. Herkes bana bakıyordu elleri aşağıda bağlı olarak. Gamzeli ise utanıyordu. Ama indirmedi elini. Namazına devam etti. Onlar da. Sanki kılınan cenaze namazı değil, Gamzeli’yi tanıma töreniydi.
O bakışları biliyorum… Ben erkeğim diyen kaktüs dikenli bakışlar. İncelikten yoksun, cinselliğin sanatını bilmeyen, kaba saba dikenliler…
Hakan’ın gözlerini aradı gözlerim dikenlerin arasında. Bulamadı. Bakışları yoktu. Bakışım kaldı orta yerde.
Olsun! Sevda vardı…
Cenaze merasiminden ayrılırken Sevda’nın elini tuttum; kulağına, sana bir sürprizim var eve gidelim, dedim. Çok beğeneceksin, sanat eseri oldu…
edebiyathaber.net (6 Şubat 2024)