Yazdan kalma pamuk gibi bir sonbahar akşamıydı. Kalabalığın arasından sıyrılıp binanın önünde kendine çeki düzen verdi. Onuncu katın butonuna bastı;asansör katları tırmanırken, aynada kravatını düzeltti; hâlâ yerinde duran saçlarını taradı.
Uçaktan inip doğru salona gelmişti. Yüzlerce şiirinden birini şarkı yapmışlar; üçüncü kez yılın söz yazarı seçilmişti. Ayrıca bugün sanat yaşamının altmışıncı yılını kutluyordu. Salona girerken başını mahcup bir şekilde yere eğdi. İkinci adımda ortalık yıkıldı. Herkes ayağa fırlamış çılgınca alkışlıyordu. Yüzü kıpkırmızı oldu. Seksen bir değil, yüz bir yaşına da gelse alkışlar karşısında pancar gibi kızaracağını biliyordu. “Büyük şairimiz, medar-ı iftiharımız, hoş geldiniz, şeref verdiniz,” dedi Asuman. Şairin neredeyse tüm özel gecelerinin sunucusuydu. Yavruağzı parıltılı, kolsuz, yuvarlak yakalı sırtı açık -bele kadar çapraz bantlı-bir kıyafet giymişti.Parfümünün bergamot kokusu baş döndürüyordu. Onu görünce, yeni yetme delikanlılar gibi eli ayağına dolanırdı. Onun duyacağı bir sesle “Abartma lütfen,” diye fısıldadı. “Asıl sen şereflendirdin benim gecemi, sağ ol dedi. “Kıyafetin çok güzel,” diye ekledi. Kızardı Asuman. Duyulur duyulmaz bir sesle, “Teşekkür ederim,”dedi.
Masaları dolaşıp hoş geldiniz seremonisini bitirmeden önce oturmak istiyordu. Asuman şairin elinden tutmuş, balerin adımlarıyla refakat ediyordu. Koltuğunun önünde abartısız bir reverans yaptı. Çapkınca göz kırptı; yüksek topuklu ayakkabılarıyla sekerek uzaklaştı.
Müzik başlamadan önce işlerini bitirebilmek için, garsonlar koşar adım servis yapıyorlar; tabak bardak sesleriyle, sazların her biri ayrı telden çalan sesleri birbirine karışıyordu. Salonun kristal avizeleri parlıyor; sinema perdesi kadar kocaman pencereler nazlı nazlı salınan ay ve yanıp sönen yıldızlar gözler önüne seriliyordu.Bir anda yemek servisi başladı. İştah kabartan kokular salonu dolandı. O fasıl bitince, şairin özgeçmişini okudu sunucu. Sonra bestelenmiş eserlerinden seçilmiş bir bölüm şarkıyı sırayla ülkenin önde gelen sanatçıları çok kalabalık bir saz heyeti önünde icra ettiler. Konuk şairler kendi şiirlerini okudu. Gazeteci ve yazarlar, şairle ilgili övgü dolu konuşmalar yaptı. Sunucu geceyi sonlandıran konuşmayı, şair kapanışı yaptı. Gecenin ilk bölümü bitti.
İnsanlar ayrılmaya başlamışlardı. “Bu gece benim misafirimsin,” dedi Asuman. “Her defasında reddettin, bu gün mazeret kabul etmiyorum. Yarın istediğin saatte seni hava alanına bırakırım; itiraz etmeyi aklına bile getirme,” diye sürdürdü konuşmasını. Biraz düşünür gibi yaptıktan sonra, “Emir yüksek yerden ne diyebilirim? Bu gece seninim,” dedi şair.
Asuman’ın oldukça az eşyayla döşenmiş, gözü yormayan objelerle bezeli dairesi, köşe pencerenin minik bir bölümünden deniz görüyordu. Tavandan sarkan avizenin sarımsı ışıkları, soluk mavi duvarlarda yeşil yansımalar yaratıyor; cam yemek masası, çıplakmış duygusu yaratarak ortamın seksapelini artırıyor; ev sahibinin yüksek topuklu terliğinin yumuşak tıkırtıları geceyi gizemli bir havaya büründürüyordu.“İzin verirsen bu gece sana abi demeyeceğim; isminle hitap etmek istiyorum,” dedi Asuman. Gözlerini karşısındaki adamın göz bebeklerine dikmiş, yarı gülümser ama kendinden emin bir edayla bakıyordu. “Patron sensin nasıl istiyorsan öyle olsun,” diye gülümsedi şair.Yüreğinin üzerinde, ölen bir serçenin kanat çırpışlarına benzer titreme hissetti. ‘Bu kız beni istiyor,’ diye düşündü.‘Bu işaretler yeni değil. Hem de uzunca bir zamandır, bu kız beni istiyor. Benim gibi bir tarihi eserden ne umuyorsa?’ diye geçirdi içinden. İlk kez kocaman yaşının altında minyon bedeninin ezildiğini hissediyordu.Karşısındaki kadın öyle anlamlı bakıyordu ki, içinde bir şeyler kıpırdıyor; delikanlılık günlerindeki gibi yüreği pır pır ediyordu. “Baba, baba,” diye etrafında dolaşan samimi arkadaşı, kadim dostu, kardiyolog Doktor Dinçer’in söyledikleri geldi aklına. “Salih Baba,” demişti; “Senin kalbin saat gibi çalışıyor. Minik bir ritim bozukluğun varsa da önemli değil. Al şu ellilik Viagrayı, bakarsın bir gün lazım olur. Gerektiği zaman çok rahat kullanabilirsin, hiç korkma!” diye de garanti vermişti
“Sana ne ikram edeyim? Bir kadeh daha rakı ister misin? Ya da daha farklı bir içki, ne dersin?” diye sordu Asuman. “Sen bana bir yolluk rakı ver. Onu bu masanın başında içip yavaş yavaş yollanayım, yolcu yolunda gerek,” dedi şair. Yaramaz bir çocuk gibi gözlerini kadının yüzüne dikmiş, vereceği tepkiye bakıyordu. “Şaka yapıyorsun,” diye lafı ağzından aldı Asuman. “Sen söz verdin mi caymazsın,” dedi. “Yatağıma yollanayım, demek istedim. Uykum geldi de,” diye yanıtladı şair. “Elimden kolay kurtulamazsın biliyorsun,” diye kıkırdadı Asuman, mutfağa doğru yürürken. Kurtulmak isteyen kim, diyecekti; vazgeçti. Çok geçmeden salondaki masada karşılıklı oturmuş rakılarını yudumluyorlardı.
“Yoğun duygu yüklü tüm şiirlerin,” diye sessizliği Asuman bozdu. “Çok romantik bir adamsın. Her şiirin beni alıp bir yerlere götürüyor,” diye devam etti. Bir yandan da büyük bir hayranlıkla şaire bakıyordu. “Kızım sen yirmi, hatta otuz yıl önce nerelerdeydin?” dedi şair, şaka yollu. Heyecanlandığı zaman hep olduğu gibi sağ gözü seğiriyor, kadına baktıkça duyguları kabarıyordu. ‘Bedenim isteğime ayak uyduramazsa ne yaparım?’ diye arada endişe ediyorsa da, iç cebindeki Viagra aklına gelince rahatlıyordu. “Ortaokulu yeni bitirmiştim,” diye yanıtladı Asuman. Annem meslek lisesine gitmemi istiyor, ben düz lise diye direniyordum. Sonunda ben kazandım,” diye noktayı koydu. Muzip bir çocuk gibi komik görünüyordu. Bir müddet direnmeye çalıştılarsa da beceremediler; ikisi birden bastı kahkahayı.
Havadan sudan konuşmaya devam ediyorlardı. Şair kendisiyle kavga halindeydi. Kalçasından başlayıp, sol bacağını boydan boya kat eden siyatik ağrısı yine azmak üzereydi. Eski zıpkın gibi yıllarını düşündü. Merdivenleri ikişer üçer çıktığı gençlik yıllarını! Neredeyse on yıldır –belki daha da fazla- hiçbir kadınla yatmamıştı. Ama bu kadını istiyordu. Bir yandan da başıma bir iş gelir mi diye endişe ediyordu. Daha derinlere dalıyor, ‘Sen ne yapmaya çalışıyorsun oğlum? Her şey yolunda gitse bile, ya kalbin oyunbozanlık ederse. Başta ailen ve sevenlerin olmak üzere herkese rezil olmaz mısın?’ diye soruyordu kendine. Ertesi gün gazetelerin, “Ünlü şair aşk yatağında kaldı” diye yazdığını, televizyonun olayı son dakika haberi olarak verdiğini düşündü.
Asuman şeker pembesi kolsuz mini bir elbise giymiş; neredeyse göğüs çatalının ortasına kadar inen dekoltesi ve bembeyaz teniyle bir içim su olmuştu. Kadehleri tokuştururken gözlerini dörtte üçü görünen iki kabartıdan alamıyor; biçimli yüzüne, dudaklarına, dolunay gibi gözlerine bakıyor; ‘Neye mal olursa olsun bu gece bu kadın benim olmalı,’ diye düşünüyordu. Bir saniye sonra, ‘Kudurdun mu oğlum? Kendine gel,’ diye pişman oluyor, çok geçmeden davetkâr bakışlar oyunu yeniden başlatıyordu. Rakısını yudum, yudum hatta damla damla içiyor, mezeleri çatalının ucuyla alıyordu. İçindeki iki Salih kıyasıya kavga ediyordu. ‘Ölümden ötesi var mı oğlum? Senin olmak isteyen bu kadını ve de kendini hayal kırıklığına uğratma; bu büyük ödülü elinin tersiyle itme,’ diye kendini yeniden motive etmeye çalışıyorsa da, öbür Salih, ‘Yürü ulan işine,’ diyordu. ‘Hadi oğlunu pas geç, karının, kızlarının, evli barklı torununun senin hakkında düşüneceklerinin önemi yok mu? Yıllarca seninle gurur duydular. Ya karın? Altmış yıllık hayat arkadaşın? Giderayak böyle mi veda edeceksiniz birbirinize? Unut oğlum bu akılları, sofradan kalkınca dişlerini fırçala, kıza masum bir iyi geceler öpücüğü ver. Tıpış tıpış yatağına git. Yorganın altına kıvrıl ve uyu.
“İçkin bitmiş, minik bir şey daha ister misin?” diye sordu Asuman. Daldığı düşüncelerden sıyrıldı Şair. “Ellerine sağlık, çok teşekkür ederim. Artık yatsak diyorum. Yorucu bir gece oldu biliyorsun,” diye yanıtladı. “Vakit henüz o kadar da geç değil, çok güzel badem likörüm var, tatmanı istiyorum. Rahatsız etmezse yanında kahve de ikram edebilirim. Ne dersin?” diye şuh bir ses tonuyla sordu. O sırada masanın üzerine fazlaca abanmış, aralarındaki mesafeyi oldukça kısaltmış, sütyensiz göğüsleri yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Nasıl bir kadındı? Ortamın alevi tam sönmeye yüz tutuyorken, birden körük gibi üflüyor, ateşi yeniden canlandırıyordu. “Patron sensin dedik ya! oldu olacak bir de sade kahve yap o zaman,” dedi şair. Bir yanı günah adımını atmak istiyor; öbür yanı el frenini çekiyordu.
Asuman masanın üstündekileri toparlayıp, salına salına mutfağa gitmeden önce bir kez daha göz kırptı. Şeytan yine dürttü. ‘Götür şu kadını Salih,’ diyen duyguları yeniden ayaklandı. ‘Dünyaya bir defa geliniyor, diye ahkâm kesen sen değil miydin? Kadın da kadın hani, bal gibi, lokum gibi. Fazlası var, eksiği yok. Duvarlarla ikinizin arasında kalacak bir gece yaşayacaksın; hem de ne gece! Hazırladıklarını getirip karşına oturunca, o pamuk gibi süt beyazı ellere dokun, dudaklarına uzan…”
“Likörümüzü de kahvemizi de içtik. Her şey çok güzeldi. Çok teşekkür ederim. Odamı hazırlamıştın yanılmıyorsam. Yavaş yavaş yatalım; ne dersin?” diye sordu Şair. Kadının vereceği cevap ne olursa olsun hoşuna gitmeyecekti; biliyordu. “Anlaşılan okul çocukları gibi erkenden uykun geldi. Şimdi sütünü getiririm. Sanırım masal anlatmamı da istersin,” diye yanıtladı Asuman. Önce gülsem mi, gülmesem mi diye birbirlerine baktılar. Sonra dayanamayıp bir kez daha makaraları koyuverdiler.
Asuman ortalığı toparlarken, Şair banyoya gitti. Klozetin karşısında dikilip kasığındakileri boşalttı. Dişlerini fırçaladı. Başı yerde odasına döndü. Soyunup pijamalarını giydi. Işığı söndürmeden önce, “İyi geceler Asuman, her şey için bir kez daha teşekkür ediyorum,” dedi. Asuman da. “İyi geceler, lambam yanıyor. Kapımı açık bırakıyorum. Gece bir isteğin olursa hiç çekinme,” dedi; üstüne basa basa.
Gözleri tavana takılı sırt üstü yatıyordu. ‘Keşke ışığı yanan o açık kapıdan içeri girebilseydim,’ diye düşündü. ‘Girsem de yıllar var ki tadını unuttuğum bu ceylan etinin tadına baksaydım. Kendime biraz güvenseydim de, o mavi hapları kullanmadan bu kadına sahip olmayı becerebilseydim. Ya ölüp kalırsam? İşin kötüsü ölümüm o haplar yüzünden olursa? Hayır, rezil olmak istemiyorum. Bir gecelik keyif için seksen küsur yılı murdar etmek istemiyorum,’ diye noktaladı düşüncelerini.
Bütün ışıklar söndü. Yalnızca ev sahibinin odasındaki turuncu gece lambası yanıyordu. Bir zaman suçluymuş gibi boş gözlerle tavana bakmaya devam etti. Yavaşça yatağından kalktı. Ses çıkarmamaya özen göstererek tuvalete gitti. Cebindeki Viagrayı çıkarıp klozete attı. Üstüne hınçla işedi. Sifonu çekti. Yerdeki halının desenlerini izleyerek yatağına döndü. Yorganı boyun hizasına kadar çekti. Uykuya dalmadan önce aklı hâlâ Asuman’daydı.
Asuman sabah erkenden uyanıp çayı koydu. Masayı kahvaltı için hazırlamaya başladı. Tülün ardındaki güneş perdelerini açtı. Soluk bir ışık salonu aydınlattı. Çayın kokusu mutfaktan dışarı taşıp, evin içini dolandı. “Şair, kahvaltı hazır; kalkmıyor musun?” diye seslendi. Ses vermedi Şair. Ölmemiş olsaydı, çoktan kalkmış olurdu zaten.
Yusuf Uzunyol kimdir?
1949 Erzurum doğumluyu. Ankara’da yaşıyor. Yıllarca ticaretle uğraştı. Hep iyi bir okuyucuydu. Yazma serüveni, 2009 yılında UM-AG la tanıştıktan sonra başladı. O tarihten bu yana öyküler yazıyor.
edebiyathaber.net (31 Ekim 2019)