Yorgun bir iş gününün ardından çalışma odamda elime kitabımı almış, uzanma koltuğumda bacaklarımı uzatmış okuyordum. Üzerime, yüksek lisansımı tamamladığımda yurda dönüş yapmadan, üniversitenin lisanslı ürünlerini satan bir mağazadan aldığım, Ohio Üniversitesi’nin simgesi vaşaklarla dolu yeşil polar battaniyeyi örtmüştüm. Üstündeki vaşaklar hep kızgın baktığı ve sivri dişlerini ‘Seni yiyeceğim’ dercesine vahşice gösterdiği için kızım Demet bu battaniyeyi hiç sevmez.
Ben sıcak odamda okuma keyfi sürerken, dışarıda kıyamet kopuyordu. Şimşekler çakıyor, gök yırtılırcasına gürlüyor; fakat yağmur bir türlü başlamıyordu. Bir ara, Demet’in çığlık çığlığa annesine koştuğunu duydum. Rüzgar da öyle bir uğulduyordu ki, sanki ormanda yalnız yürüyordum da şu vaşaklardan biri üzerime atlayacaktı. İçerisi sadece uzanma koltuğumun yanında duran sehpanın üzerindeki abajurla aydınlanıyordu. Bu ışık, kitabın çok da küçük olmayan yazılarını okumam için yeterliydi, ama bordo renkli kalın perdeler odayı olduğundan da loş gösteriyordu. Bir ara gözlerim kapanır gibi oldu. Nevin’in ‘Çayını birazdan getireceğim, hayatım!’ diye seslendiğini hayal meyal hatırlıyorum. Demet uyumuştu demek ki. Oyuncak ayısıyla kandırmıştır yine annesi. Uykuya yenik düşmemek için mücadele verirken telefon çaldı. Tam o anda gürültülü bir yağmur başladı. Bir uyku mahmurluğuyla kalkarak, sehpaya çarpmadan büyük koyu kahverengi meşin çalışma masama ulaştım ve paralel telefonun ahizesini kaldırdım.
-Engin Bey?
-‘Buyurun’ diye cevapladım tanıdık gelmeyen sesi.
-Ben yazlık komşunuz Fuat. Size acil bir durumu belirtmek zorundayım.
-‘Yazlık eve alıcı mı çıktı yoksa?’ diye sordum Fuat Bey’e, cevabın olumlu olmasını umarak.
-Hayır, hayır, Engin Bey. Bakın bir süredir geceleri evinizin penceresinde bir mum ışığının yandığını farkediyorum.
-Nasıl olur? Kapıları kilitledim, pencereleri sıkı sıkı kapadım. Eminim…
-Bana kalırsa buraya gelmeniz iyi olur.
-Çok tuhaf… dedim. İçimde garip bir ürperme hissettiğim o sırada gökyüzü bir kez daha yırtıldı.
Kuzey Ege’nin incisi… Hiç değişmedi Tarık gittiğinden beri. Hala rüzgarları haşin, denizi soğuk. Kedisi, ölüsü ve delisiyle ünlü olan bu yazlık ilçeye çok severek gelirdik bir zamanlar. Sahilinden her gün batımında kocaman bir portakalın yavaş yavaş ufukta kaybolduğuna şahit olurduk. Türkiye’nin ilk boğaz köprüsünden geçerek Cunda’ya çıkarma yapardık canımız sıkıldıkça. Tarık’la Ohio’da lisansüstü eğitimi alırken tanışmıştım. O da işletme yüksek lisansı için gitmişti. İngilizce hazırlık okumak için bir yıl erken başlamıştı eğitimine. Güldü mü gözlerinin içi gülerdi. Enerjisi yüksek ve çalışkandı. Okul arkadaşı olarak başlayan dostluğumuz Türkiye’ye dönünce de devam etti. Ayvalık’ın adı gibi şirin olan kasabasından ortak bir yazlık almıştık. İki katlı, denize sıfır. Küçük bahçesine gül fidanları diktiğimiz, geniş balkonlu bir yazlık.
Tarık evlendikten sonra eşi Nevin de katıldı bu yazlık sefalarımıza. Nevin’in rüzgarda uçuşan, güneşte kızıl bir renk alan koyu kestane saçları beni hayallere daldırırdı. Saç rengiyle uyumlu olan gözleri sanki bir hikaye anlatırdı bana her bakışında. Gülünce sol yanağında beliren gamzesi kalp atışlarımı hızlandırırdı. Üçümüz balkonda akşam güneşinin batışını izlerken, kendimi onların yanında bir fazlalık gibi hissederdim. Bu canımı yakardı.
Zaman zaman Nevin’in de kaçamak anlamlı bakışlarını yakalıyordum bana doğru. Ama Tarık’ın yanımızda olmadığı zamanlarda Nevin’in rahatsızlığını hissedebiliyordum. Sıkıntılı bir gülümseme yerleşirdi böyle durumlarda yüzüne. Kestane gözlerini benimkilerle buluşturmamak için elinden geleni yapardı. Sanki gözlerimiz buluşsa bir bomba patlayacak ve bu patlama üçümüzü de küle çevirecekti. Onun bu gözle görülür tedirginliği beni ikisinden de uzaklaştırmaya zorluyordu. Diğer taraftan, ben de Tarık’ın gözlerinin içine bakamaz olmuştum. Bütün duygularımı sessizce içimde yaşıyor olsam da bu gizli sevdanın suçluluk duygusu bir kara bulut gibi çökmüştü üzerime. Ancak aklım onlardan uzaklaşmam gerektiğini söylerken yüreğim bambaşka sözler fısıldıyordu kulağıma. Karar verebilme yetimi kaybetmiştim.
Bir akşam, aklımın ve kalbimin karşılıklı mücadelesinden yorgun düşmüş yatağımın ayakucunda oturuken, kapımın önünde belli belirsiz bir ses duydum. Biri kararsız, ürkek adımlarla odama yaklaşıyordu. Ses kesildikten az sonra kapının altında beyaz bir zarf belirdi. Bu kez telaşlı ve hızlı adımların sesi uzaklaşıyordu odamın kapısından. Şaşkınlığımdan bir süre yerimden kalkamadım. Kendime gelince yavaşça kapıya yöneldim. Eğilip zarfı aldım. Zarfın üstünde herhangi bir şey yazmıyordu. Elim titriyordu. Kalbim dışarı fırlayacak gibi çarpıyordu. Zarfı yırtmamaya çalışarak açtım. İçinden küçük bir not defterinden yırtılmış beyaz bir kağıt çıktı. Üzerinde şöyle yazıyordu:
‘Engin, burdan gitmeni rica ediyorum. Hepimiz için en iyisi bu…
Nevin’
Daha fazla söze de düşünmeye de gerek yoktu. Nevin üçümüzün yerine karar vermişti. Kalp atışım o anda durdu mu yoksa daha mı hızlandı ayırt edemedim. Bir yandan derin bir acı içinde kıvranırken bir yandan da bütün sıkıntılarımdan kurtulmuş gibiydim. Acımın derinliğinden hiçbir şey hissetmiyordum sanki. Ne kadar süre anlamsızca kağıda bakarak ayakta kaldım hatırlamıyorum. Aklımı başıma toplayınca, valizimi hazırladım. Tarık ve Nevin’e bir not yazdım. Acilen işyerinden çağrıldığıma dair bir bahane uydurmuştum. Sabaha karşı, yazdığım notu mutfaktaki yemek masasına bırakarak sessizce yazlıktan ayrıldım.
Tarık’la şehirde de çok sık görüşmüyordum artık. Onunla birlikte iken Nevin’in bahsi geçtiğinde hızlı atmaya başlayan kalbimin gürültüsünü duyacak diye korkuyordum. Sanki yüzüm de kendini ele verecekmiş gibi geliyordu. Kendimi bir hırsız gibi hissediyordum. O yüzden, Tarık’tan da mümkün olduğunca uzak duruyordum. Hep işlerin yoğunluğunu öne sürüyordum. Tarık içerliyordu ya… Böylesi daha iyiydi.
Sonra o yaz işte… Tarık’la bir akşam yemeği için buluşmuştuk. Tarık bir iş için şehre gelmek zorunda kalmıştı ve Nevin yazlıktaydı. Bu yüzden, onunla her buluşmamızda içimi kemiren huzursuzluktan o akşam eser yoktu. Öğrencilik günlerini özlemle anmıştık yemek boyu. Nevin’in henüz aramızda olmadığı huzurlu yılları neşeyle hatırlamıştık. İkimiz de kaygısız tasasız delikanlılar oluvermiştik birdenbire. O yemekten sonra yola çıkacaktı. Nevin onu bekliyordu yazlıkta. Fakat neşe dolu yazlık eve, kendisi yerine ölüm haberi gitmişti. Tarık, direksiyonu başında kalp krizi geçirmişti…
Komşum olduğunu iddia eden biri telefon etti diye yollara düştüm. Delinin biri taş attı kuyuya… Akıl işi miydi benimki? Şirinkent’e vardığımda hava kararmıştı. Yağmur biraz önce dinmiş olmalıydı. Sokaklarda geçen senenin yazlıkçıları tarafından terk edilmiş kediler ve köpekler boş yere yiyecek arıyorlardı. Bunca zaman sağ kalmaları da inanılır gibi değildi ya… Bizim evin az ötesindeki balık lokantası kapalı olurdu bu mevsimde. Sadece buranın tek otelinin sahibini gördüm. Bir de bana telefon eden adam burada olmalıydı. Dalgalar ürkütücü sesler çıkararak kıyıya vuruyordu. Sokak lambalarının hepsi yanmadığından karanlık bir koridorda yürüyor gibiydim. Şükür ki cadde üstündeydi ev.
Evin önüne geldiğimde gerçekten alt kattaki odaların birinde belli belirsiz bir ışığın yandığını farkettim. Dışarıdan baktığımda açık bir pencere göremiyordum. Bahçe kapısı da kapalıydı üstelik ve üzerindeki çamur bu kapıya da hiç dokunulmadığını işaret ediyordu. Birden acı bir kedi miyavlaması işittim. Aynı anda çöp kovası da devrildi. Kedinin tüylerini kabarttığı az ışıkta bile farkediliyordu. Ortalıkta bir köpek hırıltısı duymamıştım ama kedinin neden korktuğu üzerinde de çok durmadım.
Bahçeyi hızlıca geçip kapıya vardım. Şimdi anahtar sesini duyunca içerde her kim varsa kaçabilirdi. Korku yanım kaçmasını diliyor, merak yanım da içeridekinin kim olduğunu görmek istiyordu. Sağ elim çekingen bir şekilde anahtarı çevirmeye çalıştı, ama kapıyı açamadı. Kilit pas tutmuş olabilirdi. Eve giren, kapıyı da kullanmamıştı anlaşılan… Sol elimden de kuvvet alarak anahtarı bir kaç denemeden sonra deliğin içinde oynatmayı başardım. O sırada çakan şimşek evin içini aydınlattı. Bu kuvvetli ışıktan yararlanarak girişteki portmantonun ve Van Gogh’un kesik kulaklı otoportresinin yerli yerinde olduğunu gördüm. Koridorda adımlamaya başladığım sırada gök de gürledi ve yağmur zaman kaybetmeden boş sokakları ıslatmaya başladı. Mum ışığı koridorda yandığı odanın karşısındaki duvarı titrek hareketlerle okşuyordu. İşin tuhafı, mum ışığı Nevin’le şimdi depo olarak kullandığımız Tarık’ın çalışma odasından yansıyordu. Yağmurun sesi daha çok ürpermeme sebep oldu. Bir de buna eklenen köpek ulumaları… İçeri korkak adımlarla girdim. Odanın oldukça geniş bir penceresi vardı. Pencerenin hemen önünde yanan sokak lambalarından biri içeriyi aydınlatmada mum ışığına yardım ediyordu. Gördüklerim karşısında donakaldım. Burası bizim depo olarak kullandığımız oda değil, Tarık’ın çalışma odasıydı. Nevin’le yıllar önce sattığımız Tarık’ın çalışma odasındaki eşyalar tekrar bulunup yerine yerleştirilmişti. Dehşet içinde gözüm, arkası dönük bir şekilde dönen koltukta oturan ve pencereye bakan adamı farketti. Adamın aksi pencerede görülmüyordu… ‘Ben de seni bekliyordum’ dedi tanıdık bir ses. Aniden döndü oturan adam… ‘Ta… Ta… Tarık’ diyebildim titrediğimi belli etmemeye çalışarak.
-Ama sen…
-Evet çok uzun yoldan geldim. Doğrusu yorucu oldu benim için. Nevin’i de getirseydin keşke. Eski günleri yad ederdik!
O anda yeşil gözlerinin deli parlayışını gördüm. Gök yine gürledi. Rüzgarın uğultusunu sanki evin içinden hissediyordum. Tarık yavaş yavaş üzerime geliyor, ama bacaklarım kıpırdayacak gücü bulamıyordu. Gözleriyle beni bağlamıştı sanki. Birdenbire kulakları uzamaya ve uçları tüylenmeye başladı. Aramızda hala mesafe vardı. Hırıltılı bir sesle ‘Nevin’le seni götürmeye geldim’ dedi. Karşımda kum rengi bir vaşak duruyordu şimdi. Onun her hareketine mum ışığı da uyum sağlıyordu. Kaçmak için davrandığım anda geniş patilerini havaya kaldırarak boynuma atıldı ve beni yere çekti. ‘Ama sen, sen… Öldün…’ diyebildim nefesim kesilerek. Korkunç bir hırıltı çıkardı. Kocaman patisini göğsümün üstüne bastırıyordu. Kolumda derin bir çizik bırakmıştı, kanıyordu. ‘Benim hayatımı çaldınız’ derken yeşil gözlerinde intikam vardı. Ürkütücü görünmesine rağmen kum rengi kürkü altında duruşu etkileyiciydi. Yakışıklılığını bir vaşakken bile korumuştu. ‘Biliyorsun kediler gece avlanır’ dedi yağmur camlara sert darbelerini vururken. ‘Tarık, konuşalım. Sen hayattayken yanlış bir şey yapmadık, ne Nevin ne ben!’ dedim. Zorla soluk alıyordum. Daha fazla konuşamadım. Tarık, ani bir hareketle vaşak boynunu sola doğru çevirerek kükremeye başladı. Bu kesinlikle bir tehditti, seni öldüreceğim demekti. Üstümdeki ağırlığına dayanamıyordum artık. Öldürücü bakışlarından uzaklaşabilmek için bir an gözlerimi kapattım. Elinde oyuncak ayısıyla Demet belirdi hayalimde. Çok uzaktan gelen bir sesle ‘Baba’, diye sesleniyordu bana. ‘Baba lütfen yanıma gel, korkuyorum’ diyordu. Elini uzattı. İşte o anda doğrulmaya çalıştım. Gözlerimi açtım. Tarık’ın vaşak gölgesi tüm odayı kaplamıştı. Gözlerim etrafta kesici bir şeyler aradı. Tarık tehdit dolu kükremelerine devam ediyordu. Kükremek için başını yukarıya kaldırdığı bir anda boşluğunu yakalayarak elinden kurtulmayı başardım. Hemen koridordaki merdivenlere yöneldim. Öylesine çevikti ki tırabzanların üstünden atlayarak önüme çıktı. ‘Bir vaşaktan kaçabileceğini mi sandın?’ diye hırladı. Tekrar üzerime atladı, mutfağa doğru koşmaya başladım. Köşeye sıkıştım. Beni kolayca parça parça edebileceği dişlerini bütün ihtişamıyla göstererek tekrar kükredi. Kükreme sesleri şimşek sesleriyle karışıyordu. Mutfağı sadece pencereden sızan cılız ay ışığı aydınlatıyordu. Tarık loş ışıkta benden çok daha iyi görmenin avantajını kullanarak pençe darbeleriyle beni yere serdi yine. Düşerken elim mermer tezgahtaki bir bardağa çarptı. Gürültülü bir şekilde benimle beraber yere düşen bardağın kırılan parçası elimi yaralamıştı. Gözlerim kapanırken parkede ılık kanımın lekeleri beliriyordu.
Gözümü açtığımda uzanma koltuğundan düştüğümü fark ettim. Vaşaklarla dolu battaniyemde kan izleri vardı, elim kanıyordu. Ben Tarık’tan kaçarken Nevin başucumdaki sehpaya porselen bir bardakta çay bırakmıştı. Düşerken elim çarpmış bardağa. Çıkardığım gürültüden telaşlanan Nevin hışımla odaya girdi. Yüzüme soru işaretleriyle dolu bir şaşkın bir bakış fırlattı. ‘Kabus’ dedim hala güçlükle soluyarak, ‘bir kabus gördüm. Tarık peşimizdeydi.’ O loş ışıkta Nevin’in yüzünün bembeyaz kesildiğini görebilmek mümkündü. ‘O evi’ dedi, ‘hemen elden çıkarmamız lazım.’ O anda gök bir vaşak gibi kükredi…
edebiyathaber.net (27 Ağustos 2020)