Bir kuş sesi duydu.
Kuşun sesinde telaşlı bir sevinme vardı. Havva avundu güneşin ilk ışıklarıyla.
Deniz kendi halinde salındı. Sazlıklar, kavak ağaçları serçeleri uğurladı. Sıradağlar kahverengi yumurtalar gibi yanyana gelip baktılar denize. Onlardan daha heybetli olan uzaktaki dağlar mavileşti. Sarının sıcağı, yeşilin sıcağı, kırmızının sıcağı çoğaldı. Dağlar çiçeklerin sıcağına bulanmış da çıkmış bir elma şekeri gibi kızardı.
Belli belirsiz bir şehir yumuşacık toprağın üzerine dikiliverdi aniden. Uzadıkça uzadı büyüdükçe büyüdü beton. İki şeritli, üç şeritli yollar ip gibi dolandı sabahın ışıklarına.
Martılar uyandı; cırtlak sesleriyle binalardan uzaklaşıp denize doğru uçtular.
Balıklar uyandı; gümüşlü, pullu yüzgeçleriyle suları şıpırdatarak.
Kediler gerinerek uyandılar, ıslak otların arasında. Ve gölgeler uyandı.
Havva gölgesini alıp yola koyuldu. Koştu denize doğru. Telaşlıca sevinen kuşu aradı yollarda. Üstüste sıkışıp kalmış evler katlandı kaldı Havva’nın düşleminde. Denize vardı.
Deniz sıcaktı. Kumun sıcağı çıplak ayaklarını kavurdu. Dalgalar kumları sakince kıyıya bıraktı. Sonra yeniden suyuna kattı. Her seferinde ışıldadı kum taneleri ve çakıllar.
Sandalyesine oturmuş bir adam vardı. Adam iki olta saplamıştı kuma. Tütününü sardı. Dumanını tüttürdü. Oltaları kontrol etti. Sarkık göbeği eğildikçe katlandı. Tekrar sandalyesine oturdu. Tütün kokan elleriyle alnını sıvazladı. Denize baktı.
Adamın yanına yaklaştı Havva. Buralarda güzel ötüşlü bir kuş gördün mü amca, diyecek oldu. O an adam kadını fark etti. Dur der gibi eliyle bir işaret yaptı. Sonra başparmağıyla sus işareti yaptı. Tam tersi Havva hızlandı. Adam telaşla suyun içine doğru yürüdü. Öne doğru eğilmiş beli daha da eğrildi. Adam beline kadar girdi suya.. Sonra oltada çırpınan balıklar gibi gözden kayboldu. Çırpınan ve çoğalan dalgalar arasında adamın bedeni bir gölgeye dönüştü.
Havva koşmaktan yoruldu. Soluk soluğaydı. Ellerini dizlerine koyup kaybolan gölgenin ardından bakakaldı.
Nefesini toplayıp kendine geldi. O an adamın ne oltaları kalmıştı geride, ne de sandalyesi. Islak kuma ayaklarıyla birşeyler çizdi. Sakince gelen su ayaklarını okşarken yürümeye başladı.
Az ilerde bir kadın gördü. Kadın kumların üzerinde güneşleniyordu. Kadın çok uzakta olduğu için çarpık çurpuk göründü gözüne. Görüntü parlayıp siliniyordu.
Havva yavaşça yürüdü. Yaklaştıkça görüntü donuklaştı. Güneşlenen kadın Havva’ya baktı. Kadının iri memeleri güneşte parladı. Yüzü çizgilerden oluşuyordu. Çizgiler ışığın etkisinden bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu.
Denizin dalgaları çoğalmıştı. Kabaran dalgalarını kuma hırsla vurmaya başladı. Kum ve çakıl şıkır şıkır oynadılar suyla. Havva kadına yaklaştıkça kadın çizgilere dönüşmeye başladı. Çizgiler kumlara karıştı. Kumlar denizin hırçın dalgalarında kayboldu.
Havva kaldı gene bir başına.
Betona, plastiğe ve demire dönüştü deniz. Havva çaresiz evine döndü.
Havva oturdu kaldı. Eliyle alnını sıvazladı. Katlanan göbeğine aldırmadı. Güneş evden içeriye girdi. Güneşte parlayan memelerine aldırmadı. Yüzü çizgilerden ibaretti. Karardı. Akşam oldu. Uzadı gölge. Karanlıkla birleşti.
Bir kuş sesi duydu.
Saniye Kısakürek kimdir?
1976 Kahramanmaraş doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirdim.
Çocuklar ve büyükler için fotoğraf dersleri verdim. Çeşitli medya kuruluşlarında çalıştım.
Öykü, deneme ve şiirlerim birçok dergide yayınlandı. Bunlar arasında Dünyanın Öyküsü, Varlık, Evrensel Kültür, Yasakmeyve gibi dergiler var.
edebiyathaber.net (9 Haziran 2020)