İki kulağımda da telefon vardı. Gözlerimi önümdeki ekrandan bir an bile ayırmadan, bir kulağımdaki telefondan Akın’a, “Sat,” öbür telefonda talimatımı bekleyen Cengiz’e de, “Al,” dedim. Operasyon tıkır tıkır yürüyordu. Ekip deneyimliydi. Çok insana fiyat beş lira civarındayken hisse senetlerini aldırmış, “Biz sat demeden elden çıkarmayın,” diye tembih etmiştik. Baş döndürücü yükseliş onların da aklını başından almış, senetlere sımsıkı sarılmış, gözümüzün içine, ağzımızdan çıkan söze bakar olmuşlardı. Öyle ki, sat desek, satarlar mıydı? Emin değildim.
Yıllarca gömlekçi (1) olarak çalıştıktan sonra, uzun süredir kendi adıma iş yapıyordum. İsmim manipülatör’e (2) çıktıysa da, ciddi bir sermaye birikimim olmuştu. Tüm paramı bu büyük işe yatırmış, fazladan beş yüz bin dolar civarında kredi kullanmıştım. Bir lira yirmi beş kuruştan toplamaya başladığımız kâğıdı, otuz iki liraya getirmiştik. Yedi ayrı aracı kurumda, farklı kişiler adına açılmış yirmi civarında hesap vardı. Bir yerden satarken öbür taraftan alıyorduk. Her şeyi en ince detayına kadar planlamıştım. Hisseyi acele etmeden, istediğim noktaya taşıyordum. Hedefim, elli liraydı. Oradan satmaya başlarsam ortalamada yirmi beş lirayı yakalardım. Alıcıları ayarlamaya çalışıyordum. Büyük aracı kurumlarda çalışan üç Dealer’la (3) yüksek komisyonlar karşılığında anlaşıp, el sıkışmıştım. Maldan çıkacağımız gün müşterilerine bizim kâğıdı önereceklerdi. Bu kadar büyük bir parti hiç olmamıştı. Becerebilirsek kredileri kapattıktan sonra birkaç milyon dolar kaldıracaktık.
Güneş,sıradan bir yatak ve bir kanepeden oluşan yatak odamda cirit atıyor, bir an önce kalk, bugün yatma günü değil, diye davul çalıyordu. Sevda’nın doğum günümde hediye ettiği o zevksiz natürmort bile gözüme hoş göründü. Hemen kendimi duşa attım. Sıkı bir kahvaltı yapıp evden çıktım. Öğle yemeğinde ülkenin önde gelen borsa dergilerinden birinin başyazarı ile birlikte olacaktım. Hafta sonu bizim kâğıtla ilgili –tabi ki ücreti mukabilinde- iki sayfalık geniş bir haber yapacaklar; şirketin piyasa değerinin çok altında işlem gördüğünü, hisse fiyatlarının ucuz kaldığını, adı geçen senetlere yatırım yapmanın tam zamanı olduğunu teknik ve temel analizler eşliğinde anlatacaklardı. Hesaplar tutarsa, önümüzdeki hafta kuşlar darıya saldıracaktı.
İş yaptığım aracı kurumun bana tahsis ettiği odama kapağı attım. Hemen kahvem geldi. Gazetelere şöyle bir göz gezdirdim; televizyonum açıktı. Ekonomi kanallarında kısa bir tur attım. Haberler iyiydi; yurtdışı borsalar yükselerek kapanmıştı. Moralim bir kat daha arttı. Sevda’yı aradım. “Aşkım, ne yapıyorsun? Gece rahat uyudun mu?” diye komiklik yaptım. Sesimdeki keyifli tınıyı hemen yakaladı. “Pis, morarttığın yerler hâlâ acıyor,” dedi. “Üzülme kız,güzel bir hediye alırım, geçer. Hele şu hisselerden bir çıkayım, dile benden ne dilersen,” dedim. “İstediğim arabayı al, başka bir şey istemem,” diye kıkırdadı. “Arabanın lafımı olur, yanında minik bir teknede istemez misin?” diye kışkırttım. Karşıdan, “Allah,” diye bir çığlık yükseldi. Fazla uzatamazdım, konuşmasına fırsat vermeden, “Hadi ben kaçıyorum fıstık, bana şans dile,” dedim. “Bol şanslar, seni çok seviyorum,” dedi. Konuşma görüntülü değildi ama gözlerinin kocaman açılıp,parladığını görmüştüm.
Seansın başlamasına dakikalar kalmıştı. Genel gidişat iyiydi; piyasa, alıcılı ve yüksek açılacaktı. Beklediğim gibi İMKB (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) bir önceki güne göre yaklaşık yüzde dört yukarıda açıldı. Tahtada (4) borumuz ötüyordu. Çöplükte başka horoz yoktu. Bizim kâğıt otuz beş liradan tavan açıldı. Alıcılara minnacık satışlar yapıp, köşemize çekildik. Yağmur gibi alım emirleri geliyordu. Aslında bu fiyatın yarısına bile razıydım. Ne var ki şimdi satmaya başlarsam, oyun bozulur istediğim sonucu alamazdım. Bu işi bitirip borsadan çıkmayı düşünüyordum. Manipülasyon suçlamasıyla aleyhime açılmış davalar vardı. Kabuğuma çekilirsem üstüme gelmezlerdi. Kendime yeni bir kahve söyledim. Sandalyemde geriye kaykılıp ayaklarımı masanın üstüne uzattım. Yönetmeni olduğum, dünyanın en güzel filmini izliyordum. Telefonlar susmak bilmiyor, “Abi çıldırmış gibi gidiyor, daha alalım mı ne dersin?” diye soranlarla,“Neden daha cesaret verici konuşmadın? Fiyatın buralara geleceğini bilsem her şeyimi basardım” diye yakınanlardan başımı alamıyor,kime ne cevap vereceğimi bilemiyordum. Bir tek şeyi biliyordum. Her şey planladığım gibi gidiyor; yaşamımın en büyük vurgunu bana göz kırpıyordu.
Saat on iki olmuştu. İMKB yeni bir yükseliş rekoruyla ilk seansı tamamlar tamamlamaz yerimden fırladım. Dergicileri bekletmek olmazdı. Dışarıda damıtılmış gibi berrak, yumuşacık bir hava karşıladı beni. Tadında bir güneş,çığırtkan sokak satıcılarının bağırtılarıyla, korna sesleri, köşedeki manavın tezgâhında tepeleme yığılı nanenin keskin kokusu, neşeyle koşuşturan insanlar.Hepsini kucaklamak, sevincimi haykırarak paylaşmak istiyordum. İçim içime sığmıyordu.
Kentin en güzel restoranında gözlerden uzak bir masaya oturduk. Menüdeki en pahalı şarabı sipariş ettim. Yemek boyunca hafta sonu dergide çıkacak haberin detaylarını konuştuk. Benden istedikleri teknik bilgileri verdim. Kadehlerimizde kalmış son yudumları bitirdik; el sıkışarak ayrıldık. Her şey planladığım gibi giderse jübilemi yapıp noktayı koyacaktım. Hesabı ödeyip piyasa açılmadan dükkâna yetişmek için aceleyle çıktım. İkinci seansta da sevgili kâğıdımızı birazcık gıdıkladık. Kantarın topuzunu kaçırmamalıydık. Seans kapanışına çok az kalmıştı. Kapanış fiyatını görür görmez kalkacaktım.
Bilgisayara odaklanmıştım; ekranda sürekli yeşil kırmızı arası –aşağı, yukarı- oynayan rakamlar bir an durur gibi oldu. Hatlarda sorun olmalı diye düşünüyordum. Ofis içinden bir çığlık yükseldi. Neler oluyor diye kapıyı açacaktım ki ekranın altında yanıp sönen flaş haberi gördüm. ‘New York’taki ikiz kulelere kimliği bilinmeyen bir uçak çarptı!’ Hemen odamdan dışarı fırladım. Kurumun içinde herkes salona toplanmış, şaşkın yüz ifadeleriyle büyük televizyonu izliyordu. Spiker heyecanlı bir ses tonuyla, “ABD’de yerel saatle 08.30 da kimliği tespit edilemeyen bir uçak, Dünya Ticaret Merkezindeki kulelerden birine çarptı. New York belediyesi alarma geçti. Bölgeden dumanlar yükseliyor!” Tavan başıma yıkıldı sandım. Olumlu düşünmek istediysem de beceremiyordum. Hiç kimse işlem yapmak derdinde değildi; tüm kâğıtlar dip yapmıştı. Nutkum tutulmuştu. İnşallah terör saldırısı değildir diye kendimi avutmaya çalışıyordum. “Birkaç dakika içinde olay mahallinden canlı bağlantı gerçekleştireceğiz,” diye devam etti, spiker. Saniyeler sonra görüntü ekrana geldi. Kulenin üst bölümünden yoğun katran karası bir duman gökyüzüne yükseliyordu. Korku filmi izler gibi gözümü televizyondan ayıramıyordum. “Oda ne? İkinci bir uçak belirdi, görüyorsunuz,” diye çığlık çığlığa konuştu spiker. Her şey gözümüzün önünde cereyan ediyordu. Uçak yanan kulenin yanından geçip, hızla ikinci kuleye çarptı. Naklen bir facia izliyorduk. Kıpkırmızı bir alev topu büyüdü; siyah duman kulenin üst bölümünü çepeçevre sardı. Sonra haberler art arda sıralandı: “İkiz kuleler diye de bilinen, New York’taki Dünya Ticaret Merkezi binasına iki uçak çarpması sonucu büyük hasar meydana geldi. İntihar saldırılarının ardından ABD’de tüm uçuşlar yasaklandı.”
Bir müddet oturduğum yerden kalkamadım. Başıma gelene inanmak istemiyordum. Bedenimin üstündeki başım, derin dondurucudan çıkmış gibiydi. Düşünme yeteneğimi yitirmiştim. Beynimin içinde boşluklar oluşmuştu!Bilmediğim bir el, karanlık ve derin suların içine savurmuştu beni. Şaşkın gözlerle etrafıma bakıyor; nefes almaya çalışıyordum. Vurgun yemiş dalgıçlar gibi sersemlemiştim. Ciğerlerim patlayacak gibi olmuş; bir yudum oksijen arıyordum. Yaşamım film şeridi gibi gözümün önünde döndü. Ölüyorum diye düşündüm.
Her şey bir anda paramparça oldu. Hisse senedinin yüzüne bakan olmazdı. Banka krediyi geri çağırırsa ki, yüzde yüz çağırırdı; beyaz bayrağı kaldırırdık. Hoş çağırmasa da, ne dergide o yazı çıkardı; ne de anlaştığımız dealerlar, yalvarsalar bile kimseye kâğıtsatabilirlerdi. Olay duyulduktan sonra İMKB, ABD ve Avrupa’daki tüm borsalarla birlikte kapanmış; bütün işlemler durmuştu. Ne zaman açılacağı belli değildi. Bizim kâğıt bir daha dirilmemek üzere gömülmüştü. Bir lira yirmi beş kuruşu artık rüyamızda bile göremezdik.
(1) Gömlekçi: İMKB’nin ilk yıllarında kendi ya da müşterilerinin namına aracı kurum üzerinden borsada alım satım yapan kişi.
(2) Manipülatör: İnsanları etkileyerek bir menkul kıymeti almaya veya satmaya yönlendiren. Veya menkul kıymetin fiyatını yapay bir seviyede tutmaya yönelik işlem yapan kişi.Manipülasyon yapan.
(3) Dealer: Aracı kurumlarda müşterilerin alım satım isteklerini gerçekleştiren kişi.
(4) Tahta: İlk dönemlerde borsada alım satım emirleri kara tahtaya tebeşirle yazıldığı için eskiden kalma bir dil alışkanlığı.
Yusuf Uzunyol kimdir?
1949 Erzurum doğumlu. Ankara’da yaşıyor. Yıllarca ticaretle uğraştı. Yazma serüveni, 2009 yılında UM-AG la tanıştıktan sonra başladı. O tarihten bu yana öyküler yazmaya çabalıyor.
edebiyathaber.net (24 Eylül 2019)