
İskelede salınan feribota doğru adımlarını hızlandırdılar. Feribotun gidiş yönüne doğru oturduklarında, Gönül’ün ağzından “oh” sesi çıktı. El bagajını iki valizin ortasına düşmeyecek şekilde yerleştirdi. Avucundaki peçeteyi Nuri’nin şakaklarından akan terin üzerinde dolaştırıp ayağının dibine atıverdi. Gümrükten beri elinde tuttuğu, kağıtları cüzdanına yerleştirirken “Of ya!” diye söylendi.
“Ne oldu, bir şey mi unuttuk?”
Gönül, kömürden çizilmiş ince birer çizgiden oluşan gözlerini tırnağına dikmiş, cık cıklanıyordu.
“Tırnağım kırıldı.” dedi. Kalabalıklaşmaya başlayan feribottaki yüzlerde, tedirginlikle gözlerini gezdirirken çantasından çıkardığı yara bandıyla parmağını dikkatlice sardı. Nuri’nin sıcak elini, avucunda hissettiğinde, başını kaldırıp, ayrık dişlerini umursamaksızın güldü. Geçirdiği geceden kalan şehvetin ılıklığıyla derin bir “ohh” çekti, hayal etmenin hazzını duyumsadı.
Feribotun hareketiyle, yüzünü yalayan sıcak, nemli esintiden teninin yapış yapış olduğuna şaştı. Kıvırcık saçlarını ensesinde toplayıp, pantolonuna içten diktiği parayı yokladı. Hiçbir şey unutmadığından emin olsa da, ara sıra onu dürten kuşku topunu içinden atamıyordu. Başını Nuri’nin omzuna koydu. Teninin kokusu, evini, sokağını, heyecan içinde geçen buluşmalarını zihnine getirdi.
Kocasının koluna girmiş gezmeye giderken gözü düşmüştü Nuri’ye. Sabahları taksi durağına iki dirhem bir çekirdek gelirdi Nuri. Yoldan geçeni, kaldırımda yürüyeni, bıyıklarını bura bura baştan aşağı süzerdi. Önceki çalıştığı durakta arkadaşıyla arasında tatsızlık çıkınca, evinin yakınındaki bu durakta tesadüfen iş bulmuştu. Gönül, ilk defa bindiği Nuri’nin taksisinden inerken içine yayılan heyecan dalgasına kapılıp “O bıyıklarla hiç şansın yok” demişti. Eve gidince yaptığından hem utanmış, hem de içinde bir şeylerin tomurcuklandığını hissetmişti. Bıyıklarını ertesi gün kesen Nuri, taksiyle her müşteriye çıkışında Gönül’ün evinin önünden geçmiş, bıyıklarını kestiğini görsün istemişti. Gönül günlerce ortada görünmeyip, tülün ardından izlemişti, durakta oturan bıyıksız adamın sabırsız bekleyişini.
Gönül, sabahları kocasını kapıda öpüp uğurlarken, komşular bu görüntüye “la havle” çekerdi. “Görmemişin bir oğlu olmuş, büyük bir aşk yaşanıyor” diye laf atanlara omuz kaldırıp, kikirdeyerek içeri girip, kapısını örterdi. Kocasını kapıda uğurlarken şimdilerde Nuri’yi kestiği, kimsenin aklına gelmezdi. Gönül’ün boylu poslu kocası dururken yerden bitme Nuri’ye göz koyacağı olacak şey miydi? Hele bir de kara kuru, gözleri içine kaçmış olunca… Kocasının gözünü kör etmişti de, başkasının ona gözü kayar mıydı? Komşularla bir araya geldiğinde, gece yatak odasında geçenleri ballandıra ballandıra, anlatır, kadınların iç geçirerek bakışından, haz duyardı. Birçoğunun sevişmeden geçen geceleri, kiminde umut, kiminde kabullenmişlik duygusu bırakırdı. Onu dinlerken tırnak kemiren kadınlar, Gönül’ün yatak odasında olanları düşler, fısıltı gazetesi sayesinde bütün mahalle film izliyormuşçasına anlatılanları hayal ederdi. “Allah çirkin şansı versin,” sözü mahallede çok dolanırdı. Evliliklerinin üzerinden üç yıl geçmesine rağmen hala mutlu oluşlarını, kimisi çocuksuz olmalarına, kimisi de, kocasının sürekli kitap okumasına bağlardı. Eve gelen komşular, ortalıktaki veyahut kitaplıktaki kitapları inceler, şöyle bir karıştırır, bir türlü okumak istedikleri yerleri bulamazlardı. Gizlice yatak odasına girip, adamın baş ucundaki kitapların fotoğrafını çeken de olmuştu. Bir keresinde Whatsup’tan yayılan bir kitap fotoğrafı sayesinde, haftasına kalmadan bütün mahalle şifalı su zannederek, Emile Zola’nın Germinal’ini okumuş, meraklı gözlerle birbirlerini tartmışlardı.
Gönül’ün kocası, komşuların deyimiyle saygılı, kafasını yerden kaldırmadan yürüyen biriydi. Yüksekokulu bitirir bitirmez, şehirli kızlara kapılmadan, köyden akrabalarının aracılığıyla ailesi onu Gönül’le evlendirmişti. Küçük bir iş yerinde muhasebeci olan adam, aylığını alır almaz getirip Gönül’e teslim eder, evden işe, işten eve gelişi dakika sekmezdi. Evin her türlü ihtiyacını Gönül alır, kendisine ayırdığı ile kenara her ay altın atardı. Saçlarını kendisi boyar, “Kuaförde boyattım” der, kıyafetlerinin modelini değiştirtir, yeni aldım der, pazardan bulduğu pahalı marka çakma kıyafetlerle gösteriş yapmaya bayılırdı. Kocasının çok kazandığını, onu hediyelere boğduğunu Facebook’ta paylaştığı fotoğraflarla düşündürürdü.
Köyden gelin geldiğinde, uyanık, tez canlı halleriyle kısa zamanda komşularıyla kaynaşmıştı. Kocasını sevmeye çalışmışsa da içi ısınamamış, köyden kurtulmak için evliliği yol seçmişti. Görevini iyi yapan bir kadın gibi evliliğini yürütmeye çalışıyordu kendince. Taşımalı eğitimle ilçede ortaokulu bitirmişti. Memeleri erken çıkıp, serpilince, liseye göndermemişti babası. Devletin verdiği öğle yemeği ve burs olmasa, o kadarını da okuyamayacağını köydeki her kız gibi o da biliyordu.
Kocasının aldığı nefese bile dayanamıyordu Gönül. Eve kokusu sinmesin diye her sabah pijamalarını, akşam işten geldiğinde de, üstünden çıkanları yıkıyor, banyo yapmadan onu yanına yaklaştırmıyordu. “Karım çok titiz” derdi kocası her sohbette. Gece yarısı bunaldım deyip, yastığı kocasının kucağına verir, salona yollardı. Yatak odasının kapısında durup mahzun bakışını umursamaz, yatağı ortalar uyurdu. Canı istediğinde de hakkını alır, sonra yollardı salona. Kocası arada nasiplendiği soluk soluğa kaldığı “an”lar uğruna salondaki kanepeyi kabullenmişti. Evliliği yolunda giden, geçim derdi olmayan bir kadın başka ne isteyebilirdi ki? “En iyi koca, saksı çiçeği gibi, koca” derdi komşularına muzipçe.
Gönül, Nuri’nin taksisine ikinci binişinde “Hastaneye gideceğim sıradaki araba hangisi?” deyip arkaya biniverdi. Evden çıkmadan duraktaki tek arabayı görüp, dışarı atmıştı kendini. Nuri, vitesi bire takacağına üçe takıp arabayı stop ettirdiğinde durakta kimsenin olmadığına şükretti. Taksi, hastane yoluna girene kadarki sessizlikte Gönül yerinden fırlayan kurbağa gibi atan kalbine gem vuramadı, sesli nefeslerini kontrol edemedi. Nefesi yol boyunca Nuri’nin ensesinden akan soğuk tere dönüştü. Gece bölünen uykularını artık bütünlüyorlardı.
Çengelköy’deki Çınaraltı’nda çaylarını karıştırırken masaya dökülen kelimeler havadan sudandı. Gönül, Nuri’nin eline ilk dokunduğunda Nuri’nin yüzü al al, yeniden titremeye başladı. Bakışları ve kalp atışlarını konuşturup, dudaklarından çıkan sigaranın dumanını öpüştürdüler. Çingene vapuru, dalgaları savurarak kıyıya yanaşıyordu Nuri’yi duraktan aradıklarında. Yolcu alıp, karşıya geçtiğini söylediğinde, martılar telaşla vapurun önünde dönüyordu. Gönül vicdanını, üst üste içip kül tablasında ezdiği sigara izmaritleriyle bastırırken, avucundaki sıcaklıkla kıyıdan uzaklaşan vapurun ardında bıraktığı köpükleri izliyordu.
Nuri’nin ailesi, henüz yolların olmadığı mahalleye ilk gelenlerdendi. Nuri, annesinin sürekli morluk içindeki yüzünü, mahalleye taşındıktan iki ay sonra onu bir daha hiç göremeyişini, babasının kendilerine anne diye getirdiği kadınların sayısını, okuldan kaçıp henüz papatyaların açtığı tepede oturup çekirdek çitlediğini, aşık olup olup terkedişlerini anlattı. Yirmisine geldiğinde hamile bıraktığı kızla evlenmek istemediği için kızın abisinin onu evire çevire dövdüğünü mahallede bilmeyen sadece yeni doğanlar olmasına rağmen anlatmadı.
Gönül, gözlerini Nuri’nin daracık gömleğinin üç düğme açık yakasından görünen ve görünmeyen yerlerinde dolaştırdı. Cılız kumral tüylerinin üzerine başını koyup öylece kalmayı hayal etti. Alnına düşen perçemi, eliyle geriye doğru ittirişini bir kitabın satırını takip eder gibi izledi. Sandalyeler birbirine biraz daha yaklaştığında düşündüğü şey, “ne olursa olsundu.”
Gönül Çınaraltı’ndan eve döndükten sonra yaşadıklarının hayaliyle nasıl yemek yaptığını bilemedi. Mutfağa alışkın elleri sofrayı kurarken kocası geldi. Yemek yerken kocasının suskunluğuna canı sıkıldı. Sofrayı toplarken, elinden düşen bardağın kırıklarını toplarken onun ilgisizliğinden yakınmaya başladı. Adamı silkelemek, sessizliğinin sebebini anlamak istiyordu. Kocası büyükçe bir “of“ sesi salıverince, Gönül’ün yerden topladığı cam kırıkları elinden dökülüverdi. Ellerinin titremesine hakim olamıyordu. Adam hemen saplı süpürge ve faraşı getirip dökülenleri süpürmeye başladığında, Gönül gözlerini hala cam kırıklarının olduğu noktaya dikmiş, ağzından çıkacak sözcüklerin gelmesini bekliyordu
Adam, Gönül’ün elinden tutup, masaya tekrar oturttu. Can sıkıntısı içinde, babasının ağırlaştığını, köye gitmesi gerektiğini söyledi. Elini, siyah sık saçlarının arasında dolaştırdı. Gönül, kadınlık iç güdüsüyle elini adamın omzuna koydu, söyleyeceklerini zihninde tarttı, yüzünden gölgeler geçti. Bu suskunluktan olumlu bir ton algılayan adam karısının elinin şefkatini duyumsadı. Omzundaki eli, kutsal bir nesneyi öper gibi öptü. Gönül için, kocasının ailesinden hiç haz etmediğinin, onlarla görüşmeyip, evine almadığının, bayramlarda dahi kocasını köye yollamayışının artık hiçbir hükmü kalmamıştı. Nihayet söyleyeceği kelimeler zihin tartısından çıktı.
“Ömür geçiyor büyüklük bizden olsun, git bakalım babanı görmeye, Allah gecinden versin yarın bir şey olursa kimse bizi suçlamasın” dedi takındığı istemez ifadeyle. Adamın gözleri büyüdü. Gönül’ün ifadesiz yüzü, kafasını karıştırır gibi oldu. İşitmek istediği sözleri duymuştu işte. Daha fazla konuşmak gidene kadar sıkıntı yaratabilir diye düşündü, kelimeleri ağzında kilitledi. Başını sallayıp masadan kalktı.
Adam, ertesi sabah kahvaltıda suskunluğunu bozmadı. Vedalaşırken karısına minnetle sarıldı.
Köyüne doğru uçmak isteğini yüreğinin pırpırıyla hissetti evden ayrılırken. Yıllardır gidemediği yolları şimdi prangasından kurtulmuş gibi koşarcasına yürüyordu.
Gönül, kocasının köye gittiği gün altın kaplama çatal bıçak takımını komşusuna sattı. “Değiştireceğim” diyerek koltuklarını ve çok merak edilen yatak odasını da takip eden günlerde sattığında kayınbabasının vefat haberini aldı. Kocasını telefonda teselli etmeye çalışırken, Letgo’dan yemek takımlarına teklif sunan müşteri ile mesajlaşıyordu. Kıyafetlerini bile hızlı bir şekilde satıp, valize en gerekli eşyalarını yerleştirdiğinde birkaç komşunun “Kitapları da satıyor musun?” diye sormasına bir anlam veremedi. Komşulara köyde miras işleri olduğundan bir süre orada kalacaklarını dillendirdi. Çiçeklerini yan komşusuna emanet bıraktı. Güneşliklerini akşamdan çekip, salonda kalan son kanepede uyumaya çalıştı.
Sabahın ıssız serinliğinde henüz kalabalıklaşmamış caddeye ulaştığında, Nuri’yi yol kenarında bekler buldu. Araba hareket ettiğinde yüreğindeki kurbağa hala zıplıyordu. Geride kalanları düşünmemeye çalışsalar da, yüzlerine yerleşen burukluk bir müddet orada kaldı. Gönül, Nuri’den güç almaya çalışırken vicdanının sesini iyice kıstı.
Feribotun geride bıraktığı şehrin güzelliğini, gün boyu dolaşmalarına rağmen, fark edememiş olduğunun ayırdına vardı Gönül. Evden ayrılırken anahtarı saksının altına koyduğunu zihninde kontrol etti. Kapının önünü süsleyen sardunyalara su dökmüş, kalan suyu da vedalaşır gibi bahçenin toprağına serpmişti. Komşu perdelerin örtük olup olmadığına hızlıca bakmış, sarılıp vedalaşacağı kimsenin olmayışı onu rahatlatmıştı. Mutfak camından son bir kez içeri baktığında kocası için yaptığı gözleme tezgahın üstünde duruyordu. Boğazını bir şey sıkmıştı yine de. Belki o da başkasıyla daha mutlu olur, diye düşündü bahçe kapısına doğru yürürken.
Kıbrıs’a kadar deniz tuttuğu için başını kaldırmadı Nuri’nin omzundan. Feribottan inerken yumuşak bir esintinin terini soğuttuğunu hissetti. Aniden gelen kusmasına engel olamadı. İçindeki her şeyi öğüre öğüre denize kustu. Çantasındaki suyla ağzını çalkaladı. Nuri, onun burnuna bulaşanları sildi. Elinden tutup kaldırdı. Valizlerini sürükleyerek gümrüğe doğru giderken, çantasından bantlı tırnağına dikkat ederek adaya geçiş kağıdını ve kimliğini çıkardı. Bankodaki görevliye uzattı.
“Kıbrıs’a hoş geldiniz” dedi görevli gülümseyerek.
“Hoş bulduk” dedi Gönül, içindeki nefesi sesli bırakıp, Nuri’ye göz kırptı.
Karşı yöne gidecek feribotun anonsu yapılıyordu. Denizin nemli esintisi gümrükteki kalabalığın içine kadar giriyordu. Dışarı çıktıklarında taksiye binip şehrin ışıklarına doğru yol aldılar.
Sokak lambasının ışığında kapının anahtarı, yuvasında yavaşça döndü. Kapı sessizce açıldığında, adam uykusuzluktan eşikte serilip uyuyabileceğini hissetti. İki gündür Gönül’ün telefonunun kapalı olması içini kemirse de, onu dert edecek halde değildi. Belli ki, köyde kalma süresi uzadı diye hırçındı. Onu uyandırmamak için salondaki üçlü koltuğa kendini atmak istedi. Gelen gidenin çokluğu, cenaze ritüelleri ve resmi işlemler için kasabaya git gel çok yorucu olmuştu. İlk hafta ölü bekler diye sabah ezanıyla mezarlığa gitmeler onu perişan etmişti. Mezarlıktan dönüp azıcık uyumaya vakit bulamadan gelmeye başlayan insanların karşısında kan çanağına dönmüş gözlerle oturma çabalarını düşünürken, hırkasını çıkarıp koltuğun üzerine attı. Hızla yere düşen hırkanın çıkardığı sesle irkilip, ışığı açtı. Salonda duvarda asılı düğün fotoğrafının bulunduğu içi boş çerçeveden ve pencerenin altındaki kanepeden başka hiçbir şey yoktu. Birden içinin ezildiğini hissetti. Acı bir sıvı genzinden midesine doğru akıyordu. Yatak odasına doğru kendi evine gizlice girmiş hırsız gibi ürkekçe yürüdü. Eli prizi bulduğunda yutkunmak istediği tükürüğü bile kaybolmuştu. Boş odanın duvarlarındaki eşya izlerinde kaldı gözleri. Evdeki tek varlığın kendisi olduğunu idrak etmesine rağmen Gönül” diye seslendi. Hızla odaları dolaştı. Titreyen sesinin yankısından başka ses gelmediğinde kendini mutfaktaki tabureye bıraktı. Duvarın dibindeki çöp torbalarını fark etti. Üç büyük torbanın tek tek içine baktı. Özel eşyaları, giysileri ve kitapları… Hayatı sadece üç torbaya sığmıştı. Tezgahın üstündeki paketi açtı. Gözlemeye dokundu. Midesine kramp girdiğini hissetti, kendini banyoya attı. Kusacak gibi oldu, kusamadı. Acılık gitsin diye ağzını çalkaladı. Sıcak su küveti doldururken, üstündekileri çıkardı. Aynaya baktığında, benliğini bir yerlerde unutmuş, başka birine dönüşmüştü. Yüzündeki ton, tıpkı ağzındaki acı salgının dışa yansımasıydı. Kedere bulanmıştı bedeni. Uzakta bir bekçi düdüğü öttü. Karşıdaki taksi durağında bir hareketlilik oldu. Küvete uzandı. Akan suyun sıcaklığına kendini bırakıp, başını geriye yasladı, gözlerini kapadı, içinde birikmiş nefesini sesli verdi.
edebiyathaber.net (10 Nisan 2025)