Ter içinde. Beş altı kişi yatağını sarsıyor. Uyansın diye uğraşan bir grup dev cüsseli adam gelmiş salladıkça sallıyor. Her biri bir kenarından tutmuş yatağın. Uyku mahmurluğu, kâbusun korkusu, endişe, merak. Alnında boncuk boncuk damlalar. Titreyen ellerine hâkim olamıyor. Uyanmış olmalı. Bakışları bulanık. Etrafa göz gezdiriyor. Kimse yok. Yok mu gerçekten? Ama görünmeyen eller var. Hala yatağını sallamaya devam eden. Uykuda mı, uyandı mı, yoksa uyanıp bayıldı mı?
Apar topar kalkıyor. Uyku sersemi. Ayağını çarpıyor bir yerlere. Canı acıyor. Salonda uyuyakalmış. Yemek masası ofis masasına dönüştü çoktan. Evden çalışmak zorunda kalınca, mecburen doldu taştı masa. Ne kadar karışık. Dosyalar, kitaplar, tezler, makaleler, sınavlar. İşi. Bütün hayatı. Alt üst olmuş. Masanın üstü karman çorman. Ama sorsalar ne nerede diye, hemen bulur çıkarır. Biri görse hırsız girmiş, evi talan etmiş zanneder. Bir tarafta henüz bitmemiş tezinin taslakları, üzeri işaretlenmiş makaleler, diğer tarafta sınav kâğıtları. Okunmuş, notlanmış. Bir tek onlar düzenli duruyor. Ne de olsa iş disiplini.
Uyku akıyor gözlerinden. Bir yandan uğultular geliyor kulağına. Jeneratör sesi gibi. Sahi evde elektrik yok. Sokaktan hafif bir ışık giriyor salona. Metalik ses kulaklarını delecek. Apartmanda ayak sesleri. Bağrışmalar. Kapısı vuruluyor. Bu saatte. Mümkün değil. Açmıyor elbette. Komşunun kapısını bile çalamadığımız günlerdeyiz. Yorgunluk, uykusuzluk başına vurmuş olmalı. Biraz da üzüntü. Hayal kırıklığı.
Salonu mavi bir ışık aydınlatıyor düzenli aralıklarla. Telefonun ışığı. Yanıp sönüyor sürekli. Sevgilisinin hediyesi. Giderken hediye ettiği son model cep telefonu. Masada bir kitap yığınının üzerinde kalmış. Sık sık konuşuruz diyerek verdi son görüştüklerinde. Özledikçe arayacak, hatta görüntülü konuşacaklar, hasret gidermek için. Kitapların hemen arkasında da ayaklı bir çerçeve. Birlikte son çıktıkları akşam yemeğinde çekilmiş fotoğraf özenle tabettirilmiş ve çerçeveye yerleştirilmiş. Sarmaş dolaşlar. Henüz yemekler yenmemiş. Gözlerinin içi parlıyor. Yılmaz’ın en karizmatik gülüşlerinden biri yüzünde. Çok anlamlı hediyeler seçmiş. Her zamanki gibi ince düşünceli. Telefondan motivasyon mesajları gönderecek, tezini bitirmesi, bir an önce kariyerinde ilerlemesi için. “Özledikçe de fotoğrafımıza bakarsın,” dedi giderken. Güzel çerçeve bulmuş. Evin konseptine uygun. Pembe, sade. Kenarında renkli kelebekler. Uçuş, uçuş.
Kapıya daha da hızlı vuruluyor. Bir erkek sesi. Onun sesine ne kadar da çok benziyor. Mümkün değil ki. Sekiz bin kilometre var aralarında artık.
Çerçeve elinde. Loş ışıkta yine fotoğraflarına dalıp gidiyor. Parlayan gözlerine, ağzı kulaklarında gülüşüne. Pır pır çarpan yüreğine. Bir bankanın çalışanlarına seminer vermişti o gün. Beklentileri sıfırlamayı anlatmış, hayatı akışa bırakmanın önemini vurgulamıştı örneklerle. Nasıl coşkuyla yapıyor paylaşımlarını. Ne kadar çok insanın hayatına dokunsa o kadar mutlu oluyor. Akşamın heyecanı da yansımıştı paylaşımın coşkusuna. Sonrasında heyecan içinde hazırlandı. Günlerce ne giyeceğini düşünmüş, yeşil bir elbise almıştı. İkisi de şık, ikisi de güzel görünüyor fotoğrafta. Ne çok yakışıyorlar birbirlerine.
Gözlerini Yılmaz’dan ayıramıyor. Hep karizmatik. Hep duyarlı, hep düşünceli. Özenle seçmiş fotoğrafı. Hediyeleri. Havaalanına giderken uğrayıp kendi elleriyle verdi Elif’e. Ve gitti. Gittiğinden beri çok rahatladı, zamanı kendine kaldı. Dikkati dağılmıyor. Verimli çalışıyor. Çok isabetli bir tespit yapmıştı Yılmaz, “Ben senin dikkatini dağıttım hep, bir türlü tezini bitiremedin. Ben gidince bak nasıl verimli çalışacaksın.” Ne kadar haklı çıktı. Hep haklıydı zaten. Ne dese doğru çıkardı. Zamanı kendine kaldı. Çok verimli çalışıyor. Nefes almadan. Hatta yemeden içmeden. Günlerce uyumadan. Ama şimdi uyumak istiyor. Bir an evvel yatağına yatmak. Günlerce uyumak. Bu baş dönmesi de nereden çıktı? Neden bu kadar sarsılıyor?
Uğur’u nerede? İçerde uyuyup kalmış olmalı. Daha yeni geliyor aklına. İyi ki var hayatında. Yoksa yalnızlığı dayanılmaz olurdu. Kitapları, makaleleri, bir de Uğur’u. Hayatının özeti. Alt üst olmuş bir masa. Karışık. Ama hedefleri var. Çalışması lazım. Şimdi yorgun. Yarın devam eder artık. Neredeyse bitecek. Çalışınca oluyormuş. Deli gibi okuyor. Yazdıkça yazıyor. Kitaplık mı devrilmiş? Anlam veremiyor. Hırsız olabilir mi? Böyle bir olasılığı düşünüp korkuya kapılmak istemiyor. Yorgun zihninin bir oyunu olsa gerek. Uyuyup uyanınca geçecek. Bilinç bulanıklığı bu. Bir yudum su içiyor ve tekrar divana uzanıyor. Kafasındaki sesler çoğaldı. Anons gibi. Metalik sesler. Uğultular. Gürültüler. Zihnini sakinleştirmesi, yine eski dingin haline dönmesi gerek. Ama şimdi biraz uyku. Sessizlik lütfen. Bir susun.
Yine sarsılıyor yattığı yer. Pencereye vuran taş sesleri. Yere düşerken çıkardığı gürültüler. Sendeleyerek balkona yürüyor. Dışarıda onlarca insan. Nasıl olabilir ki? Bu kadar birbirimizden uzak kalmamız gereken günlerde. Herkesin yüzünde maskeler. Peki, ama mesafe? Hani evlere kapanmıştık. Çok da iyi gelmişti içine kapanıp, sakin hayatına dönmek. Kimseyi görmek istemediği bir dönemde. Nasıl da denk geldi. Hiç gücü yokken. Kimselere açıklama yapmak istemiyorken. Kurtuldu işte. Kabuğuna çekildi. Hem de hiç göze batmıyor. Ama şimdi ne oldu? Algılayamıyor. Yer yer küçük çadırlar kurulmuş. Gün çoktan ağarmış. Deprem mi olmuş? Deprem elbette. Hayatı altı üst etmiş. Ondan o kadar sarsıldı. Artçılar yaşanıyor olmalı. Ne kadar uzadı etkisi. İşte yine o sarsıntı. Masanın tam kenarında duran bir iki kitap daha düşüyor yere. Bir de kelebekli çerçeve. Yerde cam kırıkları, kırıklar içinde fotoğrafları. Sarmaş dolaş. Canı yanıyor. Hem de çok. Bastığı yerlerde kan izi. Cam parçalarından olmalı.
Kapının kilidini açıyor. Aralık kalsın. Uğur’u gider belki özgürlüğüne. Kimseyi zorla tutamaz yanında. Divana zor atıyor kendini. Her yer sallanıyor. Ayakta durmaya gücü yok. Başı dönüyor. En iyisi yine uykuya dalmak. Birden Uğur’u geliyor yanına, divana. Kolunun üzerine kıvrılıp yatıyor. Hırıltılar çoğaldı. Kalbi normalden hızlı atıyor. O da korkmuş olmalı. Sakinleştiriyor, seve okşaya. Asıl sakinleşen kendi oluyor. Boşuna dememişler terapi gibidir kedilerle yaşamak diye. İyi ki üzerine gitti fobisinin. Yalnızlığını paylaşan en yakın arkadaşı oldu. Hem kovsan gitmez yanından. O kadar bağlı. O kadar vefalı. Kapı açık ama gitmedi işte. Öyle kafasına göre çekip gitmiyor. Mır mır sürünüyor. Sıcacık tüyleri içini ısıtıyor.
edebiyathaber.net (24 Eylül 2020)