Öykü: Hasta | Haden Öz

Şubat 14, 2019

Öykü: Hasta | Haden Öz

 

Üç gündür böyle yatıyorum. Takatim yok. Ayakta durmakta güçlük çekiyorum. Yediğimi ya üstten ya alttan çıkarıyorum. Yediğim hiçbir şeyin tadı kendisi gibi değil. Bir tuhaf. Zoraki çiğniyorum. Lokmalar ağzımda büyüyor. Hele yutmak tam bir işkence. Ah anacağım, o da hasta oldu. Kaç gündür böyle başımda bekler durur. Ne olduysa dedemin gelip beni hasta döşeğimde görmesi, dua okuması ve gözlerinden bir iki damla yaş süzülmesi ile oldu. İtiraf etmeliyim ki korktum. Annem de korkusundan hasta oldu sanırım.

Ölecek miyim acaba? Böyle mi oluyor ölmek? Ama ne yaşadım ki öleyim? Henüz on beş yaşındayım. Neden? On beş yaşında ölünmez mi? Henüz sütten kesilmemiş bebeler ölüyor da ben neden ölmeyeyim?  Ölmek ne garip şey? Madem ölüyoruz neden bu dünyaya geliyoruz ki? Bir ağaç mı olsaydım? Ya da bir kaplumbağa? Çok yaşayıp da ne yapıcam sanki? Ah karnım ne kötü.

Zoraki kalkıp ormana doğru yola koyuluyorum.  Bir ağacı kendime siper edip pijamamı,donumu indiriyorum. Aman allahım! Hala düzelmemiş. Hala sümüklü su yapıyorum. Bitmeyecek gibi.  Bağırsaklarım dışarı çıkacak gibi. Karnım sırtıma yapıştı. Bir an önce gidip kendimi yatağa atsam. Uyusam. Ya uyuyup uyanamazsam.  Ağaçtan yaprak koparıp siliniyorum.  Donumu,pijamamı çekip eve doğru yalpalaya yalpalaya yürüyorum. Canım anam beni bekliyor kapıda.  Beti benzi solmuş. Zor duruyor ayakta. Ama bana da çaktırmıyor. Sarılıyor. Öpüyor. Bağrına basıyor beni.

“Kurban olurum ben sana. Rabbim kuzumu bana bağışla. Ona gelecek bana gelsin.”

“Ana öyle deme.”

Gözlerim doluyor. Annemin kokusunu içime çekiyorum. Keçileri sağmaktan gelmiş. Hayvan kokuyor. Ter kokuyor. Canım anamla özdeşleşen koku. Uzun uzun kokluyorum.

“Ana ben uyuyacam” diyorum ve ayrılıp yatağa gidiyorum.

Dudakları titriyor,bir şey söyleyecek söyleyemiyor. Yatağa giriyorum. Annemin babama söylenmesini duyuyorum. Üç gün oldu babam gideli. Hala dönmedi. Gittiği sabah hasta olduğumu biliyordu. Neden dönmedi? Neden bir taksi alıp gelmedi?
Bu lanet olası köyde de insan ölse kimsenin haberi olmaz. Zavallı nenemi doktora yetiştirememişlerdi. O karda kışta kızakla nasıl yetiştirebilirlerdi ki? Okuyacam ben, doktor olacam, anacığımı da buralardan kurtaracam. Canım öğretmenim “sen çok iyi bir doktor olursun” demişti ilkokulda.

Acıktım. Kardeşlerim yemek yerken ne güzel şen şakrak eğleniyorlar. Cacık ekmek mi yiyorlardır? Sabah amcam bostandan salatalık koparmıştı.  Ne güzel görünüyorlardı. Kendi elleriyle soyup getirdi bana. Beni çok sever. Birlikte az mı iş yaptık? Salatalıkların tadı da salatalık gibi değildi. Hastalık tadı vardı. Bütün hastalar aynı tadı mı alır yiyeceklerden acaba? Biraz cacık mı yesem? Karnım gurul gurul. Zoraki kardeşlerime sesleniyorum. Biri geliyor. Ne yiyorsunuz? Cacık cevabını alıyorum. Biraz cacık, bir parça ekmek getirmesini söylüyorum. Bir tasta cacık, bir kaşık ve yarım sac ekmeği getiriyor. Bir kaşık alıyorum cacıktan. Tuz istiyorum. Tuzu atıp tekrar bir kaşık alıyorum. Hasta değilken yediğim cacık değil bu. Bir tat alamıyorum. Zoraki bir iki lokma yiyorum. Sonra hemen kendimi yatağıma atıyorum. Annem içeri giriyor.

“Yavrum biraz yeseydin, hiç yememişsin” diyor. “Yiyemiyorum, midem bulanıyor” diyorum.

Sol yanıma yatıp gözlerimi kapatıyorum. Midem bulanıyor. Midemi düşünmek istemiyorum. Başka şeyleri düşünmeye zorluyorum kendimi. Dışarıda kardeşlerimin sesi.  Nasıl da cıvıl cıvıl, şen şakrak.

Dördüncü günün gecesi giderek kötüleştim. Gündüz anacağımın zoraki yedirdiği, en çok sevdiğim, tereyağında kavrulmuş, sarımsaklı taze fasulyeyi çıkardım. Hem alttan hem üstten. Oysa ne kadar iyi hissediyordum kendimi. Kalkıp bir saat oturmuştum. Evin yan tarafındaki elma ağaçlarının altında uzanmış, iyileşiyor olmanın keyfini çıkarmıştım. Canım anam beni öyle biraz toparlanmış görünce yüzüne renk gelmişti. Sarılıp öpmüştü.

Bir evladı hasta olmasın hemen o da hasta oluyor. Hastalığı paylaşır gibi. Hasta olursa çocuklarının hastalığı geçer sanki. Belki böyle bir düşüncesi yok ama evlatlarından biri yataklara düşmesin, onun hayatı alt üst oluyor. Ama yine de ev işlerini yapmaktan geri durmuyor. İnekleri, keçileri, koyunları sağar, sütü kaynatır, peynir, yoğurt yapar, yemek hazırlar, kap kacağı yıkar, yatakları serer, ahırları temizler, sabah erkenden kalkıp yayık yayar. Ah canım anam şu hayatta bir gün yüzü görmeyecek misin sen?

Gece ben yataktan habire kalkıp dışarı çıkınca,o da benimle geldi. Babam henüz çarşıdan dönmemişti. Benim halimi görünce babama olan öfkesi giderek artıyordu. “Adam sen ömrümüzü yedin,ömrümüzü. Hangi cehennemdesin? Çocuk hastaydı, sen çekip gittin. Keyif çatmaya gittin değil mi? Yataklara düşesin, bir tas su verenin olmasın adam!”
Annemi öyle çaresiz görünce biraz toparlanmaya çalışıyorum, bütün gücümü toplayıp gülümsüyorum. “Canım anam, yediklerimi çıkardım. Şimdi iyiyim.” deyip sarılıyorum. Ağlıyor.

Kendimi zor yatağa atıyorum. Dünya dönüyor. Gözlerimi kapatıyorum. Biraz uyuyabilsem. Annem yan tarafıma serdiği yatağına giriyor. Tavşan uykusunda. Kımıldasam uyanıyor. Dudaklarımı kemire kemire uykuya dalıyorum.
Sabah gözlerimi açtığımda etrafıma bakıyorum. Herkes kalkmış, yataklar toplanmış. Dışarıda  annemle amcamın sesi. Amcam babama küfürler ediyor.

“Kaç gündür nerede bu domuz? Çocuğu bu halde bırakıp gitti.”

Annem öfkeyle “Cehennemin dibine gitti, cehennemin dibine.” diyor.

Kalkmaya çalışıyorum, kalkamıyorum. Biraz sonra annem içeri giriyor.

“Anasının kuzusu, hadi üstünü giyin. Abini yolladım, taksi alıp gelecek,doktora götürecek seni.”

Yatakta doğrulup, annemin ayak ucuma bıraktığı kıyafetlerimi giyiyorum. Ayağa kalkmaya çalıştım, başım döndü, yatağa uzandım. Amcam içeri girdi.

“Hadi maymun kalk, taksi geldi.” diyor gülümseyerek. Gülümsemesine karşılık vermeyi o kadar çok istiyorum ki, yapamıyorum ve gözlerim doluyor.

“İyileşeceksin kızım, korkma.” diyor amcam ve az önceki gülümsemeden eser yok yüzünde. “Amca beni sen götür taksiye” diyorum.

Gelip kucağına alıyor beni. Sakallarına ak düşmüş amcamın, güneşin altında çalışmaktan kavrulmuş teni. Alnındaki kırışıklıklar artmış. Gömleğinin açık yakasından rengi solmuş mavi atleti görünüyor. En sevdiğim amcam. Bu köyde doğmuş, burada büyümüş ve muhtemelen burada ölecek olan amcam. Hayat dolu amcam ama bir o kadar da kayıtsız.

Taksinin kapısı açık. Babam ön kapının önünde ayakta dikiliyor. Göz ucuyla bakıyorum yüzüne. Yüzünde ne bir üzüntü ne de herhangi bir duygu belirtisi var.

“Kızım, daha düzelmedin mi?” diyor.

Cevap vermiyorum, gözlerim doluyor. Annem bir koltuğun üzerine yastık koyuyor,başımı koymam için. Amcam beni yerleştiriyor koltuğa. Başımı yastığa koyuyorum. Annem babama söyleniyor:

“Ah sen yok musun sen! Beni dert sahibi yaptın. Bu çocuğun hastalığı sana gelsin adam.” Babamın kikirdemesini duyuyorum.

Taksici “Hadi abi gidelim” diyor. Babam biniyor. “Kızım rahat mısın?” diyor. Başımla “evet” diyorum. Annem kapıyı açıp başımı okşuyor. Öpüyor saçlarımı, yanaklarımı. Elini sımsıkı tutup, avucunu öpüyorum. Gözlerimiz doluyor. Amcam “Hadi yenge, hadi.” diyor. Kapıları kapatıyor. Taksici arabayı çalıştırıyor, hareket ediyoruz. Aklımda canım anam var.
Teypte Mikail Aslan çalıyor.

Şîye…
Şîye vêrde bone ma ra şîye.

Haden Öz kimdir:

İstanbul’da yaşıyor. Felsefe mezunu. Edebiyatla uğraşıyor.  Oggito.com’a edebi içerik hazırlıyor. Oggito Öykü’de  öyküleri yayımlandı.  Okumayı ve yazmayı seviyor. Evli ve iki kızı var.

edebiyathaber.net (14 Şubat 2019)

Yorum yapın