“Çünkü acı, gidenin değil kalanın hikâyesidir.
Ve hikâyeler kalanlara aittir.”
Stefan Zweig
Denize doğru uçan kuşlar görüyor rüyasında son zamanlar. Öyle çoklar öyle güzeller ki. Renk renk. Denizle gökyüzünün birleştiği noktada gözden yitiyorlar. Kendisi yer almıyor bu rüyalarda. Sadece kuşlar, deniz, gökyüzü. Kuşlar havalandığında arkalarında bıraktığı esinti karısının parfümüyle aynı kokuyor. Karısının parfümü ona göre taze limon kokusu. Lime, demişti karısı, limon değil sevgilim. Biraz da portakal çiçeğiymiş…
Bil bakalım ben ne yaptım aşkım? İki haftalık bir deniz turundan kendimize yer ayırttım. Avrupa macerası. Hem de İstanbul kalkışlı. Ne diyorsun sevgilim? Yalnız acele karar vermemiz gerekiyor.
Kocası telefonun diğer ucunda şaşkın, kadın devam ediyor.
Acele etmeliyiz çünkü geminin hareket etmesine iki gün kalmış. Hani hep böyle bir deniz turu hayal ediyorduk ya. İşte fırsat.
İyi ama. Doktor kontrollerin. Tedavin.
Ayaklarının ucunda yükseldi, kocası karşısındaymışçasına ahizeye bir öpücük bıraktı. Benim tek ihtiyacım sensin. Hastanede bir gün dahi geçirmek istemiyorum artık.
Tedavin aksayacak. Dayanabilecek misin? Biliyorsun doktorun ağrılarının artabileceğini…
Kadın boştaki elini salladı. Derin bir nefes aldı. Doktorun ne dediği umurumda değil. Evet. Ne diyorsun. Halledebilir misin sen iki günde gerekli evrakları?
Peki madem. Sen öyle istiyorsan.
Adamın aklına rüyaları geldi. Kuşlar.
Karısı aradığında şirketteydi, ortağının odasında oturuyorlardı. İzin isteyip dışarı çıkmıştı. Geri döndü. Arkadaşının karşısındaki boş koltuğa çöktü. Ortadaki sehpanın üzerinde duran sigara paketine uzandı, yaktığı sigaradan derin bir nefes çekti, parmaklarının arasına aldı, sıkıntıyla ellerini iki yana açtı. Hastalığın çok sinsi ilerlediğini, geç kaldıklarını, ameliyatın bu saatten sonra bir işe yaramayacağını anlattı.
Sana şimdi ne desem eksik kalacak farkındayım dostum, dedi ortağı. Karşılıklı iç geçirdiler. Kısa bir sessizlikte birlikte sustular. İkinizin de ne durumda olduğunuzu az çok tahmin edebiliyorum.
Telefonda ne söyledi bana biliyor musun? Avrupa gemi seyahati ayarlamış bize. İnanabiliyor musun? Ne diyorsun, diye soruyor. Hemen yarınmış. Bizim en büyük hayalimizdi bu. Ama burada yaptığı… hastalığıyla baş etme yöntemi ya da karşı koyması. Sen ne dersen…
Sesi kırıldı. Sustu. Arkadaşı koltuğundan kalktı, yanına çöktü, elini dizine koydu.
Allahtan ümit kesilmez. Hem belki bu değişiklik ikinize de iyi gelir. Sen işi düşünme. Bir hafta iki hafta bir ay. Size kalmış. Ben burada başımızın çaresine bakarım.
Camdan dışarıyı seyrediyor. Tepelerinde bir kuş sürüsü. Yolculuğunun neredeyse sonunda artık. Otogara yaklaşınca yavaşlayan otobüs ait olduğu perona ağır ağır girdi. Yolcular inmeye başladı. Birazdan bütün otobüs boşaldı. Muavin kapı taraftaki büyük bagaj kapağını yukarı doğru kaldırarak açtı. Başında toplanan kalabalıktan hoşnut. Büyük bir iş yapmanın gururuyla eline tutuşturulan bagaj fişlerinden yolcuların bavullarını, çantalarını, eşyalarını sırayla dışarıya çıkarıyor. Tek parça eşyasını -siyah sırt çantasını- aldı. Sıra sıra dizilmiş sarı akbaba sürüsünden gözüne kestirdiği bir tanesine yaklaştı. Adam çantayı elinden kaptı, arkaya attı. Taksimetre çalıştı.
Sahile, dedi şoföre. Adam duraksadı, yaşlı gövdesini arkaya çevirdi. Bu saatte mi? Emin misiniz? Başıyla onayladı. Şaha kalkmış atının üstündeki Atatürk heykelinin yanından geçtiler. İki defa kırmızı ışığa yakalandılar. Merkezden uzaklaştıkça binalar yavaş yavaş azaldı. Havalar, dedi şoför. Başıyla henüz aydınlanmamış gökyüzünü işaret ederek, Oyunbozanlık yapıyor bu sıralar. Meteoroloji şemsiyenizi hazırlayın, yağacak diyor, o inadına güneş açıyor. Bugün de güzel olacağa benzer. Bir şey desin diye bekledi şoför. Dikiz aynasından arka koltuğa baktı. İlgilenmiyor. Cevap vermedi. Aralık camdan dışarıdaki alaca karanlığı seyrediyor. Adam konuşmayınca şoför de bir daha açmadı ağzını. Hızla bir ambulans geçti yanlarından. Hemen ardında onu takip eden başka bir araç. Siren sesleri boş yolda, sarı taksinin içinde, kulaklarında yankılandı.
Yedi yıldır hayalini kurdukları tatil ikisi için de rüya gibi başladı. Yedi yıllık evliliklerinde hep böyle değişik ülkeler görecekleri bir seyahat düşlemişlerdi. Ama şimdi değil. Bu şekilde hiç değil. Kadın kendini daha iyi hissettiğinden dem vuruyor her seferinde. İkisinde de yalancı bir mutluluk hali mevcut. Bu lanet hastalık hayatlarında hiç yokmuşçasına, hiç olmamışçasına konuşmaktan kaçınıyorlar, adını anmıyorlar. Adam buna rağmen attığı her adımda bir sonrakini düşünmek zorunda.
Hangi ülkeye yakınsalar ya da hangi ülkenin kıyısına yanaşmışlarsa o gün o ülkeyi yaşıyorlar. Yemekleriyle, müziğiyle, dansıyla, filmleriyle. Her sene tekrarlayalım bunu, dedi adam. Kadının gülümsemesi yüzünden silindi. Adam söylediğinden bin pişman. Seninle birlikte, diye düzeltti.
Yunanistan’da sirtaki yaptılar. Hiç provasız. Kasap oyununa benzettiler. Herkesle birlikte onlar da tabak kırdı. Yunan adalarında uzi yudumlayıp Arnavutluk’tan halı aldılar, Bosna’nın denizle tek bağlantısı Neum’a uğradılar, Hırvatistan, sonrasında İtalya. Tam bir haftadır denizdeler.
Çok sürmedi, ıssız sahile vardı. Gözleriyle bir uçtan bir ucu taradı. Kendisinden başka kimse yok. Öyle sessiz. Taksinin şoförü, Beklememi ister misiniz? diye sordu. Başını iki yana sallayınca araç geldiği yoldan döndü. Bakışları uzaklaşan sarı taksinin arkasında. Ufukta küçüldükçe şafağın kızılına boyanıyor, turuncu bir hal alıyor şimdi. Çantasını kumların üzerine bıraktı. Denizden vuran esinti bu saatte epey sert, saçları dalgalandı, acı rüzgâr kulaklarını acıttı. Sabah ayazı yapıştığı yeri ısırıyor. Rüzgârın savurduğu kumlar üzerine bulaştıysa da aldırmadı. Yüzünü denize verdi. Kollarını iki yana açtı. Gözlerini kapattı.
Fransa’dan ayrıldıkları günün akşamıydı. İkinci kattaki rutin akşam eğlencesi başlamak üzere. Akşam yemeğinden sonra kadın odaya geçmek istedi.
Sen istersen partiye katıl. Ben biraz dinleneceğim. Işıklar gözlerimi ağrıtıyor. Yoruldum galiba. Korkacak bir şey yok ama. Endişelenme sakın.
Karısının gözlerindeki saklı yağmuru gördü. Bulutların ardına sinebileceğini zanneden yağmurları. Gözlerindeki soğuk rüzgârda üşümemek, yolunu kaybetmemek için karısına sarıldı. Sımsıkı. Karısının nefesini boynunda hissediyor. Kulaklarında. Sıcacık. Bu sıcaklığın hiç bitmemesini diliyor. Hiç geçmemesini. Hep yanında olmasını. Yağmurlar karısının kirpiklerinden geçip onun gözlerine giriyor. Atamıyor ama o bulutların ardına. Dökülüyor usulca. Kadının omzuna damla damla yağıyor.
Olmaz. Senin yanında kalmak istiyorum. Ben de yoruldum zaten. Birlikte dinleniriz.
Kadın adamın koluna giriyor. Adımlarını atarken zorlandığını belli etmeme çabasında.
Yorgun. Kaç saattir yolda. Gözünü kırpmadı. Önce uçak, peşinden otobüs. Kafasının içindeki baykuş ona tamam diyene kadar açmıyor kapalı gözlerini. Bekliyor. Deniz onun orada olduğunu anlayana, hoş geldin diyene kadar. Gökyüzü dalgalı mavinin üstünde sabaha kavuşmadan önceki alaca kızıllığında son demini yaşıyor. Karşısındaki manzara okuldayken resim derslerinde çizmeye çalışıp da beceremediğinin aynısı. Kızıllığın aksi yaldızlı denizde çarşaf çarşaf uzanıyor.
Ayakkabılarını, çoraplarını çıkardı. Paçalarını sıvadı. Çantasını sırtına geçirdi. Denize yürüdü. Ayaklarına değen suyun sabah soğukluğuyla irkildiyse de çabuk alıştı. Küçük dalgalar ayağına çarpa çarpa suyun içinde sahil boyunca ilerledi. İskeleye vardığında üzerine çıktı. Çantasını yanına bıraktı. İskelenin ucuna geçip oturdu. Ayaklarını denize doğru sarkıttı.
Adam gürültüye uyandı. Ne gördüğünü hatırlamıyor ama çok korktuğuna göre kötü bir kâbus olmalı. Karısına döndü. Gece lambasının loş aydınlığında karısının alnındaki terlerle karşılaştı. Gözüne çok solgun göründü. Yukarıdan hâlâ sesler geliyor. Eğlence bitmediğine göre uyuyalı çok olmamış diye geçirdi aklından. Kalktı. Islak bir bez yaptı, karısının alnını, erimiş yanaklarını sildi. Yüzünü seve seve elinin ayasıyla aldı kalan damlaları da. Kadının yastığı terden sırılsıklam. Soğuk terler boşanıyor sırtından. Ağrısına dayanabilmek için elini yumruk yapmış, çarşafı sıkıyor. Uyumuyor. Gözlerini araladı, kocasına gülümsemeye çalıştı. Adamın elini tuttu. Otur, dedi.
Güçlükle kendini yukarı çekti. Adam uzandı, yastığını karısının arkasına dayadı. Nefesi nefesine yetmiyor. Soluk alış verişleri sıkıntılı. Sevgilim, dedi, eğer olur da denizde ölürsem. Karaya çıkarma. Küçücük bir toprak parçasına hapsetme beni. Hem uçsuzlukta olursam istediğin zaman yanıma gelebilirsin. Gördüğün her denizde ben olurum.
Saçmalama lütfen. Nereden çıktı şimdi ölmek falan. Hem olur mu öyle?
Olur tabii. Neden olmasın. Ben istedikten sonra. Vasiyeti buydu dersin soranlara.
Düşünme bunları, dedi kocası. Aklına kötü şeyler getirme.
Çok susadım, dedi kadın. Bir bardak su getirdi hemen. İki küçük yudum içebildi sadece. Yattılar yeniden. Kadın arkasını dönünce ona sarıldı, elini tuttu. Kadın elini tutan eli dudaklarına götürdü, öpüp koynuna koydu. Ağrılarının azaldığını hissetti. Birlikte derin bir uykuya daldılar. Adam uyandığında hâlâ karısına sarılmış haldeydi. Karısının eli avucunda, avucundaki el üşümüş, cansız. Yerinden sıçradı. Karısını kendine çevirdi. Gözleri kapalı, rengi solmuş, gülümsüyor.
Başında bir türlü geçmek bilmeyen bir ağrı. Ne otobüste içtiği hap fayda etti ne de başka şey. Hâlbuki sadece yirmi dört saattir alkol almıyor. Beyninde böcekler dolanıyor. Çürümüş bir kovuk bulmuş olmalılar. Zorlanmadıklarını düşündü. Gözünün önüne getiriyor. Isıracak en güzel yeri bulmanın telaşındaki onlarca, yüzlerce, binlercesi. Derine, en derine ulaşmak için geziniyorlar. Onlar tepindikçe kanatları kemiklerine, damarlarına vuruyor. Tatlı tatlı kaşındırıyor. Yuva yapacaklar, çoğalacaklar, onu içten bitirecekler belki. Bir sabah uyandığında burnundan çıkan böcek yavrularından biri elini sallayacak, selam, diyecek. Minik Gregor Samsalar. Kovdu bütün bu saçma düşünceleri. Çantada bir şişe konyak olacak. Uçaktan indiğinde almıştı. Günün kurtarıcısı. Bir dal da sigara. Ciğerlerini yakıyor.
İsteğini yerine getirdi. Her inançtan insanın katıldığı bir tören yaptılar. Rengârenk gökkuşağı vardı ötelerde. Deniz ılık. Yarım sevinç. Kekremsi buruk bir hüzün. Sevdiğini uzak yıldızlara, uçsuz maviliklerin kalbine yolculamanın tuhaf duygusallığı. Atlamak istedi ardından. Kulaç kulaç yüzse yetişmez miydi. Uğradıkları ilk limanda ayrıldı gemiden.
Üç aydır dilini bilmediği insanların arasında, tanımadığı bir ülkede, üçüncü sınıf bir pansiyon odasında yaşıyor. Gündüzleri nereye çıktığını bilmediği sokaklarda dolanıyor, izbe bir köşe başında yolunu bulamayacak hale gelene kadar içiyor, öfkesini, kırılmışlığını, yarım kalmışlığını ne yapsa aklından çıkaramıyor. Nereye varacağını bilmediği küçük kasabanın içinde varamadığı yerlerde dönüp dolanıyor. Açılan boşluk dolmuyor. Hikâyesinde hiçbir sıçrama olmuyor. Hep kendini bıraktığı yerde. Kimi vakitler pişmanlık yakasına yapışıyor. Sevdiği kadını denize bıraktığı için hayıflanıyor. Neden dinledim, neden alıp götürmedim diye dövünüyor böyle anlarda. Üşümez miydi şimdi orada? Bir dikili taşı olsaydı, gitseydi başucuna, daha iyi değil miydi? Bazen de her şeyi onun istediği gibi yaptığı için buruk bir mutluluk yaşıyor. Karısına borcunu ödediğini düşünüyor.
Çantasını açtı. İçinden çıkardığı bir buket orkideyi tek tek bıraktı denize. Beyaz çiçekler suyun yüzeyinde salınıyor. Doğum günün kutlu olsun sevgilim, dedi. Seni çok seviyorum. Karısının alyansını boynundan çıkardı. Avucunun içinde birkaç tur çevirdi. İçine kazınmış isimleri tekrar tekrar okudu. Parmağıyla yazıları okşadı. Sevdi. Boynuna geri asarken eli titredi, alyans parmaklarının ucundan kaydı. Zinciriyle beraber ayaklarının bitiminden suya düştü. Ucunda yüzük olan kolye hiç debelenmiyor. Çırpınmıyor. Kendini soğuk suyun kollarına bırakıyor. Doğrudan dibe çöküyor. Ağır çekim bir film gibi izliyor kolyenin düşmesini. Aklı başına gelince panikle suya atladı. Dibe daldı. Neyse ki çok aramasına gerek kalmıyor. Kolye hemen düştüğü, battığı yerde. Kumların üzerinden aldı, çıkardı. Üç kere öptü. Hemen oracıkta boynuna geçirdi. Teşekkür ederim Tanrım, teşekkür ederim, diye tekrar etti nefesi düzelene kadar.
Bazen karısının öldüğünü değil de boşandıkları ikinci bir gerçeklik hayal ediyor. Nasıl olurdu? O zaman yeniden kendini sevdirebilmek için bir şansı her zaman bulabilirdi. Bunun için hiç bıkmadan, usanmadan uğraşırdı. İyi ama çocukları yoktu ki. Bu sorunu da çözdü sonra. Bir kedi sahiplenirlerdi. Zaten hep istiyorlardı. İkimizin yavrusu. Evladımızı annesinden ayıracak değilim elbet. Hayır, gaddar bir baba değilim ben. Annesinde kalırdı. Hafta sonları da o alırdı. Böylece karısını –eski karısını- görmeye devam ederdi. Peki ama ya onu değil de başkasını severse. Bu ihtimal aklına geldiğinde onu yeniden kaybetmişçesine içi acıyor. Eli ayağına dolanıyor.
Sokağa çıktığı vakitler arkasından çoğalan bakışlara, dönen dedikodulara aldırmıyor. Pansiyonu işleten yetmişlik senyora, kırmızı saçlı dul kızı, günlük gecelik kalanlar, onun gibi gedikliler, hepsi merak ediyor hikâyesini. Hombre misterioso diyorlar ona. Gizemli adam. Bazen de Turco misterioso. Gizemli Türk. Kimine göre tehlikeli bir agente, kimine göre zararsız bir loco, kimine göreyse son romanını yazmak için buralara gelmiş ünlü bir novelista. Dillerini bilmediği bu insanlarla anlaşabilmek için öğrendiği buen dia, hola, por favor, buenas noches, gracias** gibi toplasan iki elin parmaklarını geçmeyen zorunlu kelimelerin haricinde kimseyle diyaloğu yok.
Zamanı, ayları, takvimi, kendini unuttuğu günlerin günleri kovaladığı bir akşam odasına geçerken ortak salondaki televizyonda gayri ihtiyari günün tarihini gördüğünde, orada içinden bir şeyler koptu. Kararını verdi. Pansiyondaki o son gece kuşlar gene rüyasına girdi. Denize yürüyen yüzlerce kuş. Kanatları kapalı, uçmuyorlar, adım adım denizin içlerine yürüyorlar. Sonra kuşların hepsinde kendi yüzünü gördü. Ertesi gün bulabildiği ilk uçakla döndü.
Gözlerini kapatıyor yeniden. Bekliyor. Denizden gelen sesi duyuyor. Öyle bakıp durma bana, diye mırıldandı. Biliyorsun beni. Tanıyorsun. Kalamam. Özür dilerim. İskeleden kumsala indi. Affet beni, dedi. Onun olmadığı bir yeniden doğuş. Anlamsız geldi, çok boş. Yeniden doğacaksa ona doğmalıydı. Onunla doğmalıydı. Denizin yansımasında kendini gördü bulutların gölgesinde kalmış suların içinde. Çektiği acıların dinme vakti. Hiç bu kadar kararlı baktığını hatırlamıyor. Son bir sigara yakıp yerleştirdi dudaklarının arasına. Denize yürüyor. Gölgesi uzuyor suyun üstünde. İçinde saklayamadığı bir heyecan, ayakuçlarında gülümseyerek yürüdü en sevdiğine. İskelenin ardına konuşlanmış deniz kuşları süzülüyor başının üzerinde. Onunla birlikte…
Güneş yeni bir güne doğuyor gözden kaybolduğu yerde.
*Gizemli adam **ajan ***meczup ****roman yazarı *****Günaydın, selam, lütfen, iyi geceler, teşekkür ederim
edebiyathaber.net (2 Aralık 2023)