Baştan beri orada mıydı, bir şekilde sonradan mı geldi, bilmiyorum. Ama onu ilk fark ettiğimde çok korkmuştum. Aslında varlığı kendime açıklayamadığım, anlam veremediğim birçok şeyi izah ediyordu. Bunun beni epeyce rahatlattığını itiraf etmeliyim. Ancak, onu ürkütmemek, ona uymamak için azami derecede dikkatli olmam gerekiyordu. Aksi halde, başımı rahatlıkla belaya sokabilirdi. Bu konuyu kimseyle konuşamıyordum, konuşamazdım da. Niyetimi anlamamalıydı. Anlamadığı sürece kontrolüm altındaydı. Öfkeden, çatışmadan besleniyordu. Öyle zamanlarda kontrol ona geçiyordu.
Kiracı mıydı, ev sahibi miydi onu da tam bilmiyordum. Bildiğim tek şey onunla birlikte yaşamam mümkün değildi. Varlığımı tehdit ediyordu. Ondan kurtulmalıydım. O bana boyun eğmezdi. Bu çatışmayı benim bitirmem, bu savaştan galip çıkmam gerekiyordu. Bunun yolunu bulana kadar sessiz ve akıllı hareket etmeliydim.
Konuyla ilgili çeşitli kaynaklardan araştırma da yaptım. Bu sayede, ilginç bilgiler edindim. Sadece benim başımda değilmiş. Az ya da çok herkesin uğraştığı bir şeymiş. Bir tarafın gücü belirgin şekilde fazla olduğunda, diğerinin sesi fazla duyulmadığı için sorun olmuyormuş. Bendeki gibi kuvvetler birbirine denkse, işte o zaman durum zorlaşıyormuş. Birinin dediğini diğeri kabul etmediği için, zihin savaş alanına dönüşüp; yorgun, mutsuz, bezgin oluyormuş. Sürekli pişmanlıklar, üzüntüler hırpalıyormuş. Düşünsenize o devredeyken, ben onun yaptıklarına üzüleceğim, kırıp döktüklerini tekrar düzeltmek için uğraşıp duracağım. Tersi durumda ise, istediği fırtınayı koparıp, yeterince kırıp dökemediği için o huzursuz olacak. O bir “Terminatör”. Ne yorucu, zor bir durum değil mi?Yıllardır içimi kemiren, enerjimi boşa harcatan bu durum bitmeliydi.
Aynı bedeni kullanan iki farklı, zıt ruh. Biri iyiliğin, diğeri kötülüğün emrinde.Kötü ruh fark edilip, yenilirse, yeni bir bedene sıçrıyormuş. Sinsice yerleşiyormuş. İyi olanın zihnini ele geçirmeyi başarması halinde yerini sağlamlaştırıyormuş. İyiliğin kötülüğü fark etmesi her zaman kolay olmuyormuş. Öfke, kıskançlık, şüphe, evham gibi düşünce ve duygular ürettiğinde kendine daha geniş alan yaratıyormuş. Doğası gereği hep kendini göstermek, yaydığı kötü enerjinin gücünü hissettirmek istiyormuş. Yapıcı değil, yıkıcıymış. Onun yıktığı, yok ettiği şeyleri düşününce neyle karşı karşıya olduğumu daha net görüyor, ürküyordum. Benim gibi olan herkes kendinden başlayarak onu kovmalı, kendini temizlemeli ki, sıçrayacak yeni bir beden, alan bulamamalı. Küçülerek yok olmalı. Evet bunu mutlaka yapmalıyız. Başkalarının içindekine bir şey yapamayız ama kendi içimizdekini etkisiz hale getirebilir, durdurabiliriz. Durdurmalıyız da. Ezelden beri devam eden savaş bu değil mi?
İyi ki bendekini iş işten geçmeden fark ettim. Fark edemeden yaşayıp, ölmek de vardı. Gecenin bir vakti uyandığımda, beynimde nereden, nasıl başladığını bilmediğim, o anda susmasını istediğim halde susturamadığım şarkıları meğerse o çalıp dinliyormuş. Anlam veremediğim bu duruma her defasında şaşırıyor, bilinçaltımın oyunu sanıyordum. Rahatsızlıktan, çatışmadan, huzursuzluktan beslendiği için, iyi bir uyku ile dinlenmiş kalkmamı istemediğini biliyorum artık.
Bir süredir gazete okumayı, televizyonda haber programları izlemeyi bıraktım. Diğer insanların bedenlerindeki kötü tarafın ağır basıp yarattığı olaylara duyduğum öfke, tepki, bendekini besleyip güçlendiriyordu. İstediği buydu ama ona bu fırsatı vermemeliydim. Benim savaşım sakin, sessiz ve derinden olmalıydı. Yoksa kaybedecektim.
Güzel şeyler düşünüyor, konuşuyor, etrafımdaki her şeye sevgiyle yaklaşıyordum. Çocuklarla, hayvanlarla oyunlar oynuyor, diğer insanlara yardım ediyor, küçük şeylerden mutlu oluyordum. Bunların onu nasıl çileden çıkardığını, küçülttüğünü düşünmekten de keyif alıyordum. Ben sevgiyle büyüdükçe, onun içimdeki yeri küçülüyor, benden beslenemiyordu. Beni terk etmesinin yegâne yolunun bu olduğunu keşfetmiştim. Arada bir bildik numaralarını yaparak kendini, orada olduğunu hatırlatıyordu. Vazgeçmek tabiatında yoktu. Trafikte giderken, kötü tarafının dürtüsüyle tehlikeli işler yapan birine kızmamı, küfretmemi, olay çıkarmamı bekliyordu. Ben sakin kalmayı başarınca, deliriyordu. Hızlanmamı, sabırsız davranmamı, düşünmeden fevri tepkiler vermemi bekliyordu. Böyle yaptığım takdirde kendi kendini besleyen bir döngüye girecektim. İşini kolaylaştıracaktım. Birine kızdığımda, kötülüğünü istediğimde, sözlü veya fiziki şiddet uyguladığımda sadece kendimdeki değil, karşımdakilerin kötü tarafını da güçlendiriyordum. Neyi beslersek o taraf büyüyüp, gelişiyordu. İyi taraftaydım ve onu beslemeliydim. Sabırlı, kararlı olmalıydım.
Böyle giderse, yakında tası tarağı toplayıp beni terk edecek. Biliyorum.
Ahmet Erdemli kimdir?
1964 yılında Çorum’da doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra özel bir bankada çalışıp emekli oldu. İki çocuk babasıdır. Ankara’da yaşamaktadır.