Eğer sonuna kadar okumayacaksanız vazgeçin. Sıradan, umutsuz, karanlık hayatıma bakmak size iyi gelmeyecek. Haydi gidin, kurtarın kendinizi!
Ben Taylan. Soyadımı söyleyip de beni gogullamanızı istemem. Zamanında birkaç tane fotoğraf paylaşmışlığım var, saçlarım uzunken, ismine sı.tığım Leyla beni terk etmeden, bin asır önce. Sahi o kadar uzun zaman oldu mu? Olmuş herhalde, kafamın tepesinde tek tük saç, bu da yetmiyormuş gibi şakaklarıma da kar yağmış. Bu süslü sözü de ilk defa lisede edebiyat dersinde duymuştum “Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz?” O yıllarda bu kar bize hiç uğramayacakmış gibiydi. Nasıl da dalgamı geçmiştim! O Leyla da ne güzel kahkaha atmıştı. Gülerken yanağındaki gamze derinleşmişti, onu öpme isteği ile yanıp tutuşmuştum. Ah o dudakları, beyaz teni!
Bak yine geldi yanı başıma, bi git kadın!
Ha ne diyordum, ben Taylan. Kırk yedi yaşındayım. Pandemiden sonra spor yapmayı bıraktım, göbeğimle yaşıyorum. Küçük bir dükkanım var. İçki satıyorum. Satarken de içiyorum. Öyle yalnız da içmiyorum ha! Yanda bir berber dükkânı var, daha otuzuna gelmemiş, boylu poslu, Yeşilçam jönü gibi bir çocuk işletiyor. Adı da Şalim. Bu da nasıl isim demeyin. Çok çekmiş çocuk, hele okul yıllarında canına okumuşlar. “Alıştım artık abi” diyor, gülüp geçiyor. Aile adıymış, ailede doğan ilk erkek çocuğa verilirmiş. Şalim ile akşamları kepenkleri indirip içerde sofra kuruyoruz. Bizimkinin annesi Antepli, çeşit çeşit yemekler, tatlılar, mezeler yapar. Üşenmeden her gün oğluna yemek getirir dükkâna. Önceleri dalgamızı geçtik çocukla ama baktık ki damağımız şenleniyor, yolunu gözlemeye başladık Şûra annemizin. Getirdiği yemekleri anında yeriz, mezeleri ise akşam sofrası için kola dolabına koyarız. Herkes evinin yolunu tutunca, açarız bir yetmişlik, yanında mezelerimiz, türkülerimiz… Şalim ile kendi dünyamızda kaybolup gideriz. Hayat güzelleşir sanki.
Şişenin dibine doğru yol almaya başladıkça Leyla o sarı saçını savura savura gelip yanıma oturuverir. Usulca sokulur koynuma. Nefesini duyarım, eskiden siyah olan saçını görürüm. Eli elimi yakan liseli âşıklar oluruz. Yürüdüğümüz yollar hemen biter, durmamız gereken o köşede bir türlü vedalaşamayız, biri görür mü tedirginliğiyle çarçabuk sarılırız. Uzaklaştıkça saçı iyice kararır. Ah ah! Ne güzel saçları vardı. Akşam karanlığı gibi yıldızsız, ışıksız ama yumuşacık, hayal kokan umut kokan…“İki çocuk bir de bahçeli ev, başka bir şey istemem” derdi. Sesi kuş sesi gibiydi, huzur verirdi. O gidince iki tane muhabbet kuşu aldım. Ötüp durdular aylarca, hiç huzur bulamadım. Komşumuzun kızına hediye ettim, çok sevindi. Ben ise sağır dilsiz yaşadım yıllarca ta ki bir gün Leyla’yı otobüs durağında görene dek. Sarı saçlı, gamzesi firarda olan Leyla!
Bak yine geldi anlatacaklarımın içine etti bu kadın. Ha ne diyordum, Şalim ile içmenin en güzel yanı hiç soru sormaması. Sessizce içer, türkülere eşlik eder, bardağımı doldurur. Eskiden ikinci yetmişliği açar, içebildiğimizi içer kalanı dolaba kaldırırdık. Geçen gece Şalim, “Abi ikinciyi açmasak mı, çok geliyor bana” dedi. Bilirim beni düşündüğünü, iki yıldır süren gizli bir anlaşmamız var; mezeler ondan, içkiler benden. Son zamlardan sonra ikinciyi açmak cebe zarar biliyorum. Bizim Manav Recep hep demez mi “Çivisi çıktı memleketin” diye.
Bazı akşamlar susmak yerine türkü söylerim. Dertli olanları değil içinde neşe barındıranları, sevgiden nasiplenenleri. Sesimin güzel olduğunu söyler Şalim. “Abi video çekip koysak yutuba binlerce layk alırsın” der.
Ah Şalim ah! Ben anlamam layktan koçum, layk deme bana. O Leyla da yıllar önce beni laykladı, iki ay boyunca feysten çıkamadım. Belki onu görürüm, konuşuruz diye salondaki koltukta yaşamaya başladım. Sonunda annem ağladı da kalktım.
Sahi ailemden bahsetmedim de mi? Çok kardeşim var benim, tek tek isimlerini saydırmayın bana. Hepsi evli barklı, çocuklu. Vatsaptaki aile grubuna bol sırıtmalı fotoğraflar atıp duruyorlar. Dayısı amcası diye başlayan mesajları dinlemeden siliyorum. İçin için üzülüyorlar bana farkındayım ama umurumda değil. Annem, sadece ona kıyamam. Her Pazar annemle evde oturup Hint dizilerini izleriz. İkimiz de dizideki karakterlere bürünürüz. Annem başrol kadınımızı kötü adamlara karşı uyarır. Ben ise susarım. O kadın kötü adama gidecek, acı çekecek. İyi adam hep onu bekleyecek, sevecek. Yıllar sonra iyi adam iyi kadın kavuşacak, mutlu olacaklar. Nedense ikisi de hala genç, kadının saçı hala aynı renk, adamın saçı dökülmemiş, göbeği de yok.
Annem her zamanki gibi söylenir. “Ah oğlum senin yanında da sevdiceğini görsem, böyle telli duvaklı.” Susarım. Ekranda uzun uzun bakışan sevgililere bakarım. Leyla sokulur bana, çiçek kokusu doldurur odayı. Sıcak olur yüreğim. Annem “Yine onu hatırladın, aptal âşıklar gibi gülüyorsun” deyip iç çeker. Utanırım. Kaçarım annemden, kaçarım sarı saçlı cadıdan. Bilirim çare yok derdime. Herkes bana akıl verir; çivi çiviyi söker, psikoloğa git, tatile çık… Hep başımı sallar geçerim. Sadece Şalim’e anlattım psikoloğa gittiğimi. “Ne önerdi abi, dermanın neymiş?” diye sordu çocuk. Arkama yaslanıp bir süre dışarıyı izledim.“Kibar bir kadındı, diyemedi hayatına s.çmış Leyla diye, incinmişsin dedi.”
edebiyathaber.net (28 Mayıs 2024)