Öykü: Kabuk | Eftelya Özge Cora

Aralık 24, 2024

Öykü: Kabuk | Eftelya Özge Cora

Sofradan biri, kadehimi çekip gidebilme cesaretini bulanlara kaldırıyorum, dedi.

Ardından dört beş kadeh kalktı, bardakların birbirine vurduğunda çıkardığı tıngırtılar, buzların bardakların içinde dalgalı bir deniz üzerinde sallanan kayıklar misali sallanması, kahkahalar, şerefeler, başka masaların sesleri… Uğultu çok uğultu.

Ne çok neşe! 

Mezeler çeşit çeşit; atom, levrek buğulama, haydari, humus, tarator, şakşuka… Rakı, şarap, bira… Boş bardaklar dolu bardaklar, kenarları rujlu sigaralar…

Arkadan sofradaki neşeye inat, biraz dikkat kesilsen kalbini delip geçecek bir şarkı. Müzeyyen Senar söylüyor; “Çoktan unuturdum ben seni çoktan, ah bu şarkıların gözü kör olsun! ”

Bir an şarkı usulca sokuldu kulağından Veysel’in;

“Güzelsen güzelsin yok mu benzerin, goncadır ilk hali bütün güllerin, aklımda kalmazdı yüzün ellerin, ah, bu şarkıların gözü kör olsun…”

Olur ya hani bir an gözlerin uzaklara dalar, etrafındaki tüm sesler susar ya şimdi Veysel için meyhanedeki tüm sesler susmuş, dünyanın tüm uğultusu dinmişti. Kulağında Müzeyyen’in sesi, kadehinde rakısı, aklında olsaydı nasıl olurdunun hayali… O masada değildi artık, bir an sadece ufak bir an kendini şarkıya teslim etmesi ile eskilere çok eskilere gitmişti.

Burcu, Veysel’in uzaklara dalışını fark etti kolunu dürtü. Hayırdır Veysel, uzaklara gitmişsin yine nerelerdesin, diye sordu.

Gözüm dalmış kızım rakı çarptı herhalde biraz yaşlandık artık eskisi gibi içemiyoruz, yok bir şey şerefe be şerefe, dedi Veysel gülümseyerek. O zaten hep böyle yapardı içine tıkıştırırdı tüm hüznünü yoluna devam ederdi. Veysel’in en hakiki yanı buydu yeri geldiğinde ne hissediyorsa ne düşünüyorsa üzerine perde çekmeyi becerebilmek ve tüm neşesini etrafına boca etmek.

Veysel hemen kendini gittiği o uzaklardan çekti çıkardı yeniden arkadaşlarının arasına karıştı. Bu masanın etrafında beraber üniversite okuduğu arkadaşları ile artık geleneksel hale gelen meyhane buluşmasının dördüncüsünü gerçekleştiriyorlardı. Üniversiteden sonra hepsi ülkenin ve hatta dünyanın farklı yerlerine de dağılsalar aralarındaki iletişimi hiç koparmadılar, öyle yılın diğer günleri de sık sık konuşmalardı ama onların deyimiyle “mahşer günü” bu masada, her yıl Eylül ayının ikinci haftasının ilk cumartesisi İzmir’de buluşur bir meyhanenin en güzel masasında  geçen son bir yılın bilançosu çıkarılırdı. Elbette masanın etrafındaki sandalye sayısı giderek ufaldı, masadan ayrılan dostlar oldu kimilerinin yanı boş kaldı, Veysel gibi…

Veysel, Deniz’den sonraki ilk buluşmaya gidip gitmeme konusunda oldukça kararsız  kalmıştı, ayağı hiç çekmiyordu gitmemenin de arkadaşlıklarına ve geçmişine vefasızlık olacağını düşünüyordu. Öte yandan o akşam rakı masasına meze de yapmak istemiyordu ilişkisini zaten konuşacak dermanı da kalmamıştı, duygusal olarak ne kadar ağır şeyler yaşarsa yaşasın öyle içini açabilen duygularını ifade edebilen, bu tür paylaşımlarda bulunabilen bir adam olamamıştı hiçbir zaman. O masanın sessiz ve rutin adamıydı. Kafasının içine dünyanın sesini doldurarak gitmişti o ilk buluşmaya, içinde Deniz ile tekrar karşılaşmanın heyecanıyla. Deniz gelmemişti ayrılıktan sonraki ilk toplantıya ve sonraki diğer tüm toplantılara.  Masadan eksilen ilk sandalyelerdendi Deniz. O gün akşam kimse yarasını deşmemişti Veysel’in zaten Veysel de izin vermemişti. Ayrıldık biz olmadı uzak mesafe ilişkisi, dedi kesti attı konuyu. Sonraki buluşmalara gitmek onun için ilk buluşmaya giderken ki kadar zor olmamıştı çünkü Deniz’in bir daha o masaya oturmayacağını biliyordu.

Bu gece de diğer geceler gibi kadehler doldu, boşaldı, eski anılar, gelecek planları, işlerin zorluğu, düğün hazırlıkları anlatıldı, danslar bile edildi. Deniz’in adı bile geçmedi. Seneye Eylülde görüşmek üzere dostlar o günün mahşer günü yazısı ile paylaşılacak sosyal medya gönderisi için toplu fotoğrafı da çekilip yollarına dağıldı. Şimdi Veysel Kordon’dan Konak’a doğru elleri cebinde sallana sallana yürüyordu. Ağzında tutturmuş bir Sezen şarkısı; “ağlarım, ağlarım geceler boyunca anılar dalga dalga sahilime vurunca, bi selam gelince bi sela verilince, ağlarım arkadaş şarkısını duyunca…”

Dili ağzının içinde olması gereken yerde durmuyor şarkının sözleri birbirine dolanıyordu, tıpkı ayakları gibi. Bir eli cebinde, bir elinde omzuna attığı deri ceketi yürüdü Kordon boyu. Derin bir nefes aldı, içini doldurdu deniz kokusuyla, bu çimlerde ne çok oturmuştu Deniz ile. Bir keresinde uyuya kalmışlardı yan yana, Deniz’in omzu başında, uyandıklarında ikisinin de yüzü yanmıştı, haftalarca kıpkırmızı burunlarıyla gezmişlerdi, baktıkça gülmüşlerdi o hallerine. Ne tasasız günlerdi diye düşünüyordu şimdi Veysel. Ne umutlu günlerdi, umudun olduğu günlerdi.  Durdu soluklandı, uyuyan bir sokak köpeğinin başını okşadı, gitar çalıp söyleyen gençleri izledi birkaç dal sigara bıraktı gitar kutularının içine bir de 20 lira. Yavaş yavaş otele doğru yürüdü o yol boyunca. Şehir hala uyumamıştı, Türkiye’nin en büyük köyü derlerdi İzmir’e hiç gerçek bir köy görmemişler. Bu şehri, şehir kalabalığını hiç sönmeyen sokak lambalarını, dinmeyen müzik seslerini, günün her saati açık tekelleri, sabahın telaşını, akşamın olağanüstü günbatımını ve aceleci kalabalığını özlemişti. Kitapçıları özlemişti, plakçıları, Sevgi Yolu sahaflarını, akşamüzeri içilen biraları, büyükşehirleri ve büyükşehirlerin zihninin tüm kıvrımlarına dolan gürültüsünü özlemişti. Ulan Veysel, hiç hayal ettiğin gibi olmadı, dedi kendi kendine. Beceremedin sen bu alıp başını gitme işini, idealist bir gençmiş, siktiğimin idealizmi edebiyat dünyası da seni bekliyordu amına koduğumun salağı, dedi kendi kendine. Veysel’e göre hayatı yanlış tercihlerle dolu bir tutunamayandı o.

Otele girdi, odasına çıktı kendini yatağın üstüne bir çuval gibi bıraktı, tam gözlerini kapatmıştı ki telefonuna gelen mesajın sesiyle irkildi. Yazan Burcu’ydu.

Veysel, vardın mı oteline, ne durumdasın, diye yazmış.

Öylece baktı telefona sonra yazmaya başladı, mesajı yazmak kolay değildi harfler birbirine karışıyor ekranın önünde karanlık gölgeler uçuşuyordu.

Vardım sağ ol yazdı ve mesajı gönderir göndermez uykuya daldı.

Öğlene doğru güneşin perdenin arasından sızan yakıcı sıcağıyla uyandı Veysel. Tam bir akşamdan kalmaydı, başında hafiften bir ağrı, ağzında gece boyu içtiği sigaraların bıraktığı kekremsi acı tat, sanki günlerdi su içmemiş gibi susamıştı. Yatağın yanındaki pet şişedeki suya uzandı, şişe sımsıcaktı. Yataktan kalktı kendi banyoya attı, ağzını musluğa dayayıp kana kana su içti. Üstünü başına çıkardı kendi soğuk suyun altına attı. Soğuk su bedeninden aktıkça Veysel de kendine gelmeye başladı. Duştan çıktı, sırt çantasından diş fırçasını aldı dişlerini fırçaladı. Ne zaman çok sigara içse ertesi gün pişman olurdu, ağzından o kekremsi acı tat bir türlü geçmezdi. Sigara içmenin bile bir ayarı var, sen onu bile tutturamıyorsun dangalak dedi aynada yüzüne. Saat on ikiye geliyordu yavaştan toparlandı, telefonunda birkaç firmadan gelen tanıtım mesajları ve Burcu’nun cevapsız çağrısını gördü. Telefonu cebine koydu, küçük sırt çantasını topladı otelden çıkışını yaptı. Alsancak’a giden otobüslerden birine atladı; Konak’tan Alsancak’a yürüyecek takati kalmadığı gibi yol boyunca romanların kendisine fal bakma tekliflerini de çekecek kafada değildi. Alsancak’ta otobüsten indi, hemen Bornova Sokağı’nın başındaki kahvecilerden birine oturdu, kendisine sade filtre kahve söyledi telefonunu şarja takıp Burcu’yu aradı.

Telefon birkaç kere çaldıktan sonra Burcu neşeli sesiyle;

Alo, Veysel günaydın hala uyanamadın mı yoksa, diye sordu.

Uyandım uyandım kusura bakma şarjım çok azdı ancak dönebildim hayırdır bir sorun yok değil mi, diye sordu Veysel.

Yok yok, bugün dönecek misin eğer dönmeyeceksen istersen bir kahve içelim diyecektim dedi Burcu bastırmaya çalıştığı heyecanıyla.

Veysel bir an sustu, önündeki kahvesine baktı çantasından ucu gözüken kitabına.

Burcucuğum, ne güzel olurdu da ben otogara geçiyorum işlerim var o yüzden erkenden dönüyorum, bir dahaki sefere söz, dedi. Burcu’nun kendisine bu seferki buluşmada daha bir samimi davrandığının farkındaydı, evvelce de zaten birkaç kere türlü bahaneler ile Veysel’i aramış ve fakat Veysel her seferinde sohbeti kısa kesmişti.

Burcu’nun hayal kırıklığı sesine yansımıştı, Burcu’nun sesinde kırılan bir bardağın çat sesi duyulmuştu adeta.

İyi bakalım, o halde bir dahaki sefere iyi yolculuklar, dedi.

Veysel’in teşekkür etmesine fırsat kalmadan karşı taraftaki telefon kapandı. Veysel, hafifçe gülümseyerek telefonu kapattı masanın üzerine ters çevirerek koydu. Kahvesinden bir yudum alırken, yanlış tercih Burcu, diye fısıldadı.

edebiyathaber.net (24 Aralık 2024)

Yorum yapın