İskeleye geldiğinde vapurun kalkmasına çok az bir süre kalmıştı. Genellikle hareket saatine beş dakika kala kapanan gişede, görevliyi tam koltuğundan kalkarken yakaladı. Ara vermesi geciken görevlinin hoşnutsuz bakışlarına aldırmadan parayı ödeyip biletini aldı. Oyalanmadan adeta bir çocuğunkini andıran kısa, aceleci adımlarla yürüyerek vapura bindi. Sanki hareket etmek için binmesini bekliyormuş gibi, çalışır haldeki geminin otomatik kapısı yavaş yavaş kapanmaya başladı.
Üçerli koltukların üç sıra halinde arka arkaya dizili olduğu alt salonda, pencere yanındaki boş yere oturduğunda nefes nefeseydi. Terlemişti. Pardösüsünü çıkardı, özenle katlayıp kucağına yerleştirdi. Boynundaki kırmızı fularının düğümünü çözdü, ucuyla alnının terine şöyle bir dokundu, arkasına yaslanıp bir müddet gözünü kapadı. Kalbi adeta ağzında çarpıyordu. Gözlerini açtığında biraz rahatlar gibiydi ama gitmeye niyeti olmayan tatlı bir heyecan da göğsünün sol tarafına oturmuştu.
Saatine baktı, vapur on dakika içerisinde bir sonraki iskelede olacaktı. Oradan binecek olan arkadaşı için ceketini ve çantasını, yanındaki boş koltuğun üstüne koydu. Arkasına yaslanıp cep telefonunu açtı. Akşamdan bu yana genç bir kız gibi heyecanlanmasına sebep olan mesajı, yüzünde utangaç bir tebessümle tekrar tekrar okudu. Güzel sözler insana ne iyi geliyordu. Gözleri çantasını koyduğu boş koltuğa kaydı, yüreği yeniden deli gibi çarpmaya başladı. O özel mesaj içindi o koltuk.
Bütün bir geceyi kendisiyle mücadele ederek geçirmiş, vapuru kaçırsaydı çok büyük pişmanlık yaşayacağı bu yolculuğa, son anda karar vermişti. İki yıllık çetin bir hastalık döneminden sonra ölen kocasının ardından, insan içine çıkmaya başladığında, bir arkadaş toplantısında tanışmıştı emekli kaptanla. Önceleri anlamazdan geldiği kaptanın kurları bir müddet sonra hoşlanmanın ötesinde içinde kıpırtılara sebep olmuş, kaçamak yanıtlarla karşılık vermekten kendini alamamıştı. Kaptanın hafta sonunu birlikte geçirme teklifini kabul edince de bu yolculuğu planlamışlardı. Planlanmış olmasına rağmen ikircikli sıkıntılı bir süreç yaşamıştı vapura bininceye dek. Henüz konuyu çocuklarına açmaya cesaret edemediğinden, birlikte görünmemek için ayrı iskelelerden vapura binmeye karar vermişlerdi.
Vapur bir sonraki iskeleye yanaştığında kapıların açılmasıyla birlikte, kadınların ve çocukların çoğunlukta olduğu kalabalık bir grup içeri doluştu. Kadın, oturduğu yerde vücudunu dikleştirerek önündeki koltuğun üstünden kapıyı tarayan bakışlarla arkadaşına bakınırken “Anne koş burada boş koltuk var!” diyerek yanına geçip oturan, annesine de kadının çantasının ve ceketin olduğu koltuğu işaret eden çocuğun sesiyle irkildi. Bütün vücudunu ateş bastı. Yolculuğunun buraya kadar olan süresini oraya oturacak olan arkadaşına kavuşmanın sabırsızlığıyla geçiren kadın, bir süre ne yapacağını bilemedi. Elini, bir telaş çantasının ve ceketinin üzerine koyup bir şeyler söylemek üzereyken her şey olup bitmiş, çocuk eşyalarını kadının kucağına koymuştu bile. O sırada anne de gelmiş oturmaya hazırlanıyordu.
En fazla dokuz on yaşlarındaki bir çocuğun bu kadar teklifsiz ve rahat hareketlerinin kızgınlığında ağzını bile açamayan kadın, boğulacağını hissetti. Vapurun penceresiyle bu teklifsiz yolcular arasında sıkışmış kalmıştı. Orada oturmasının bir anlamı yoktu artık.Ayağa kalktı, ne yapacağını bilemez halde şaşkın şaşkın bir anneye bir çocuğa bakarken bir taraftan da salonu kaçamak bakışlarla tarıyor, arkadaşının binip binmediğini kontrol ediyordu ki kalabalık arasında ilerleyen adamı gördü. İşte oradaydı, o da kadını görmüştü. Genç bir delikanlınınkini andıran çevik adımlarla kendisine doğru geliyordu.
Ne yapacağını bilemez halde bir anlık duraksamadan sonra çocuğun, “Çıkıyor musun teyze?” diyen sesine, “E, e, evet, lütfen izin verin,” dedi. Bu arada adam da yaklaşmıştı. Sevgi dolu, ışıl ışıl gözlerle kadına bakıyordu.
Sarsak adımlarla oturduğu sıradan çıktı. Adam uzandı, kadının elini tuttu, yanağına zarif bir öpücük kondurdu. Birlikte bir üst kattaki salona çıkan merdivenlere yöneldiler. Aşağıdaki doluluğa karşın neredeyse boş olan üst kat salonun arka sıralarından birindeki koltuklara oturdular. Kadın önce bu tenhalıktan tedirgin olduysa da sonra kendini olayların akışına bıraktı. Kuytu köşelerde, tıpkı liseli iki öğrenciydiler. Unuttuğunu sandığı gençlik heyecanını yaşıyordu. “O zamanki çırpınmaları gibi olmasa bile, yürek yaşlanmıyor dedikleri aslında buymuş, dalgalanmaya devam ediyor,” diye aklından geçirdi, içindeki ılıklık bütün vücudunu sararken.
Çok değil, beş dakika öncesinde son derece teklifsiz bulduğu davranışları ve yüksek sesle söylediği “teyze!” sözcüğü yüzünden, neredeyse bir kaşık suda boğacağı çocuğa kızgınlığı kalmamıştı. O çocuk olmasaydı tıklım tıklım dolu alt salonda kalacaklardı. Kalabalık ve uğultusu yüzünden bu kadar rahat olamayacaklar, çok uzun süredir nerede saklandığı belli olmayan sıcacık duyguları da ortaya çıkamayacaktı. O karmaşanın tedirgin eden baskısından uzaklaşınca daha bir kendi gibi olmuş, rahat hareket etmeye başlamıştı.
Adeta uçar gibi geçen üç saatin sonunda vapurdan inerken kalabalıkta tekrar karşılaştığı çocuğa, yüzüne yansıyan sıcacık gülümsemesinin eşliğinde, içindeki genç kızın muzipliğiyle göz kırparken, kızaran yanakları fularını gölgede bırakıyordu.
Sülbiye Yıldırım kimdir:
Emekli öğretmen. 2009 yılından bu yana İzmir’de yaşıyor. 2016 yılında “Yüreğine Bak” adlı öykü kitabı Kanguru Yayınlarından yayımlandı. Deliler Teknesi’nde, İzmir Kent Kültürü ve Sanat Dergisinde, Gamlı Baykuş dergilerinde öyküleri ve eleştirel deneme yazıları yayınlandı. kalemkahveklavye.com, kitapeki.com ve gercekedebiyat.com internet sitelerinde yazıları yayınlanmaktadır.