Öykü: Kahve ve… | Tan Doğan

Eylül 12, 2024

Öykü: Kahve ve… | Tan Doğan

bunalımdayken ben, adamlar hemhâl her taşıyla okeyin!

yazarken gürültü duymam, yaşarken fenâ: geceden çok, gündüz vakti karabasanım. dağıldım-dağılacağım: biraz da içimi karın çuhada!

sordu, söyledim: önden bir çay, sonra köpüklü sâde.. bir de buz gibi su. çekti-gitti kahveci dip ocağa.

başımı öykümden kaldırdım: emekli yüzlü bunlar.. ya bunalımlar? gözlüklü keli, şapkalı sakallıyı ya da ak bıyıklı adamı yazacak değilim ya, derken, kavun kamyonuna takıldı gözüm: hepsi sarı.. sararmış-solmuş değil ya hayattan! başımın üstünde pervâne. üç günlük ömürlük kelebek düştü aklıma da, az gözüm, gönlüm çok dolduydu: ağlayasım var! tam o anda kâğıt çekti yan masada bir genç: kare yedi. bu sabah bir şey yedi miydim ben, kahve altında? lâfa bak! “hassiktir!” dedi biri arkamdan ve vurunca kapağını tavlanın, sandım geçirecek kafasına hasmının! gardaş! aslâ üzülme. zar bende hep hep yek, diyesim de yok.

sonra eğdim yine başımı önüme, yazdım bunları ve şunları: sıkıntılıyken ben, ak bıyıklı adam çift okeye dönüyorken, gözlüklü kel bitirsin istedim eli nedense, gözlüğümü etli burun ucumdan uzun, ince kemiğime iterken “kavuuun!” diye nâralandı kavuncu, hâralanırken kalbim bilmem neden!

hani ben kendimden söz açacaktım.. derdimden! yalnızlık hâllerimden, var olma kaygımdan falan feşmekân! düştüm okey, kâğıt, tavla ve dahi kavun derdine! sana ne oğlum türlü oyundan, alandan-satandan, kâr ziyândan! kalmış şunun şurasında üç-beş günlük ömrün, hâlâ onun-bunun-şunun suratına, eline-ayağına dalmışsın! desene ki daraldıkça daralıyor, azalıyorum azaldıkça falan. dünya gam, hayat zül, ölüm bâki gibi lâflar etsene, elâlemi eşmek-deşmek yerine! sen adam olmazsın, âdem falan olsan da güya! az sonra çamdaki cırcıra bakar, kabuğunu salmasına takar, kendini yer bitirirsin ya da incirin yaprağında gezinir, çıplak güz-kış hâllerini düşünür-düşler, ben de öyle değişseydim dört mevsim dersin diye ya da yazın sonuna gebe zeytine ve dahi yağına, çekirdeğine.. ne bileyim, dev çınarın çürümesine, salkım söğüdün şiirine, gülün türküsüne; allâh bilir bulutun hüznüne, dalganın yok hâline; ateşin közüne, közün külüne durursun diye korkmuyor değilim haaaa! ha bir de adamların ayağına dalacaksın diye ödüm geriliyor: şununki mestli lastik pabuç.. öğleye az var, bununki ucu sivri ayakkabı.. pezevenk mi ne?.. onunki plastik terlik.. inşaattan kaçmış zaar; hele de şu yumurta topukluya bak, ruganında tara saçlarını şu artistin, ya bu çakma derili… delirdim mi ne? baştan ayağa zırvalayıp dururken, “kahve-su” demese çocuk, gövdelerine inecekti dilim ve elim cümle cümle cümlesinin de, bir yudum aldım üst üste her ikisinden: kahve ılık, su sıcak handiyse! oysa okkalı sâde ile buzlu suydu emelim.. nerdeee? iki olsun bu kahveye gelirsem! öyle bitkin ki rûhum, oğlum! değiştir bunları, diyesi yok dilimin bıkkınlık denizindeyken ben, kuş sıçtı defterime! sanırsam serçe. minik leke sarımsı ve bulanık: incir yiyip su içmiş gibi üstüne. sayfayı çevirmek vardı ya, bokun yanına sürdüm kalemi. tüylü dividim olsa elimde, batırır batırır yazardım hokka niyetine de, pek ağır kokuyor. konuyu şaşırtırdı şu meret fırsât versem ota-boka, dalsam birden hayvanlar âlemine.. evrime, darwin’e ya da tanrı’ya gidecek değildim ya sabahın köründen öğlenin ateşine yaz-ağustos yâhut cehennem azâbı diye diye kanter içinde!

bir ara gözüm çoraplara takıldı ya, yumdum. yoksa ona çakma spor markalı, buna başparmaktan muzdarip, şuna kıvrımında konç lastiği izi var ve de onda inşaat tozu, bunda bahçe otu, şunda ev küfü mevcût ya da ekmek unlu bu, market nemli şu, ağıl içli o diye yol alırdım da, iyi ki vazgeçtiydim. iplik numarası, yün kalınlığı, boya inceliği falan da vardır ya her çorabın, ona göz atmadıydım hiç.

içim sıkıldı diyecektim ki, “kavuuun!” diye çıldırdı ağzı kamyona tırmanmış adamın yine iyi ki, dağıtırken iç inimi, bâkiyken sıkıntım. kahve-cigara şart bu vaktimde ve su, su, suuu… uykusu bitmiş ömrüme gece-gün bir. ne işim var yoksa burda sapı kopmamış olsaydı birden cezvemin! kulpsuz içiliyor gerçi fincanla ama cezve öyle mi? bezle mi tutsaydım acep diye düşününce şimdi, dönesim geldi eve, ödeyip kalktım hesabı ve sürüdüm bir çift ayağı gerisin geri.

sokarken anahtarı kilide âheste, düştü o an ahmak aklıma unuttuğum: defter kahvede kaldı! kalsındı. yazdığım da sanki ne? belki evde karalarım yine hâlim olursa.. nasılsa sıkıntım çok.

*****

edebiyathaber.net (12 Eylül 2024)

Yorum yapın