Merdivenleri koşarak iniyorum.
Havuz şemsiyelerini, küçük mısır tarlasını, serayı aynı hızla geçiyor ve tahta kapıyı açıyorum. Elimde bir silah, ayağımda ev terlikleri ve başımda tülden, siyah bir örtü var. Tören bu sabah sona erdi. Yapmam gerekeni yaptıktan sonra taziye ziyaretleri için büyük salona geri dönecek ve orada oturmaya devam edeceğim. Zil seyrek olarak çalıyor olsa da.
Annemle tanıştığımda dokuz yaşındaydım. Onu üç kez gördüm; bir kez bir otelin lobisinde, iki kez de havalimanında. En zoru sonuncusu değildi, hayır. İlkiydi.
Sessizlik. Evin güney cephesinde üç el silah sesi. Sessizlik.
Üçüncü katın bütün odalarında, çünkü onların tamamı güneye bakar, kümeslerde, çiçek tarhında, terasta üç el silah sesi duyuldu; çünkü tetiği üç kez çektim. Tak, tak ve tak. Kapı sesi değil bu duyulan.
Anneme benziyorum. Ancak yüz hatlarımızdan başka hiçbir şey yok bizi birbirimize bağlayan. Hatırlıyorum. Yalnız ilk seferinde sol gözünden elmacık kemiğine dek bir damla yaş akmıştı. Daha öteye gidememişti çünkü parmakları izin vermemişti buna. Parmakları uzun, tırnakları balerinlerin tırnaklarıydı, siyah saçları küttü. Işık gibi binlerce farklı şekilde eğilip bükülebilen gövdesi incecikti. Sanırım ılık bir sabahtı, çünkü yırtmaçlı elbisesinin üzerinde leylak rengi ince bir hırka giymişti. Hırkasına, parmaklarına, saçlarına bakmıştım. Gözlerinin içine, hayır, hiç bakmadım. Nasılsın, diye sordu bana. Nasılsın, çok önemli bir sorudur. Hele ki cevabını ancak dokuz yıl sonra merak ettiyseniz.
Benim için taze sıkılmış portakal suyu, kendisi için sade bir kahve siparişi vermişti. Ona, en sevdiğim dersin matematik olduğunu ve sırtüstü yüzebildiğimi söylemiştim. Ağlamamış, sarılmamış, soru sormamıştım. Resepsiyondaki aileleri izlemeyi sürdürmüştüm. Aile en az üç kişiden mi oluşur? Ona, anneme, ‘’bir tırnağınız kırılmış’’ dedim ve ‘’hırkanızın ikinci düğmesi de düşmek üzere.” Ona kendiliğimden söylediğim şey bu ikisiydi ve ben çok dikkatli bir çocuktum. Yine de kafam biraz karışmıştı. Annenizle tanışmak için getirildiğinizde bir hastane beşiğinde ve birkaç saatlik değil de bir otel lobisinde ayakta duracak ve onunla yer kabuğu ve dünyanın hareketleri hakkında konuşabilecek kadar büyümüşseniz ona nasıl hitap etmeniz gerektiğine karar vermeniz güçtür.
Rüzgar saçlarımdaki örtüyü çekiştiriyor.
İkinci sabah on üç yaşındaydım, arabayı park etti ve babam içinde beklemedi bu kez benimle geldi. Güvenlik aramasından geçmiş ve bir hamburgerciye oturmuştuk; çünkü orası havalimanın en sakin köşesiydi. Ağzım kuruyordu; buzları erimiş koladan biraz içtim. İnce askılı saten bir elbise giymişti. Saçları hala kısaydı. Belki de uzamıyorlardı. Ben dış hatlar giden yolcu katından geçen aileleri izlerken, evet hepsi en az üç kişiden oluşmaktaydı, babamla iki eski dost, iki eski düşman gibi konuştular. Yine aynı şeyi sordu. En sevdiğim dersin hala matematik olduğunu söyledim. Ve hala sırt üstü yüzebildiğimi. Bir köpeğim olduğundan, bazı geceler ona sarılarak uyuduğumdan ve çoğu geceler uyumadan önce ağladığımdan söz etmedim. Ayrılırken bana bir paket uzattı. Özenle yapılmış kurdeleyi çözdüm. Yaldızlı naylonun altındaki o şey karpuz kollu ve etekleri fırfırlı bir elbiseydi. Doğum günüm içinmiş. Doğum günüme beş ay vardı, turuncuyu da sevmezdim.
Siyah, tülden örtü omuzlarıma düşüyor.
Üçüncü sabah arabayı ben kullanıyordum ve bunun son görüşmemiz olduğunu biliyordum; çünkü böyle olmasını ben istedim. Anneme, onu tekrar görmek istemediğimi söyledim. On sekiz yaşındaydım. Ve hiçbir şey tek bir gerçeği değiştirmiyordu. Sözcükler olanları değiştiremez. Ben, bırakılmış bir çocuktum ve o, iki gözüyle birden ağlamayı bile beceremeyen bir kadındı. Evet, ona onu bir daha görmek istemediğimi söyledim ve ‘’üzülme’’ dedim. ‘’Yeniden çocuk yapabilirsin. Yeniden bir çocuk yap. Nasılsa insan her şeyi yeniden yapabilir.’’ Kendini bir okula yazdırabilir, gardırobunu yeniden düzenleyebilir, yeniden yakın bir arkadaş edinebilir, yeniden evlenebilir. Vişne çürüğü balıkçı yaka kazağı yüzünden mi yoksa söylediklerim için mi bilmiyorum. Solgun görünmekteydi. Sanırım yanıt birincisi; çünkü adresi biliyordu ve hiçbir zaman gelmedi. Hikayenin sonu.
Vişne dört günde çürür. Fosfor, sodyum ve çinko minerallerinden oluşur.
Babamın sabah koşuları, ekmeksiz kahvaltıları, şekeri kestiği çayı, brokoli ve karnabahar haşlamaları uzun bir ömrü olsun diyeydi. Genç, dinç ve benimle birlikte. Bunun için okulda öğrendiğim her şeyi kullandım. Bunun için, iki tez yazdım: Yüksek lisans ve doktora. İkisi de yaşlılarda beslenme ve uzun yaşam hakkındaydı. Kaç uzun gece çalışma masamın ışığını yakmış; sağlıklı beslenme programı ve alışveriş listesi hazırlamıştım? Bütün o sabahlar peki, nereye gitti? Babam, nereye gitti? Babam ve sabahları nereye gitti? Gözlerini dinlendirmek için kapattığı kitaplar, tutulan sırtı yüzünden değişen yastıklar, rutin doktor kontrolleri, aksatmadığı vitamin takviyeleri hiçbiri, hiçbiri yardım etmedi. Bir buçuk gün önce yeterince yakışıklı ve gençti. Benim babam.
Siyah, tülden örtüm rüzgarda savruluyor.
Ve ben, çok uzun zaman sonra ilk kez annemi düşünmekteyim. Bizi bırakıp peşlerinden gittiği grubun ortasında tüylü, simli, parlak kostümüyle dans ediyor. Çok uzakta, ışıklar altında, boşlukta. Annemin gözleri ne renk bilmiyorum, söyledim. İçlerine hiç bakmadım. Başka bir kızı var mı? Yaşlanmaktan korkuyor mu? Ya da sakatlanmaktan? Yalnız, yaşlı ya da sakat bir baş dansçı olmaktan.
Tetiği bir kez daha çekiyorum, talaşlar savruluyor, su kovası devriliyor, siyah yeleli güzel baş düşüyor, kan ayaklarımın altına doğru akıyor, yünlü terliklerim kan içinde kalıyor. Hayır, hiç ağlamıyorum, bağırmıyorum, soru sormuyorum. Bütün biniş takımlarını atmak lazım diye düşünüyorum. Çizmelerini, başlıklarını, eldivenlerini. Toprağa bakıp artık yaşamayan yüzünü düşünüyorum. Benim, babam. Son otuz iki saattir. Bir ölü adam. Çünkü düştü.
Atı vurdum. Çünkü babamı öldürdü.
Artık parlak, taze çimlerde koşamaz, yelesi rüzgarda dalgalanamaz, ayakları dört nala koşamaz. Çünkü birkaç dakika önce kalbine dört kurşun saplandı. Çünkü benden babamı aldı. Yirmi sekiz yaşındayım ve sahip olduğum başka bir şey yok.
Atı vurdum. Babamın sol dizinin altında atan kalbi artık yok. Babamın sol dizi de artık yaşamıyor. Toprağa gömüldü. Ve biliyorum. Yakında birini sevmeye ihtiyacım olacak. Kalbim, ayaklarımdan da hızlı hareket ediyor. Tak, tak ve tak.
Sakin ol kalbim. Her şey yolunda.
edebiyathaber.net (13 Nisan 2021)