Bahçemize gelen ve sonra da sanki hiç gelmemiş giden sayısız kaplumbağa oldu. Soğuktu, sıcaktı, bahardı, güzdü fark etmedi, hep gelip gittiler herhangi bir su kaynağına yakın olmadığımız için bizim bahçemizi göç yolu olarak kullanıyorlardı sanırım. O kadar ki annemin favori hayvanı olmuşlardı. Gelecekleri dönemleri tahmin eder, onlar için bahçeye marul, maydanoz ekerdi. Annem bazen kendisi ve evi dışındaki her şeyle ilgilenirdi. Babamın gittiğini bile bir hafta sonra söylemişti bize. Çünkü o dönem leyleklerin göç zamanıydı ve çatıya bulgur bırakmakla meşguldü. Leylekler annemin ikinci favori hayvanıydı. Annem için her şeyin sırası vardı. Önem derecesi, sarsılmaz gerçekliği.
“Zaten baban bu dünyada sevdiğim onuncu insandı,” demişti gidişinin arkasından, sonra da saymaya başladı “Çok emin olmamakla birlikte, birinci ya da ikinci sen veya kardeşinsiniz.” Bazen bizi doğum sırasına göre sıralıyor, sonra “Olmaz öyle şey, ona bakarsan önce kediler vardı bu bahçede ama kaplumbağalar benim için daha önemli,” diye savıyordu başından bu saçma düşüncelerini.
Sorduğumuzda “Her şeye ne kadar üzülmem gerektiğini bilmem lazım,” derdi.
Bilmem lazım. Annemi en iyi tanımlayan cümle bu sanırım. Belirsizlik annemi delirtiyordu. Bu yüzden Hint tanrılarından Vishnu’ya inanmayı seçti. Onu görebiliyor, dokunabiliyordu. Dokunduğu ve gördüğü, Çin’de yapılan ve salonun baş köşesinde duran Vishnu tanrısı heykeliydi. Hint kültürüne yakınlığı ona reenkarnasyon inancını da vermişti ve uzun süre hangi hayvan olarak dünyaya geri döneceğine karar veremedi. Dışarıya çıkmazdı, bildiği tüm hayvanlar bahçemize gelenlerdi. Veli toplantılarına da gelmezdi.
“O insanlar beni sevmiyor bana zarar verebilirler, o yüzden gelmemem en iyisi,” diye açıklardı kendini. Annemin söylediği pek çok şeyi kimse sorgulamazdı, çünkü annemizin yeniden hasta olup hastaneye gitmesini istemezdik. Bazı zamanlar annemin odasından haftalarca çıkmadığı zamanlar, teyzem ve dedem bizim eve taşınır, annem tekrar dünyaya daha doğrusu kendi dünyasına dönene kadar bizde kalırlardı. Bu odaya kapanmaların sebebi her şey olabilirdi. Ektiği çiçeğin zamanından önce açması ya da açmaması, mahallede yapılan ya da yapılmayan yol çalışmaları… Her şey olabilirdi.
‘’Ruhu bir karahindiba çiçeği annenin, bir üflemeye dağılır ve parçalanır,’’ derdi teyzem. Çok severdi ablasını.
Yine böyle bir anında, onunla son hatıram olan zamanda, bize yasak olan odasına girme cesareti gösterdim. Kaplumbağalar gelmişti, bunu anneme söylemeliydim, odaya girmem ve yıllardır sadece duyduğum ama hiç görmediğim annemin karahindiba ruhunun uçtuğu anı görmeliydim. Kim bilir, belki onları toplayıp anneme geri verebilirdim , böylece annem bir daha odasına kapanmazdı. Annemin odası gözyaşı kokuyordu hüzün ve depresyonu koklayabilirdiniz. Duyguları çok yoğundu öyle ki onlara dokunabilirdiniz bile.
‘’Anne,’’ dedim açık bıraktığım kapının önünde. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, bu yüzden kapıyı açık bırakmıştım ki her an gerisin geriye kaçabileyim. Annem yatağında burnunu çekerek sağ tarafa döndü.
‘’ Anne,‘’ deyip yatağa doğru yürümeye başladım “kaplumbağalar geldi anne, onlara marul ekmedik ve maydanoz da,’’ yavaş yavaş yaklaşıyordum yatağına, annem tepki vermiyordu. Demek ki odasında olduğum için kızgın değildi. “Aç kalacaklar bu sefer,” dedim ve yatağının ayak ucunda durdum. Yorganın altından dışarı çıkarttığı kıpkırmızı burnunu gördüm,
“Markete gidecek misiniz?” dedi bir süre sonra
“Teyzem dün gitti ama ben gidebilirim eğer istersen,” dedim. O an, annem ne isterse onu yapardım. “Marul alır mısın? Ekmeyi unuttum aç kalmasınlar.” Kafasını kaldırıp kolu bana baktı. Şaşırdım, korktum. Annem, benim melek annem bembeyazdı, gözlerinin altı çökmüş, gözleri ve burnu kıpkırmızı ve ıpıslak olmuştu. Saçları darmadağın ve keçeleşmişti. Sanki annem gitmiş, onun yerine kötü bir replikası gelmişti, hem çirkin hem de kötü.
“Korktun mu benden?” dedi. Gözleri doldu. O an gördüm karahindibaları. Uçmaya hazırlanıyorlardı ve benim bir lafımla uçacaklardı. Yanına gittim, küçük elimi yanaklarına sürdüm. Saçlarını düzelttim
“Hayır annecim,” dedim. Yalan söylüyordum. Ama karahindibalarını uçurmamanın tek yolu buydu.
“Sen benim annemsin, ben senden korkmam ki,” dedim. Annemin yüzü aydınlandı, beni kolları arasına aldı, öptü.
“Gidip marul ve maydanoz alacağım, kaplumbağaların aç kalmayacak annecim, ” deyip kollarımı ona doladım. Bir süre öyle kaldık. Ayrıldığımızda annem gözünü ve burnunu, elinin tersiyle sildi. Arkamı dönüp kapıya yöneldim, onu yatakta tek başına otururken bıraktım.
“Teşekkür ederim oğlum,” dedi kapıyı kapatırken “seni seviyorum anneciğim,” dedim ve çıktım,
Mutlu olmuştum. Annemin yanında olmuştum. Ona yardım edebilmiştim. İçim sevinçle dolu markete gittim. Kaplumbağalarına yemeklerini aldım ve geri döndüm. Bahçedeki çeşmede tüm sebzeleri yıkadım ve etrafa dağıttım. İçeri geçip onları görebileceğim bir yere oturdum. Yavaş yavaş gelip yemeye başladılar. Acaba onlar da özlemiş midir annemi? diye düşündüm. Gülüyordum, ta ki yukarı kattan gelen ses beni ürkütene kadar. Cam bir objenin parçalanma sesiydi duyduğum. Arkasından “Yeterrr,” diye bağrış. Bu annemdi. Yerimden sıçradım ve hızla merdivenlerden yukarı tırmandım. Son basamakta yavaşlamıştı ayaklarım. Yukarı çıkmama iznim yoktu bu dönemlerde. Neyden cesaret almıştım? Annemin odasına girince, diğer tüm kuralları da ihlal edebileceğimi mi sanmıştım? Evet odaya girişim ve çıkışım harikaydı. Bunun harika olmasının tek sebebi, beni annem dışında kimsenin görmemesiydi. Aksi halde gerçekten çok kızarlardı, ceza alabilirdim.
Daha ileriye gitmemeye karar verdim. Çünkü içerden teyzemin de sesi geliyordu. Eğer odadan çıkarsa beni görmeden aşağı inebileyim diye merdivenlerde bekleyip kulak kabarttım,
“Babamın son kardeşi, ne var yani gelse iki günlüğüne? Zaten babamız bir yere gidemiyor, bari kardeşi gelsin,” diyordu teyzem yumuşak bir sesle.
“İstemiyorum Nermin, anla beni, kimsenin bu eve gelmesini istemiyorum.”
“Abla çok tepki veriyorsun. Adam her geldiğinde aynı şeyleri yaşıyorsun. Her gün mü geliyor sanki. 3-4 yılda bir geliyor. Hem yabancı değil ki o, amcamız,”
Annem öksürüyordu, ağladığını duyabiliyordum.
“Hiç gelmesin. Ya da babam gitsin ona,
“Delinin zoruna bak. Adam buradan okula zor yürüyor çocuklarla, İskenderun’a nasıl gitsin?”
“Çık dışarı Nermin,”bu söz, benim için de uyarıydı, hızlıca aşağı indim. Koltuğa oturup televizyonun sesini açtım. Biraz sonra teyzem de indi gözyaşlarını bana belli etmeden silerek mutfaktaki telefona yöneldi.
“Alo, istemiyor evet.. bilmiyorum nedenini.. onun böyle olması için nedene mi ihtiyacı var sanki… Saçmalama yenge tabii ki binip gelsin amcam… Alıştık zaten bu düzene… Biliyorum senin de gelmek istediğini,ama ablam işte… Hayır, sakın iptal etmesin… Binip gelsin, ben alırım onu yarın havaalanından. Hadi öpüyorum seni.
O günün akşamı ve ertesi gün, annemin çığlıkları, odasına giren teyzemin ve dedemin ağlamaları ve arkalarından fırlatılan cam eşyaların kırılma sesleri ile geçti. Nihayet akşam olmuş teyzem beklenen misafirle evimize dönmüştü.
“Ben bir Neriman’a bakayım,’’ deyip yukarı yönlendi amcamız.
“Bak görüyor musun baba? Nazı bir tek bize. Sesi soluğu kesildi amcasını görünce, diye söylendi teyzem.
Tuvalete gitme bahanesiyle yukarı çıktım. Parmak uçlarıma basa basa koridorun sonundaki annemin odasına yürüdüm. Önce kulağımı kapıya dayadım, tek duyduğum nefes alıp verme sesleriydi. Gözümü anahtar deliğine dayadım sonra. Onları gördüm. Amcam ve annem yataktaydı. Annem sol omzunun üzerinde yan yatmış, amcamız da arkasındaydı. Annemin ensesini öpüyor, gelip gidiyordu. Seviyordu annemi. Annem ise donmuş gözlerle tam karşısına bakıyordu. Bir süre sonra
“Hadi in artık yemeğe,” diye sesini duydum aşağıdan teyzemin, amcam da duymuş kapıya yöneltmişti bakışlarını. Beni mi gördü acaba? Diye düşündüm. Hızla tuvalete koştum ve kapıyı yine hızlı kapayıp açtım. Bir süre sonra amcamız da inmişti yemeğe.
“Bahsettiğiniz kadar kötü değil. Özür diledi benden hatta,” dedi
“Her zamanki hali amca. Biliyorsun düzensizlik delirtiyor ablamı,” diye yanıtladı onu teyzem, kaselere çorbaları koyarken. Amcam ekmeği bölüp ona diktiğim bakışlarımı fark etti.
“Annemi seviyor musun amca? diye sordum ona. Şaşırdı. Ağzında çiğnediği ekmekle masadakilere baktı,
“E-elbette seviyorum o benim kızım gibi,’’ dedi. Başka bir şey sormadım. Yemeğimizi yedik. Takip eden bir hafta boyunca annem odasından hiç çıkmadı. Ağlamıyor bağırmıyor ya da odasından çıkan insanların arkasından cam bir şeyler fırlatmıyordu. Amcam bazen teyzem ve dedemle bazen de tek başına annemin yanına gidiyordu. Yalnız olduğu zamanlar annemi seviyordu sanırım. Ben de o sürede annemin aksattığı işi yerine getiriyor, onun kaplumbağalarını besliyordum. Gitmeye başlamışlardı yavaş yavaş. Sadece bir tanesi kalmıştı geriye. Küçücüktü. O kadar küçüktü ki cebinize sokup gezdirebilirdiniz. Annemin onu görmesini istedim. Gitmeyen küçücük melek kaplumbağamızı.
Zaman geçmişti. Bir hafta dolmuştu bile. Teyzem;
“Ablamı yedireyim, sonra da seni havaalanına bırakayım amca,” diye yerinden kalktı. Derin bir nefes alıp saldı “Tövbe estağfurullah, hayırdır inşallah, “deyip mutfağa yöneldi. Elinde tepsiyle yukarı çıktı.
“Ablaaa” diye attığı çığlığı duyduk. Hepimiz korkuyla yukarı koştuk. Teyzem tavana asılmış bir şeyi ısrarla yere çekiştiriyordu. “Abla” diye bağırıp ağlıyordu bir yandan da. Dedem kapının önüne yığıldı.
Amcam da odanın ortasına koşup teyzeme yardım etti. Elif ağlamaya başladı. Dedem Elif’in gözyaşlarını silip “Yavrumm kuzumm,” diyordu. Ben yataktaki annemi görmeyi çalışıyordum, bu hengameden korkmasın diye. Ama yatakta değildi. Teyzem ve amcam tavandaki şeyi yere indirdiklerinde küt diye bir ses duyup onlara doğru baktım. Annemdi bu. Melek annemdi. Boynunun etrafı mosmor, gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Melek annemin ruhu karahindiba olup uçmuştu. Korkmuştum, hızla aşağı indim, ağlıyordum ama sesim çıkmıyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Bahçeye çıktım. Yere kapaklanıp ağlarken ayaklarımın altında bir şey hissettim, yavaş yavaş yüzüme doğru yaklaşıyordu. Melek kaplumbağaydı bu. O an fark ettim bu kaplumbağanın neden gitmediğini. Annem buna karar vermişti. Kaplumbağa olmaya. Ruhu uçmuş, bedeni gitmiş, gelip bu kaplumbağaya konmuştu.
edebiyathaber.net (28 Mayıs 2018)
Fuat Satar kimdir:
1986 yılında İskenderun’da doğdum. Üniversite eğitimi için Ankara’ya taşınıp 12 yıl orada yaşadım. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde eğitimimi tamamladım. Bir yıldır Amerika’da yaşıyorum. Yazarken kendimi hep daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. İçinde Ankara olan yazılar yazmayı tercih ediyorum.