Marketin otomatik kapısı açıldığında topuklarımın telaşlı sesi geride kalmıştı. İçeri girerken peşimdeki sıcak hava son bir hamleyle ensemi yaladı. Bir lirayı yuvasına itip şıkırdatarak zincirinden kurtardığım alışveriş arabasını hızla sürdüm. Markette çalan oryantal ezgili enstrümantal müzik içimi kıpırdatıyordu. Omuzlarım, kalçalarım usulca oynamaya başladı. Zihnimi köşeye kıstırmış düşünceler parçalanıp uçuştu sağa sola.
Yiyecek reyonlarında gözüme hoş görünen ne varsa aldım fiyatına bakmadan. Beş dakikada alışveriş arabam çikolatalar, kekler, kahveler, soslar, konserveler, turşular, peynirlerle dolmuştu. İçimdeki arsız iştah kamçılandıkça kendimden geçiyordum. Arabaya birkaç paket de makarna atıp şarküteri reyonuna ilerledim. Saçlarımı parmağıma dolayıp kokularını içime çektim. Annesinin alışveriş arabasına zorla oturttuğu üç yaşlarındaki huysuz oğlan bile sakinleşmiş beni izliyordu.
İlk defa böyle alışveriş yapıyordum. Fütursuzca. Ne de olsa akşama yemekte kıymetli misafirlerim vardı. Mutfağım dolu, seçeneğim bol olmalıydı. Sevgili kocam ailesini davet etmişti, hem de bana sormadan. “Telaşlanma tatlım halledersin sen. Hazır bir şeyler alıver, onlar aldırmaz,” dedi. Sözüm ona ne kadar da rahatladım. İki ay evvel nikahımız kıyılırken salonun ön koltuğunda oturan kayınvalidem, dilinin üstündeki tansiyon hapıyla hatırımdaydı. Plastik şişeden kafasına dikerek içtiği su ağzının kenarlarından damlıyordu. Suyun köpürüp dilindeki zehri yerlere akıtacağını boşuna hayal etmiştim. Tebrikleri kabul etmeden önce boynuma asılıp taktığı altın kolyenin ucunda sallanan kelebek gelinliğimin danteli arasına sıkışınca eliyle düzeltmişti. Serbest kalan kelebek, kanatlı bir göze dönüşmüştü sanki. Hayatımın her anını takip edecek kanatlı bir göz. Evde hapsettiğim kutusundan çıkarıp akşam yemeğinde taksam iyi olacaktı.
Yemek masamı özenle hazırlamalıydım. Sosyal medyada öz çekimlerimiz dolaştığında alay konusu olmak istemezdim. Yeni gelinin marifetini görmek isteyen takipçilerimiz masadaki her şeyi didikleyecekti. Hatta kocamın eski karısına bile iletilebilirdi resimler. Kayınvalidem eski gelinini kendi seçmişti oğluna ve hâlâ nerede hata yaptığını bulamıyordu bir türlü. Hayırsız çıkmıştı. Nazar olmuştu belki de. Neyse ki on ay süren evlilikte çocuk yoktu. Beş yıl sonra oğlu, beni elini öpmeye götürdüğünde sevsin mi, sevmesin mi, oğluna layık mıyım, değil miyim bakışıyla süzüp durmuştu. Kırk yaşında (oğlundan iki yaş büyük) hiç evlenmemiş, bankada memur, ailesinden uzakta yalnız yaşayan, aile terbiyesinden pek de emin olamadığı bir kadındım ona göre.
Şarküteriden birkaç hazır meze aldım. Tuzlu ve acılı. Arnavut ciğerini atlamadım. Kolesterolü bol. Kayınpederim bunları keyifle, üstüne başına döke saça yerdi. Beni kabullenen yumuşak bakışlarını ve memnuniyetini görmek hoşuma giderdi. Ağzının şapırtılarını duydum kulaklarımda. Zaman daralıyordu. İşten iki saat izin almam da yetmeyecekti nerdeyse. Dondurucudan aldığım bezelye, böğürtlen, Akçaabat köfte, karides paketlerini çarçabuk arabaya koydum. Yanıma yaklaşan yaşlı bir adam köftenin fiyatını sordu. Etikete bakıp söyledim hemen. Ardından alışveriş arabama bakıp düşündüm. Bu kadar harcama yapmamı kocam hoş karşılar mıydı? “Hazır bir şeyler alıver,” demişti sadece. Dondurmaları görünce omzumu silktim. Üç çeşit kutuyu attım arabaya.
Söz yüzüğü takıldıktan sonra kayınvalidemin evine her gittiğimde donuk suratıyla karşılaşmıştım. Dayanıklılık ve sabır testlerine tabi tutuyordu beni. Hevesli görünmediğim halde elini öptürmekten büyük zevk alıyordu. Sürekli hizmet beklemesi, saçıma başıma, basenlerime laf söylemesi, ailemin köylülüğünü yüzüme vurması, oğlunun sevdiği yemekleri öğretmeye çalışması kabak tadı vermişti. Bilmediğimi söylememe rağmen ille de tansiyonunu ölçmemi istiyordu. Lafımı sık sık kesip ilgisiz konulara atlıyordu. Neyse ki bu uzun sürmedi. Çok kısa zamanda nikah tarihi aldık.
Manav reyonuna giderken dar koridorda esmer, gözlüklü, orta yaşlı bir kadından yol istedim. Alışveriş arabama tuhaf bir bakış atarak kenara çekildi. Işıklar altında rengarenk parlayan meyvelere, sebzelere sinek gibi yapıştım ellerimle. Alabildiğim kadar koydum naylon poşetlere. Raflardaki yeşillikler yukarıdan püsküren suyla canlanıyordu. Ters çevrilmiş kıvırcığı görümcemin nikahta yaptırdığı saça benzettim. Annesinin kolunda yeni yetme bir kız çocuğu gibi gelmişti. Oysa otuzundaydı ve özel bir kolejde öğretmenlik yapıyordu. Eski yengesine kızgın olduğu kadar hayrandı da. Ne kadar iyi giyindiğini, mutfak işlerindeki başarısını, sofrasının güzelliğini söylemeden edemezdi. Hakkını teslim ediyordu güya. Yeşillik almadan geçtim.
Meyvelerin sonundaki kasalardan birinde gördüm onu. Kardinal üzüm salkımı. Bütün ihtişamıyla yan yatmış bekliyordu. Sevinçten yerimde duramadım. Annem Manisa’daki evinin bahçesinde yetiştirirdi. Tadına bayılırdım. Tek bir salkım kalmıştı. Elimi attığımda üzerinde bir el daha fark ettim. Koridorda bana yol veren kadının eliydi. Tebessüm ederek “Ne olacak şimdi,” dedi. Cevap vermeden çekip aldım üzümü. Birkaç iri tane yere yuvarlandı. Kadının vazgeçmeye niyeti yoktu. Salkımı alttan kavrayıp çekti kendine. İki elimle birden yakaladım tekrar. Yere düşen taneler ezildi topuğumun altında. “Bırak,” diye bağırdım. “Sen bırak,” dedi bana. Yeniden hamle yaptı, ucundan yakaladı. Yaşlı adam, çocuklu kadın ve yüzünü yeni gördüğüm birkaç kişi bizi izliyordu. Salkımı silkeleyip tekrar elinden kurtarınca dengemi kaybedip yere düştüm. Kardinal üzüm de. Kucağıma aldım, beyaz gömleğimin ucu şarap rengine boyandı. Kadın sinirle uzaklaştı yanımdan. Tanelerin yarısı dökülmüştü. Çalışanlardan biri yardıma gelip beni yerden kaldırdı. Kalan üzümü naylon poşete koydum, alışveriş arabasını almadan kasaya gittim.
Dışarı çıkınca marketin kapısı kapandı arkamdan. Sıcağın ortasında şaşkın durdum bir an. Telefonumu elime alıp titreyen parmağımla kocamın numarasını tıkladım. “Alışveriş yapamadım,” dedim. Sesim çatallandı, yutkundum. “Sadece üzüm aldım. Kardinal, o da yere düştü, ezildi biraz. Çok üzgünüm.” Ağlamama ramak kaldığını hissedince teselli etti beni. “Başka bir akşam çağırırız o zaman, merak etme. Kendini hazır hissettiğin başka bir akşam.”
Dolmuşa binip eve giderken üzüm poşetini beyaz gömleğimin lekesini kapatacak şekilde kucağıma koydum. Kardinal üzüme sahip olmanın keyfiyle gevşedim. Akşam huzur içinde yiyeceğim tanelerin lezzetini hissettim damağımda.
Tijen Ergönen kimdir:
1965, Ankara doğumlu emekli fizyoterapistim. Emrah Polat, Fadime Uslu, Ethem Baran, Cemil Kavukçu gibi yazarlarla öykü atölyelerine katıldım. “Kesik” adlı öyküm, İbni Sina öykü yarışmasında yayınlanmaya değer görülüp “İbni Sina Öyküleri 2016” kitabında yer aldı.
edebiyathaber.net (14 Mayıs 2018)