-Biletiniz lütfen? Kondüktörün bu sorusu üzerine sabah sersemliği (kim bilir belki de hayat sersemliğidir), ceplerini karıştırmaya başlayan adam sonunda ön cebinden kıvrılmış bükülmüş bir kâğıt paçasını bulup çıkardığında yüzündeki o karanlığa birazcık ışık sızmıştı. Biletini bulmanın bir anlık sevinci. Sabahın bu çok erken saatlerinde tren yolcularının hele ki orta yaşın üzerindeyse yorgun yüz ifadelerine, geçmişleri ile hesaplaşmanın da az veya çok gölgeleri düşer. Bazı yüzler daha gölgelidir hatta kırışıklıklarının içine çökmüştür o karaltılar. Bu gölgeli yüzlerle birbiri ardına akıp giden şehirlerinin görüntülerini kim bilir kaçıncı defadır oturdukları pencere kenarından öylesine seyrederler yol boyunca. İşte biraz önce sözü geçen adam da penceresinden akan şehirle ve gölgeli anıları ile yaklaşık iki saatlik bir yola gidecekti her gün olduğu gibi. Karısının artık neredeyse donuklaşmış soğuk bakışlarını düşündü yine. Oysa yıllar yıllar öncesinde ona kocaman adeta bütün yüzü ile gülümseyen bakışları vardı karısının. Tren yarı aydınlanmış şehir silueti içinde yoluna devam ederken adam karısının o yıllar önceki kocaman gülüşünü gördü pencerede. Siyah simsiyah kirpiklerin çevrelediği ışıltılı bakışlarını. Gülüşünün etrafında parlayan yıldızları. Gelinliğinin beyazı ile dişlerinin beyazı nasıl da bir bütünlük oluşturmuştu siyah beyaz evlilik fotoğrafında. O fotoğraf geldi çakıldı cama tren yeşillikler içinden yoluna devam ederken. Sonra akıp giden palmiyelerin arasına bu sefer de güzel kızının lise mezuniyet görüntüleri. O gece birlikte ne çok eğlenmişlerdi. Tren ritmik bir akışla yoluna devam ederken zihni sıçramalarla ileri geri dönüşlerle kat ediyordu yolu. Camdan şehirle birlikte anılar akmaya devam etti. Sonra kahkahalar geldi kulağına şehrin yükselen plazalarının önünden geçerken. Şuh kadın kahkahaları. Karısının yaşlanmış, incinmiş yorgun bakışlarına karışan davetkar kadın kahkahaları ve yabancı genç bedenler. Plazaların o gün ışığını bile bastıracak parıltılarından geçerken adamın yüzü de tam tersine daha çok gölgelenmeye ve kırışıklıklarına karanlıklar çökmeye başladı. Damar damar olmuş ellerini alnının kırışıklıklarına doğru götürerek yarı dökük saçlarını arkaya doğru sıvazladı ve pişmanlıklarla dolu düşüncelerini değiştirmek için bakışlarını pencereden aldı.
Karşısında gazetesini okuyan gölgeli yüzlü başka bir adam gördü. Bir an göz göze gelir gibi oldular sonra adam yine gazetesine döndü. Diğer köşede koridor tarafında bir kadın yok sayılmak ve hiç görünmek istemiyormuş gibi incecik bedeniyle iyice büzülerek oturuyordu. Üstünde gri siyah bir etek ve yarı beyazlaşmış saçları ile sıradan bir kadın. Onun da yüzünde hiçbir yıldız yoktu. O da benzer donuk bir ifade ile bir noktaya bakıyordu. Yüzü gölgeli adam bu kadının bakışlarını da karısının ölü bakışlarına benzetti. Eğer bu kadınla göz göze gelebilseydi, sizin bakışlarınızı kim öldürdü, diyecekti. Diyemedi.
Tren yoluna devam ediyordu. Kompartımanda bir kadın ölü bakışlarıyla köşede sessizce oturmaya, bir adam gazete okumaya ve bir diğeri de geçmişiyle ve pişmanlıkları ile hesaplaşmaya… Şehir de aydınlanarak yolcularla birlikte camdan geçmeye…
Kopartmandaki sessizlik gazetenin oldukça sert hışırtılı bir katlanışı ile bozuldu. O hışırtının içinde isyanın çaresiz bir çığlığı ve aynı zamanda bu kaderi kabullenişin de ağıtı vardı sanki.
-Yok, dedi gazete okuyan adam. “Bu işin sonu yok. Her gün bir kadın cinayeti. Ne o olacak bu böyle?”
Adam öylesine içinden gelerek ortaya söylemişti bunu. Bu cinayetler gazete satırına sıkışıp kalmamalı, herkes duymalıydı diye düşünmüş olabilir.
-Tabancayla mı, diye sordu yüzü karanlığa yakın gölgeli adam.
-Evet, beylik tabancayla kadını çekmiş vurmuş diye cevapladı gazeteyi katlayan adam arka sayfadaki sarışın güzel kadını göstererek.
– Olay İstanbul’da mı, dedi köşeye büzülerek oturmuş kadın o donuk bakışlarıyla. Bir bakabilir miyim fotoğrafa, dedi sonra.
Uzaktan şöyle bir baktıktan sonra da:
-Kurtulmuş, dedi …. Bu “kurtulmuş” kelimesini iki adam da zor duymuştu.
-Kurtulmuş mu, dediniz, diye tekrar sordu yüzü gölgeli adam yüzündeki acıyı ve pişmanlığı saklayamaya çalışarak.
-Evet, dedi kadın. Hayatı kim bilir nasıl çekilmezdi! Kadıncağız her gün ölmekten kurtulmuş dedi adamların yüzüne bakmadan.
Tren yavaşladı ve durdu. Gün tamamen aydınlanmıştı. Camdaki şehir de durdu. Yolcular şehre dağılmaya başladılar. Polis İstanbul’un dört bir yanında katili arıyordu. Karısını beylik tabanca ile öldüren adamı…
Oysa önce kadınların bakışlarını öldürürler.
edebiyathaber.net (14 Ekim 2021)