Hayalîler, gerçeklikten tiksindikleri için kendilerini hayal âleminde buldular. Olabildiğince az insan içine çıkıp topluma pek az karıştılar. Bu yüzden çok da bilinip tanınmadılar. Bazıları gerçeklikle uyumsuzluklarından ötürü kapatıldı. Lobotomiden antidepresanlara milyonlarca şey denendi üzerlerinde. Ancak gerçekte tıp, bir hayalîyi durduracak kadar hiçbir zaman gelişmedi. Onlara gerçeklik olarak sunulan şey daima midelerini kaldırdı. Hakikat oydu ki hiçbir rüya bu kadar çirkin olamazdı.
Rüya, hayalîlerin temel besin maddesiydi. Ondan ilham aldılar. Ondan yararlandılar. Sadece cennetvari huzurun kol gezdiği rüyalarla da yetinmediler üstelik. Kanın gövdeyi götürdüğü kâbuslardan karanlığın iç parçaladığı karabasanlara kadar her bir rüyayı ayrı ayrı önemsediler. Onlar için bir diğer önemli husus da mekândı. Uygun bir mekâna daima gereksinim duydular. İzbe sokağın tekinde yıkık dökük bir müstakil ev, gözlerden ırak bir çiftlik, kullanılmayan bir garaj, kimsenin ne olduğunu kestiremediği bir kulübe… Böyle çeşit çeşit, yeryüzünde toplam 87 tane hayalîhane vardı. Kâzım Rifat Efendi de İstanbul’da bugün son günlerini yaşayan hayalîhanenin kurucusuydu.
Önceleri Kâzım Rifat Efendi de çoğu 19. yy. insanı gibi kafası karışık bir adamdı. Aldığı medrese eğitiminden sonra bir ara müderris olmayı istedi. Sonra ticareti denedi. Kahve alıp satmaya başladı. Bu işte başarıya da ulaştı. Ünü dünyaya yayıldı. Envaiçeşit kahveyi Amerikalara, Avrupalara götürüyordu. Sattığına yabancı da değildi üstelik. O da iflah olmaz bir kahve müptelasıydı. Öyle ki, bu bağımlılıkta Balzac’la dahi yarışabilecek cinstendi.
Uykusunu kaçıran bu merak onu uyku, uyanıklık konularında düşünmeye zorladı. Bilhassa da rüya mevzuuna merak saldı. Mürettabatta herkesin ona rüyalarını anlatmasını şart koşuyor, gittiği ülkelerden rüyalarla ilgili ciltler dolusu kitap alıyordu. Bu yüzden ziyaret ettiği bir sahafın ona rüyalar hakkında hiç bilmediklerini öğretebilecek birilerini tanıdığını söylemesiyle hayatı bambaşka bir noktaya evrildi.
Sahaf onu iki katlı bir eve götürdü. Masanın etrafında toplanmış büyükçe bir kalabalık… Hararetli konuşmalar… Konu: Rüyalar. Rüyaların hayal âleminde yeri nedir? Dinlerde rüyalar ne anlama gelir? Rüyalar yönetilebilir mi? Kâzım Rifat Efendi’nin hayalîlerle tanışması işte böyle oldu. Evde gördüğü sıra sıra yatakların, rahat mı rahat koltuk ve minderlerin ne işe yaradığını öğrendiğinde hayretten aralanan ağzını uzun müddet toparlayamadı. İnsanlar oralarda hayallere gömülüyorlardı: saatlerce, hatta günlerce.
İstanbul’a döner dönmez ilk iş sayfiye bir yerden konak aldı. İçini, Boston’daki hayalîhane gibi dayayıp döşetti. Her hayalîhanenin olduğu gibi, onunkinin de girişinde Poe’ya atıfla “Bu hane, rüyaların yegâne gerçeklik olduğuna inananlara adanmıştır,” yazıyordu. Nitekim evvel ahir birçok edebiyatçının bu hanelerin müdavimleri olduğu ona Boston’da anlatılmıştı. Gerçekten de Borges, Papini, Gaiman ve daha niceleri buralarda zaman geçirmişlerdi, geçireceklerdi.
Bugün Kâzım Rifat Efendi Hayalîhanesi hâlâ ayaktadır. Günlük hayat, geçim derdi gibi birtakım hayal katilleri yüzünden bu hane, çevresinde mantar gibi biten onca binaya rağmen her geçen gün daha da yalnızlaşmaktadır. Ve ne yazık ki şu günlerde Kâzım Rifat Efendi’nin ikinci kuşaktan torunu Oytun Can, bu hayalîhaneyi bir müteahhide kat karşılığı satmak üzeredir.
Berkay Çetin kimdir:
1991 İstanbul doğumlu. İzmir’de büyüdü. Çeşitli yerlerde editörlük yaptı. Konya’da yaşıyor. Ankara’da lisansüstü eğitimine devam ediyor. Öyküleri ve yazıları Hayal, Ayraç, Peyniraltı Edebiyatı, Yedi İklim ve İzmir Edebiyat İşliği dergilerinde yayımlandı.
edebiyathaber. net (22 Ocak 2019)