“Kendinde bu hakkı nereden buluyorsun?”
“Sahip olduğum hayat bana başka bir seçenek sunmuyor Güzin, direnmenin bir manası yok,” dedim yaşlarla dolu gözlerinin içine bakarak.
“Yapma bunu Serkan, yalvarırım gitme!” diye haykırdı ben havaalanından içeri girerken.
Cefakâr ailem yıllar boyu evimize çeşitli doktorlar, fizyoterapistler getirtti benim için ama nafileydi. Gitgide bozulan psikolojimle beraber çevremdeki insanlara da kötü davranmaya başlamıştım. Öfke nöbetlerimden en büyük payı ailem alıyordu tüm özverilerine karşın. Sonra bir gün bir fizyoterapist geldi ve her şeyi değiştirdi. Güzin diğerlerine hiç benzemiyordu. Geldiği günü dün gibi hatırlıyorum; tam altı ay önceydi. Üzerinde çiçekli bir elbise vardı, kıvırcık saçları dağınıktı. Hiçbir fizyoterapistte rastlamadığım gayri ciddi bir tavırla bana sarılmış ve hemen samimi olmaya çalışmıştı. Herkese yaptığım gibi ilk zamanlar onu terslemiş ama zamanla bu uçuk kaçık tavırlarından etkilenmeye başlamıştım. Bana yaklaşımı o kadar farklıydı ki…
“Serkan o tekerlekli sandalyede ne yapıyorsun Allah aşkına?” demişti bir keresinde.
Nasıl tepki vereceğimi şaşırmıştım. Yürüyebilirdim tabii ama düşersem kemiklerim tuz buz olurdu ve bu bana çok büyük acılara mal olurdu.Cam Kemik Hastalığı’ na sahip olmanın bedeli ağırdı; her hareketime dikkat etmeliydim.
“Sen ne sanıyorsun kendini! Dalga geçerek ya da emirler vererek mi beni sağlığıma kavuşturacaksın?” diye çıkıştım.
“Sağlığına kavuşturacağımı da nerden çıkardın?”
Artık iyiden iyiye sinirlenmeye başlamıştım. Bu küstah kadına haddini bildirmek istiyordum ama elimden pek bir şey gelmiyordu. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve gözlerimin içine bakarak konuştu:
“Hastalığın için kalıcı bir tedavi olmadığını ikimiz de biliyoruz Serkan. Ben senin hayatını daha konforlu bir hale getirmek için buradayım, amacım acılarını gölgelemek. Bir illüzyonist gibi düşünebilirsin beni.”
Ve dediğini de yapmış, bir şekilde kırmıştı inadımı. Ürkek adımlar atmıştım başlangıçta. Sonra onunla beraber kısa doğa yürüyüşlerine çıkmaya başlamıştık. Adım adım gelişme kaydetmiştim. Toprakla uğraşmayı sevdirmişti bana; nice fidanlar, çiçekler, meyve-sebzeler dikmiş, ağaçlar budamıştık. Güzin’deki enerjiye hayran kalıyor, yanımdan hiç ayrılmasın istiyordum. Günün en mutsuz olduğum anı onun mesaisinin bittiği an, en mutlu olduğum anı ise sabah gelip o güleç yüzüyle günaydın dediği andı.
Onun tedavi anlayışıyla eskiye göre çok daha iyi hissediyordum kendimi. Artık tekerlekli sandalyeye mahkum olmadığıma inanıyor, daha önce yapamayacağıma inandığım birçok şeyi yapmaya cesaret edebiliyordum. Güzin benim göremediğim sihirli bir değnekle dokunmuştu sanki bana. Ancak son günlerde aklımı kurcalayan bir soru vardı; bu iyiye gidişin sebebi Güzin’in uyguladığı tedaviler miydi? Yoksa ona karşı gittikçe yoğunlaşan duygularım mıydı? Bunu öğrenmenin bir tek yolu vardı, ona açılmak.
Açıldım.
Bunu yapmanın hayatımın akışını tekrar değiştireceğini bilmiyordum. Bir gün bana dans etmeyi öğretiyordu. Bir anda durdum. Yavaşça önünde diz çöküp elini tuttum.
“Bana hayatımı yeniden kazandırdın Güzin. Bütün bir ömür senle beraber olmak ve minnettarlığımı sana en güzel şekilde sunmak istiyorum.”
Bir an sessizlik oldu. O kısa an bana bir ömür gibi geldi. O da dizlerinin üstüne çöktü. Daha önce hiç görmediğim bir tebessüm belirdi yüzünde. Ne düşündüğünü anlayabilmek için gözlerinin derinliklerine baktım ama dünyanın tüm sırlarını saklayan dipsiz iki kuyu gibiydiler. Nihayet konuşmaya karar verdi:
“Bana minnet duymana gerek yok Serkan, ben sadece işimi yaptım. Seni her zaman çok seveceğim.”
Başka da hiçbir şey söylemedi. Yanağımdan öpüp gitti ve o günden sonra bir daha evimize hiç uğramadı. Aileme tedavimin son safhasına ulaştığımı ve bundan daha fazla ilerlemenin artık sadece kendi çabama bağlı olduğunu söylemişti. Halime bakmadan olmayacak hayallere kapılmıştım. Aptallığımdan dolayı dinmek bilmeyen bir öfke duyuyordum kendime.
Güzin’in dış hatları ayıran bariyerin arkasından hala bana bakarak ağladığını görebiliyordum. Gaddar bir katil gibi hissettim kendimi. Bir bakıma öyleydim de. Amsterdam biletime bakarken çok yakında, ötenazi koltuğunda tüm acılarımın sona ereceğini düşünerek kendimi rahatlattım…
Hasan Gürsel kimdir:
1982 Edirne doğumlu. Anadolu ve Muğla Üniversiteleri’nde İşletme ve Turizm bölümlerinde eğitim gördü. Şu sıralar Boğaziçi Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri’ne katılmaktadır.
edebiyathaber.net (10 Ocak 2019)