Kolunun altında bir defter, kulağının arkasında bir kalem. Kılık kıyafetinden mi deli demişler adama yoksa çok gülüyor diye mi bilmem?
Kahkahası gelirmiş kendinden önce.
Yırtık giysileri, biri diğerinden farklı ayakkabıları, renkli halleri, uzun saçlarına karışmış sakallarıyla herkesten farklıymış. Gülünce gözlerinin içi gülermiş. Sandaletine bağladığı ipleri kısa elbisesiyle birleştirdiği, jartiyere benzeyen giysileriyle dönüp baktırırmış insanları kendine. Gel zaman git zaman alışmış deliye kasabalılar. Ortalarda görünmediği zaman arar olmuşlar.
İki esnaf oturmuş konuşuyormuş bir gün. Biri demiş ki, “Bizim deli doktormuş biliyor musun? Çok okumaktan kafayı sıyırmış diyorlar.” Diğeri, “Doğrudur valla, adam neden delirsin yoksa?” demiş.
Sonra bir kadın, “Duydun mu? Bizim deli mühendismiş, hem de yüksek mühendis,” demiş. Diğer kadın, “Öyle miymiş gız? Var bişeyle bunda ama bilemediydim ben, demek mühendismiş,” demiş.
Delirmenin şartlarından biri doktor biri mühendis olmakmış.
Ağır ama kocaman adımlarla yürürmüş. Yürürken aynı zamanda defterine bir şeyler karalarmış. Ne bir yere yetişme derdi varmış ne de bir hayat telaşı. Sokak ortasında tek başınıza yürürken kahkahalarla güldüğünüzü bir düşünsenize? “Elalem ne der” mi dediniz? “Elalem” e yer yokmuş işte onun hayatında.
Çok yakından tanıdığım biri de sokakta yaşamak istediğini ama hayatındaki zorunluluklardan dolayı bu hayalini gerçekleştiremediğini söylerdi. Onun kim olduğunu tabii ki söylemeyeceğim. Bizim burun kıvırdığımız bazı şeyler birilerinin hayali olabiliyor işte. Hayallerinin çatısı yok en azından. Kimliğini ağzımdan kaçırmadan öyküme döneyim en iyisi. Mübaşir beni çağırmasın sonra.
Başka bir yerde bir adam, “Duydun mu bizim deli neden delirmiş? Askerde teröristlerle çatışmış bu, o gün bu gündür kendine gelememiş,” demiş. Diğer adam, “ Benim de aklıma gelmişti zaten yoksa insan durup dururken neden delirsin?” demiş.
Delirmenin şartlarına bir madde daha eklenmiş.
Deli gelmiş bir gün kahkahasıyla. Çekmiş bir sandalye oturmuş yol ortasına. Bacak bacak üstüne atmış. Oradan geçen ergenler, “Parti kur oy verelim! ” diyorlarmış deliye. Bu cümleyi yazarken aklıma “Deli deli küpeli” filmi geldi. Kaymakam olarak köye gelen deli nasıl da her şeyi düzeltmişti.
Biri demiş ki, “Trafik polisiymiş, karısı da çocukları da kazada ölmüş ondan delirmiş, hiç arabaya binmezmiş, yürürmüş her yere. ”
“Doğru, yoksa neden delirsin? Baksana arabaları durduruyor” demiş diğeri.
Deli bir kahkaha patlatmış. Çekmiş sandalyesini yoldan, arabalara da geç işareti yapmış. Oturmuş adamların karşısına. Renkli çoraplarını dizine kadar çekmiş. Sonra kolunun altındaki defteri, kulağının arkasındaki kalemi çıkarmış, ortası delik silgisini kalemine geçirmiş, adamların resmini yapmaya başlamış. “Hiç kıpırdamayın haa!” demiş ciddiyetle . Put gibi durmuş onlar da. Birbirlerine fısıltıyla,
“Bu deli ressam olmasın?” diyorlarmış, dudaklarını kımıldatmamaya özen göstererek . Resmi bitiren delinin çizdiği şeye bakmışlar, bir de ne görsünler? Adamları çıplak çizmiş! Resmi yapılanlardan biri;
“Bu insanları çıplak görüyor olmasın? Bir yerden alan Allah bir yerden verirmiş derler,” demiş.
“Soldaki şeyi küçük olan sensin” demiş diğeri.
“Hayır! Ne münasebet sensin o! ”
Tartışmaya başlamışlar. Mahalleli toplanmış adamların başına. Herkesin gözü sehpada duran resimde!
Deli, cebinden kalemtıraşını çıkarmış, ağır ağır kalemini açmış. Sonra kulağının arkasına sıkıştırmış. Bir adamlara bir kalabalığa bakmış. Yavaş adımlarla oradan uzaklaşırken, yüksek sesle:
“Vaziyet boka sararken dehalara muhtaçsındır” * diyormuş.
*Hakan Han, 1992 Türkiye Satranç Şampiyonu
edebiyathaber.net (9 Ağustos 2022)