Cep telefonunun uyandırma alarmı, ukulele melodisi çalıyordu.Yatak odasına sinmiş kasvet, açtırmadı gözünü. Komodinin üstündeki telefonu el yordamıyla susturdun.Kocan kalkmış, kalın perdeleri açıyordu. Göz kapaklarına binen ışığın ağırlığıyla yastığa gömdün yüzünü. Ter kokusu,yatakta oyalanmana izin vermedi.
Banyo lavabosunda, musluktan akan su avuçlarını doldururken hâlâ için uyuyordu.Seyre daldın. Su çoğaldıkça cazibesi artıyordu. Kapılıp gitme isteğiyle burnunu daldırdın. Bekledin bir süre. Nefessiz kalmaya dayanamadın.Ayna ıslandı, yüzün darmadağın. Haftalardır içtiğin sakinleştiricilerle kuruyan göz yaşının yerine,aynadaki su damlalarını sildin.Rengarenk benekli havluya kuruladın siyah beyaz yüzünü.
Gardırobun aynalı kapağını açtığında ilk eline gelen askıdan,açık sarı gömleğini ve kahve rengi eteğini alıp üstüne geçiriverdin. Kapağı örterken aynada göz gözeydin kocanla. Kravatı elinde, sevgisiz baktı sana; varlığından rahatsız olmuş bir yabancı gibi.Bu bakışın hesabını soracak gücün yoktu. Umursamadın. Saçlarını at kuyruğu topladın, altın halka küpelerini taktın. Kirpiklerine rimel, dudaklarına karamel ruj sürdün.Sırtını dikleştirip kokunu sıktın.
Sokağa park etmiş arabalar arasından arka camında “Arabada bebek var” etiketli olana yürüdün. Arabaya bindiğinde arka koltuğa gözün kaydı alışkanlıkla.Bakışlarını tırnaklarına çevirdin. Bakımsızdılar.Direksiyon başına geçen kocan, iç sıkıntısını dudak uçlarında asılı bırakmıştı. Nefes alışı düzensiz, gözleri sabit bir noktada, elleri kasılmış. Yanında var mıydın, yok muydun, habersiz gibiydi. “Kapıyı kilitledin mi?” diye sordun,irkildi.Cevap vermedi.
Mahkemeye bir saat kalmıştı. İzmir trafiği rahat görünüyordu.Araçlar size yol vermeye çabalar gibiydi.Sürücülerin kibarlığına ve hoşgörüsüne hayretle bakarken, kocanın bodoslama üstlerine sürdüğünü fark ettin. Yirmi dakika sonra oradaydınız.
Yol boyunca arabanın camından öylesine izledin, caddelerde yürüyenleri,trafik ışıklarında bekleyenleri, karşıdan karşıya geçenleri. Nedense hep gençleri seçiyordu gözlerin.Üniversite yıllarını hatırlamak hoşuna gidiyordu. Peşinden hiç ayrılmayan Cengiz geldi aklına. O zamanlar sana hayranlığını, aşkını pek de umursamıyordun. Gülüp geçiyordun. Sınıf arkadaşındı, başka türlüsünü düşünemiyordun amacının sıkıldığında, moralin bozuk olduğunda yüz verip yakınlık gösteriyordun. Ümitleniyordu.Keyfin yerine gelince,derslerini, sınavlarını bahane edip uzaklaşıyordun ondan. “Senin için her şeyi yaparım,” demişti.Bu sözlerin içini bir türlü dolduramamıştın. Gururunu okşamıştı ama denemeye değer bulmamıştın. Kendisi de ailesi de kriterlerine uygun değildi.Son sınıfta kocanla nişanlandığınızı duyduğunda belli ki senden ümidini kesmiş, bir daha yanına yaklaşmamıştı.Son günlerde beynini kurcalıyordu: “Cengiz’le evlenseydin,yine böyle bir acıyı yaşar mıydın?”
Davaya bakan hâkime olayı anlatırken salon sessizdi. Yanında avukatın ve kocan dışında aileden, arkadaşlarından kimseyi istememiştin. Acıklı konuşmalar, feryat figan, teselli cümleleri gücünü tüketiyordu.Mübaşirin uyarmasıyla sesini yükselttin. “12 Temmuz’da, öğlene doğru Çeşme’deki bu otele giriş yaptık. Sıcaktan bunalmıştık. Yemekten önce otelin havuzuna gitmek için hazırlandık.” Beş yaşındaki oğlun odanın içinde çırılçıplak koşturuyordu. Elinde mavi balık desenli mayosuyla peşindeydin. Yakalayıp öptün yanağından, evlat kokusu çektin içine. Sakinleşti birden. Giydirdin. Sen de giyindin mayonu. Kocan önden inmişti havuz kenarına. Giderken gıcık olduğun parmak arası terliklerini takmıştı ayağına. Ortopediste yakışmayan çarpık bacaklarıyla komik görünüyordu. Plaj çantana koyduğun güneş kremi, havlular, oğlunun kollukları ve küçük bir şişe suyla odadan ayrıldınız.
“Bahçeden havuza giden taş döşeli yolda kocamla karşılaştık. Önden gitmişti, odada unuttuğu güneş gözlüğünü almak için geri dönüyordu. Yanında benim de tanıdığım bir arkadaşı vardı.Onunla selamlaştık, biraz sohbet ettik. Kocam yanımızdan ayrıldığında oğlum elimden tutuyordu.” O kadın. Ortopedinin sekreteri. Bu kadar kötü tesadüf olurdu. Belki de tesadüf değildi, öğrenmişti oraya geleceğinizi. Hemen kocanın yanında bitmişti yine. Bekârdı. İşi gücü herkesin her şeyiyle ilgilenmek, takip etmekti. Bu kadar meraklısını görmemiştin. Bütün haberler ondaydı. İticiydi.Ne kadar değiştiğini söylemişti sana, fazla kilolarından tanımakta zorlandığını, hatta eski saç renginin daha çok yakıştığını. “Kocam böyle seviyor canım,” demiştin sinirlendiğini saklamadan. Hızını alamayıp onun dasarkık kol altlarının göze battığını, bol bol yüzmesi gerektiğini söylemiştin. Tatsız sohbet kısa sürmüştü.
“Havuzdan gürültüler, müzik sesleri geliyordu. Bahçenin havuza bakan ağaçlıklı, gölgeli kısmında boş iki şezlong bulup havluları serdim. Otururken oğlum yanımda yoktu. Seslendim, etrafa bakındım, bulamadım. Havuzun içi kalabalıktı. Düşse gören olurdu diye düşünüp biraz bekledim.” Odaya çıkan kocanın geri gelmesi beklediğinden uzun sürmüştü. Sekreter kadın da yoktu ortalıkta. Sinirin bozulmuştu.Yarı olimpik, bir tarafı daha sığ havuzun etrafında dört dönmeye başladın. Gittikçe telaşlandın. Duş alan, şezlonglarda güneşlenen, kremlenen, şemsiyelerin altında kurulanan, kara gözlükleriyle havuzu seyreden kim varsa rahatını kaçırmaktan çekinmeyip oğlunu sordun. Havuz kenarındaki küçüklü büyüklü terliklere baktın. Müziğin ritmine uyan neşeli adımları endişeyle seyrettin.Bazı şemsiyelerde asılı mavi, kırmızı, yeşil pare olan rüzgârla havalanırken dikkatin dağıldı. Müzik sesi kulaklarını tırmaladı.Sehpalarda dolup boşalan bardaklar, kül tablaları, havuzdan dışarı yuvarlanan top başını döndürdü. Havuzda boy veren, birbirine su sıçratan, kulaç atan, köpekleme yüzenler başka bir dünyaya dalmış gibiydi. Suyun vücutlarını sarıp sarmaladığı, küçük dokunuşlarla sevgisini gösterdiği, güneş ışıklarıyla oyunlar oynadığı, ılık, teslimiyetçi bir dünyaya. Kalabalık arttıkça paylaşması güçleşen, sakinleştiğinde rahatlık ve huzur veren bir dünyaya. Onların arasında bir çocuk parmağı fark ettin, suyun üstünde yaprak gibi sallanıyordu. Hemen atladın havuza. Gözünü ilk açtığında, yerdeki kırmızı lale desenli fayansları gördün.Hayranlık verici bir güzellikteydi.Anlık sevinçle oyalandığın için kızdın kendine.Sonra oğlunun ince bacakları, morarmış dudakları ve uçuşan saçları.Kollarını sarıp hemen yukarı çektin onu. Çığlık çığlığa haykırışın suya battı, çıktı. Ağzından burnundan giren suyu hınçla püskürttün. Havuz kenarına yatırdın onu, herkes başınıza üşüştü. Kalabalığı yaran kocan da geldi yanınıza. Ne yaptıysanız olmadı. Çırpınmadı bile. Kaskatı kesilmiş vücudunu göğsüne dayadın öylece, kimseye dokundurmadın. Memelerinin ucu kabardı, süt kanalların sızladı. Sütün boşa akmış da, bir yavruna derman olamamış gibi isyan ettin.
“Onu görüp havuza atladığımda çok geçti Hâkim Bey. (Yanaklarından süzülen yaşlar gömleğinin yakasını ıslattı. Yutkundun, sesin titredi.) Hiçbir önlem alınmamıştı. Havuz görevlisi yoktu. Benim acımı dindirmeyecek ama yalvarırım otel yönetimine gereken cezayı verin. Bir daha kimsenin başına gelmesin.” Oturduğun yere boş bir çuval gibi çökerken kocanın kızgın ve suçlayıcı bakışlarını kaçırdığını gördün.İki hafta önce de yakalamıştın bu bakışları. Arkadaşlarıyla beraber eve taziyeye gelen ortopedi sekreterini, o uğursuz kadını kovduğun zaman.Mahkeme şahitlerin dinlenmesi için iki ay sonraya ertelendi.
Adalet sarayından çıkar çıkmaz sessize aldığı telefonuna gömülen kocan, önce seni biyolog olarak çalıştığın laboratuvara bıraktı, sonra hastanedeki işine döndü.Akşama kadar, boş kaldıkça,tekrar tekrar internette, televizyonlarda hakkınızda çıkmış haberleri izledin. Arayan soran arkadaşların içinde üniversiteli aşığın Cengiz’in neden olmadığını düşündün. Eski günlerin hatırına. Haberi mi olmadı, yoksa umursamadı mı? Sosyal medyada gezindin. Başka yaşamları seyrettin. Gülen yüzler, iştahlı dudaklar, özlü sözler, komik videolar, alaylar, küfürler, politik haberler, reklamlar havuzuna bıraktın kendini. Nefes alamadığını hissettin. Boğulmak üzereyken işten çıkıp bir durak aşağı yürüdün. Bundan sonra ne olacaktı? Yanılsamalarla dolu hayat, güzellikleri gösterirken sakladığı büyük acıları itiraf edecek miydi?
Akşam eve geldiğinde kocan alelacele haşladığın peynirli makarnaya elini bile sürmedi. Yatak odasına gidip kendisine bavul hazırlamaya başladı. Hiçbir şey sormadın. Oğlunun odasına geçtin. Eşyalara el sürülmemişti. Her şey olduğu gibiydi. Araba şeklinde yatağı, Beşiktaş logolu siyah beyaz halısı, aynı takım komodini, gardırobu. Önünde sandalyesiyle duvara dayalı küçük masasının üstünde pastel boyalar, kağıtlar, renkli hamurlar, masal kitapları vardı. Duvarda güneş sistemi posteri, tavanda yıldızlar. Oyuncak sepetinin içindeki spor arabalardan iki tanesi çıkarılıp yerde bırakılmıştı.Gitmeden önce son defa oynamak istemişti herhalde. Yatak çarşafının üstünde kalmış yumuşak, siyah beyaz topunu eline aldın.Yatağına kıvrılıp yastığına koydun başını. Kokusu bitmesin diye yavaşça kokladın yastığını. Kıkırdayan sesi geldi kulağına. Yastık kılıfının içine zorlanarak soktun başını. Nefesin tıkandı. Kırmızı laleleri düşündün. Havuzda oğlunun elini tutup birlikte su yüzüne çıktığınızı düşlediğin derin bir uykuya geçtin.
Hastanede gözünü açtığında kocan yanındaydı. Endişeyle yüzüne bakıyordu. “Ortopedi kongresine katılmak için Antalya’ya gidecektim. Sana söylemekte geciktim. Özür dilerim.” Gözlerinde oğlunun gözlerini gördün. Kulak kıvrımlarının da aynı olduğunu o anda fark ettin. Elini tutan parmaklarını sıktın. “Affettim” demekti. Konuşmaya çalıştın, sesin çıkmadı. “Ben,” diyebildin. Anladı seni. “Evimize gidelim, konuşuruz” dedi. Eve döner dönmez dağınık yatağına attın kendini. Öyle yorgundun ki hemen uykuya daldın. Ukulele melodili uyandırma alarmını bile kurmayı unuttun.
Tijen Ergönen kimdir?
1965 yılında Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesi Fizyoterapi mezunu. Bir devlet hastanesinden emekli. Değerli yazarlarla öykü atölyelerine katıldı. Öyküleri, 2016 İbni Sina Öyküleri kitabında, Oggito.com’da, edebiyathaber.net’de yayınlandı.
edebiyathaber.net (1 Ekim 2019)