Şair ve Aşk
Ilık bir yaz akşamı, genç bir erkekle genç bir kız ağaçların arasında yürüyorlardı. Erkek şairdi ve yazdığı şiirlerle genç kızı etkilemeye çalışıyor, ateşli oklar yollayarak kalbine demir atmak istiyordu. Ama genç şair konuşurken kız sürekli araya giriyordu: “Ay bu gece ne kadar da güzel… Yıldızlar sanki göz kırpıyor… Yaprakların hışırtısını duyuyor musun?.. Çiçekler ne güzel kokuyor…” Yumuşak huylu şair sonunda dayanamadı ve hayatında ilk kez –hem de bir hanımefendiye- bağırdı: “Ben de zaten bunlardan söz ediyorum!!!”
Keşke
Bu Leyla’nın ilk annelik deneyimiydi. Doktorun usulca kucağına verdiği; minicik bedeni, henüz açamadığı gözleri ve ilkbahar kokusuyla sanki cennetten bir armağandı, kışın ortasında açan güneşti. Leyla’nın mutluluğu görülmeye değerdi, hiçbir şeyle kıyaslanamazdı. O kadar mutluydu ki, bir yerlerde bir aşık aşkına karşılık bulsa onun kadar mutlu olamazdı.
Kocası hep bir kızları olsun istemişti. Kızlar, ona göre meleklerin yeryüzündeki suretiydi. Sana benzesin, derdi hep karısına, aşkımıza benzesin. Dokuz ay önce söylediği sözler hala aklındaydı: “Bizimkisi bir aşk evliliği” demişti ve sonra eklemişti: “ve her aşkın bir kanıta ihtiyacı vardır!” Leyla kocasının bu sözlerini düşünürken ıslanmış gözleriyle kucağındaki bebeğine baktı ve şöyle dedi: “Keşke baban da yanımızda olsaydı!”
Pencere
Bazen karlı bir kış gününde evinin penceresine küçücük burnunu dayamış dışarıyı seyreden bir çocuk geliyor gözlerimin önüne.
Ne düşünüyor acaba? Oraya yeni mi taşındılar? Yoksa babasını mı kaybetti? Sokaktaki çocukları mı seyrediyor? O da onlarla oynamak mı istiyor?
“Anne, dışarı çıkabilir miyim?” diyor.
“Hayır” diyor annesi. “Onları tanımıyorsun bile!”
“Ama tanışırım anne. Bak, dışarıda çok güzel kar yağıyor.”
“Hasta olacaksın yine, bir de seninle uğraşamam. Zaten sorunlarımız bitmiyor.”
“Tamam, anne.” diyor.
Ve tekrar penceresine dönüyor, buğulu pencereye küçücük parmaklarıyla bir dünya çiziyor.
edebiyathaber.net (21 Ocak 2021)