Orijinal ismiyle “The Gift Of The Magi” olan O Henry’nin öykü tekniklerini harikulade üslubuyla ve kurgusuyla gözler önüne serdiği öyküsü, Türkçeye “Müneccimlerin Hediyesi” adıyla çevirilmiş.
Della(Bayan Young) ve Jim (Bay James Dillingham Young) evli ve birbirlerine aşık iki karaktertir. Öykü, birbirlerini çok seven ve birbirlerine çok düşkün olan bu çiftin bir Noel günü birbirlerine hediye alabilmek için sahip oldukları en ve tek değerli varlıklarını satmalarını anlatıyor. Maddi durumlarının iyi olmadığı, evlerinin –daha doğrusu tek odalarının- kirasını bile güçlükle ödeyebildikleri hikâye ediliyor öncelikle… Ancak bu imkânsızlıklar onları birbirlerine Noel hediyesi almaları gerektirdiği fikrinden ve bu fikir için çıkılacak yollarından alıkoyamıyor.
O.Henry öykü kişilerini ait oldukları kültürde Noel’e verilen önemi yadsıyamayarak bir sınavdan geçmeye sevk ediyor içten içe. Kişilerimizden Della kocası Jim’e baba yadigârı saati için bir zincir almaya karar veriyor. Jim ise aşık olduğu karısının o altın renkli uzun saçları için bir tarak seti almayı kafasına koyuyor. Ancak öykü kişilerimizin özveri ve fedakârlık sınavlarının başlama zili tam da burada çalıyor.
Della, Jim’e bu hediyeyi alabilmek için verebileceği en değerli varlığından saçlarından vazgeçmeyi göze alıyor, Jim ise Della’nın hediyesi için babasından kalan manevi değeri yüksek saatinden… Della, sevdiği adam için dilemmatik bir kararla onun tarafından beğenilmeme ihtimalini riskini! göze alarak –belki de onun için ondan geçerek- güzelliğinden ödün veriyor. Jim ise sevdiği kadın için manevi hatırasını gözden çıkararak bu açmazı derinleştiriyor. Bu manevi hatıranın bir vazo, bir tablo vb. obje değil de saat oluşu ayrıca okurlarda “şu an” ki sevgi için “geçmiş zaman”ı feda etmesi de O.Henry’nin metaforunu güçlendiriyor. Ancak öykünün sonunda bu sarmaldan çıkamayıp aldıkları hediyelerin kullanılamaz olduğunu acıyla görüyorlar.
Bu özel günlerde evrenselleşmiş hediye alış verişinin kökleri nerelere dayanıyor, bir bakalım:
- Henry bu öyküsünde İncil’de geçen bir öyküye gönderme yapıyor. İncil’e göre Hazreti İsa doğduğunda, Mecusiler O’nu görmeye giderler. Bu öykü İncil’de “Müneccim Krallar’ın Tapınması” olarak geçiyor. Rivayet olunur ki Mecusiler son derece bilge kişilerdir, bebek İsa’ya ziyaretlerinde hediyeler vermişlerdir. Yılbaşında hediye alıp vermek de işte bu geleneğe dayanır.
Öykü, tanrısal anlatıcı tarafından anlatılmakta. Tarafsızlıkla, karakterlerin duygu ve düşüncelerini bilerek ama yorum katılmadan anlatılıyor hikâye.
Öykü kişilerinin birbirlerine duydukları sevgi aslolan en belirgin özellikleri, yoksulluğun sevginin önüne geçemeyeceği hatta hiçbir engelin sevgilerinin önüne geçemeyeceği gerçeği…
Öyküde tek bir figüran kişi var; Madam Sofronie, saç levazımcısı. Della saçlarını 20 dolar karşılığında bu hanımefendiye satıyor.
Evlerinin fiziksel koşullarının betimi ile parasal yoksunlukla mücadeleleri, günlük hayatlarını idame edebilmek için takınılan tavırlar, alınan önlemler öyküye yansıyan detaylar.
Öyküde yer alan diyaloglar, kişiler arası ilişki ve iletişim boyutunu gözler önüne sermek ve duygu yoğunluğunu ortaya çıkarmak için kullanılmış.
Çaresizlik, umut, uğraşı, başarı, fedakârlık, çaba, başarı, kayıp, ağlama, konuşamama, iç muhasebeler, tepkiler, tepkisizlikler O.Henry’nin kaleminden adeta tek tek damlıyor. Ağlayan Della’nın tuzlu gözyaşı tanesi ağzınızda kekremsi bir tat bırakıp boğazınızdan aşağıya kayıveriyor. Jim’in koltuğa yıkılırcasına çöküşünde nefesinizin sırtınıza inen ağırlığını ve düğümlenişini hissediyorsunuz.
Yazar O. Henry, asıl adı “William Sydney Porter” olan bir Amerikalı yazar. Kendi öz hayat hikâyesi de benzer acıları ve çileleri barındırıyor. 1862’de Kuzey Carolina’da yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya geliyor. Eczacı kalfalığı, muhasebecilik, harita ressamlığı, kitap illüstratörlüğü gibi çok çeşitli işlerde çalışıyor. Evleniyor ve veznedar olarak girdiği bir bankada zimmetine para geçirdiği suçlamasıyla işine son veriliyor ve Honduras’a kaçıyor. Karısının ağır hasta olduğunu öğreniyor ve ölmeden onu bir kere olsun görebilmek için Amerika’ya geri dönüyor. Ancak yakalanarak tutuklanıyor ve hapse atılıyor. İşte bu büyük yazarın yazarlık serüveni tam da bu hapishanede başlıyor. Yazdığı öykülerdeki kişiler çoğunlukla oradaki diğer mahkûm arkadaşlarından esinlenerek oluşmuş. İhtimaldir ki öykülerinin etkileyiciliği bundandır.
- Henry, 1910 yılında New York’ta bir otel odasında boş içki şişelerinin arasında ölü bulunur. Karakterleriyle ortak kaderi paylaşarak hem de cebinde sadece birkaç bozuk parayla…
Öykülerinin karakteristik özelliği de sürpriz sonla bitmesidir. Ters köşe final sahneleri yazarın geleneğini önceden bilen okuru beklentiye sokarak ister istemez bir tahmine zorlar. Ancak her öykü O.Henry’nin yeni sürprizleri ve tahmin edilemez sonlarıyla nihayetlenir. Tıpkı böyle başarılı bir öykücü olan kendinin ölümü gibi…
Mehtap Çayırlı Oray – edebiyathaber.net (7 Aralık 2014)