Nereden çıktı bunlar sana bakacağız diye geldiler çöktüler evime. Onlar olmasa Savcı bakardı bana. Evlenmeme mani oldular. Yaşlıymışım. Evlenmenin yaşı mı olur. Yalnızlık Allah’a mahsus. Onlar kendi dünyalarında mutlu tabii, bende burada duvarlara bakayım. Hem zaten savcının kendi apartmanı vardı; üç katlı. Aldı çirkin, cahil Çeşminaz’ı hanım etti. Oysa ben olgunlaşma mezunuydum. Benim az mı etrafımda dönüp, torbalarımı taşıdı. Hanımefendiciğim siz yorulmayın, nazik ellerinizi zorlamayın derdi. Kapıya kadar getirir torbalarımı sonra pamuk gibi yumuşak dediği, manikürlü, ojeli elimi iki elinin arasına alıp öper giderdi. Bir gün bile içeri alıp bir kahve ikram etmedim laf- söz olur, çocuklarım üzülür diye. Sahildeki muhallebici de dest-i izdivacınıza talibim demişti. Çok mutlu olmuştum.Doktor bey çalışmama izin verseydi öğretmen olup kızları yetiştirecektim. Savcıya ben daha çok yakışırdım ama bunlar kısmetime mani oldular. Kim bildi kıymetimi; elli olmadan dul kalıp ömrümü çocuklarıma adadım da ne oldu. Ben biliyorum bunların derdini. Konak sadece onlara kalsın istiyorlar. Savcı da ortak olsun istemediler konağa. Öğlen olmuş. Ama kimse açmısın, bir ihtiyacın var mı diye sormuyor işte.
-Meserret, Meserret!
Kimse duymaz tabii. Sabahlara kadar sevişince şimdi de uyursunuz. Oğlumu çok yoruyor bu azgın karı. Bari güzel olsa, kara kuru bir şey. Ben demiştim zati alma bunu diye ama dinleyen kim. Ben ona Şaheser’in sırma saçlı, mavi gözlü kızını alacaktım da bu açıkgöz kaptı oğlumu. Tabii gördü konaklarda oturduğunu oğlumun. İki gözlü konserve kutusu gibi evden sonra kaçırır mıydı benim saf oğlumu? Akşam bir posta, sabah bir posta. Duyuyorum ben sesleri, sağır değilim ya. Şimdi ıslak saçlarıyla banyodan çıkıp gelir.
Keşke kızımı Almanya’ya gelin vermeseydim, o bana gelinden daha iyi bakardı. Sana bakıyoruz diye çıkıp geldiler. Evimi zapt ettiler. Konağın en kötü odasını da bana verdiler. Doktordan önce beni isteyen mefruşatçı Salih çok yakışıklıydı, kızıla çalan bıyıklarının ucunu nasılda burardı yukarı doğru, al dudaklarının üstüne ters konmuş kefesiz zerzevatçı terazisi gibi, sevmiştik biz birbirimizi ama annem illa doktor olacak, hayatın kurtulacak dediydi. Benim gibi işçi maaşı gözleyip, çocuklarını yedirip kendin aç kalmazsın hiç değilse. Ne zorluklarla okuttuk seni bari kocanın iyisi senin olsun da belki bize de bir faydan dokunur demişti. Allah’ı var şimdi Doktor bey bana da çocuklarıma da çok iyi baktı. Bir elimiz yağda bir elimiz baldaydı. Şimdi iki ağaç ve komşunun duvarından başka manzaram yok. Onlar denize baksın, ben duvarlara. Allah’tan martılar ara ara geliyor da, bana deniz havası getiriyorlar. Kız da aynı anasına benziyor. Hiç bize benzemiyor. Bal gibi de oğlumu kandırdı bu kadın. Evlendikten yedi ay sonra doğurdu da, erken doğum deyiverdiler. Babası başkasıdır belki de. Gördüm ben de sesimi çıkarmadım. Topaç gibiydi çocuk.Doktorun çalışma odasını da verdiğimiz sarı oğlanı da biz evlatlık almıştık. Aynı Salih’e benziyor. Bu kadın erkek doğuramayınca da ona vermiştik. Doktor beyin arabasını da ona vermiştim zati. Erdek’teki yazlığı bunlara, Osmanbey’deki daireyi de kızıma vermiştim. Konağıma kimse dokunmasın ben ölene kadar oturacağım demiştim de, kabul etmişlerdi. Şimdi niye geldiler? Çok gürültülü oldu burası. Giren çıkan belli değil. Benim kafam kaldırmaz ki. Bunlar olmasa iki komşum gelir laflardık. Bunlar geleli beri kabul günü yapamaz oldum. Profesörün hanımı, kaymakamın hanımı, paşanın hanımı her hafta mutlaka gelirlerdi bana. Çayın yanında acıbadem kurabiyeleri yerdik. Yazında hanımeli kokulu kameriyede ağırlardım onları rokoko ve buzlu limonatayla.Belki başka kısmetlerim de çıkardı.Evdeki delikanlıda ne kadar yakışıklı. Kesin beni beğenir o. Zaten bana çok güzel bakıyor. Savcı bey gibi. O kadının kızı alır onu elimden. Şikayet etsem ya ben bunları polise. Bu kadın zaten benim takılarımın peşinde. Geçen gün tutturdu beni yıkarken zümrüt küpeleri ve yüzüğü çıkarayım diye de, zor mani oldum. Tablonun arkasındaki gizli kasamı bilsealtınlarımı, elmaslarımı, pırlantalarımı, safirlerimi hemen alır satar o paragöz kadın. Doktor beyle benden başkası bilmez o kasayı. Boyacılara da el sürdürmedik hiç. Üstünü kapadık örtüyle siz hiç dokunmayın değerli tablolara dedik. Ben uyurken dolaplarımı karıştırıyor, o bakıcı kadın gibi. Ben istemiyorum bakıcı diyorum, dinletemiyorum lafımı. Onu da tembihlemiş herhalde. Sanki ben ne aradıklarını bilmiyorum. Gözümü bile açmıyorum bildiğimi bilmesiler diye. Niye beni o yakışıklıyla yalnız bırakmıyorlar ki.Kalkıp giyinsem, dolaptaki kolları volanlı, sırma işli,narçiçeği tuvaletimi.Memelerim küçüldü biraz ama olsun, biraz pamuk koyarım sütyenimin içine. Her sabah uğruyor zaten, kafasını uzatıp kapıdan ‘’naber güzellik’’ deyip gidiyor. Gelse, otursa yanıma biraz, saçlarımda dolaştırsa o uzun ince parmaklarını. Biraz da makyaj yapmam lazım. Bıyıkları yok ama yine de çok yakışıklı. Ben ona her şeyi veririm zaten; konağı,mücevherlerimi. Paris’e bile gideriz onunla, doktor bey götürememişti ama kısmet onaymış demek ki. Hakkını yemiyim şimdi bir kere ailecek trenle Viyana’ya götürmüştü bizi. Mozart, Strauss eserleri dinlemiştik opera salonlarında. Ay şimdi o Rus piyano hocasını hatırladım. Sarı çıyan. Buz mavisi gözleriyle yılan gibi bakardı.Çocuklardan çok doktor beydeydi gözü. Neyse sonra ders saatlerini öğleden sonraya aldım da, kurtardım evliliğimi. Ne çok istemiştim o moda dergilerindeki elbiseleri Paris’ten almayı. Hep dikmiştim ben kızıma, oğluma, kocama, kendime… Ama balolarda giydiğim tuvaletleri görenlerin hep ağzı açık kalmaz mıydı zaten. O subaylar, o mühendisler hatta kaymakam bile bana hayran hayran bakmaz mıydı? Doktor bey de ne gururlanırdı; iki çocuk doğurmuş karısının ince beli,selvi boyu, ipek teniyle.GraceKelly’e benzetirlerdi beni. Üçüncü çocuğu aldırmayacaktım doktor beye uyup. Hem bir kızım daha olurdu benim gibi güzel. Ona da güzel elbiseler dikerdim. Büyük kızım, halasına benzedi. Pek güzel değildi ama doktorun kızı diye taliplisi çoktu. Mercedes’te iş bulan o makine mühendisini istedi; biz de verdik, gittiler Almanya’ya. Doktor bey gitti, gördü evlerini, aynı Viyana gibi oraları dedi. Ben oğlanın okulu yüzünden gidemedim. Kızıma akademideki arkadaşları senin giysilerin Paris’ten mi geliyor dememişler miydi? Öyle güzel dikerdim ben. Şimdi de dikerim. Dikiş makinemi nereye kaldırdı bu kadın? Ona bir şey dikmedim diye bana hep laf çarpıyor ya, bir yerlere gizlemiştir Singer makinemi. Ama önce kumaşları almalıyım. Hem de Paris’ten.
Hazırlanmam lazım şimdi, o yakışıklı birazdan kapıdan başını uzatıp uçak biletlerini gösterir bana. Doktor beyin üstü açık arabasıyla da havaalanına götürür beni.
-Meserret kalk çabuk! Valizime yardım et. Biz Paris’e gidiyoruz.
Sultan Deliklitaş kimdir?
1961 yılında İstanbul’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti İş Bankası’nda çalıştı. Emekli olduktan sonra yazmayla ilgili kurs ve atölyelere katıldı. Yazıları Kiltablet, Oggito, Mevzu edebiyat ve Berfin Bahar dergisinde yayımlandı.
edebiyathaber.net (18 Nisan 2019)