“İşte yine başlıyoruz” dedi kendi kendine söylenirken. Koşu ayakkabılarını bir çırpıda giymişti. “Geçerken yenisini bakkaldan alırım” dediği dünden kalmış içinde bir yudumluk suyu kalan pet şişesini çöpe attı. Çantasına baktı. İçinde sadece havlusu vardı. Mutfağa yöneldi. Nihan evin içinde ayakkabı ile dolaşılmasına karşıydı. Çocuklar bazen “Anne bir şey alıp çıkacağız” dediklerinde saçları diken diken olurdu. Şimdi kendi yapıyordu bunu. Ayakkabılarıyla basa basa halının üzerinden geçerken mutfak masasında tabakta duran yeşil elmayı kapıp çantasına attı.
Yatak odasına doğru kaydı gözleri. Karanlıktı. Eşi uyanmıştı, telefonun aydınlattığı gözlerini gördü. “Geç kalma” dedi arkasından. Nihan cevap vermedi. Çantasını sırtına alıp kapıdan rüzgar gibi çıktı. Merdivenleri ikişer ikişer indi. Ne zamandır asansörü kullanıyordu. Hafta içi işe giderken giydiği topuklu ayakkabılarının rahatsızlığından yakındı. “Bundan sonra işe giderken sadece spor ayakkabılarımı giyeceğim” dedi.
Nihan; bazen eşiyle, daha çok tek başına çıktığı evin iki kilometre uzağındaki çınar ve çam ağaçlarının bulunduğu ormana yol aldı. Kendince kafa dağıtmak için koşanlardandı. Kırk yaşına gelmiş, iki erkek çocuğa sahip olmasına rağmen görenlerin yirmisekiz, yirmidokuz diye tahminde bulunduğu gösterişli ve güzel kadınlardandı. Ahhh birde kendine sorsalardı. Ne zamandır tırnaklarına oje bile sürmüyordu. Saç diplerindeki beyazlar belirgindi. Gözlerine siyah kalem, dudağına pembe ruju sürer, alelacele evden çıkardı. Ellerine baktı. Kırık birkaç tırnağının yamuk görüntüsünden rahatsız oldu. Eve dönmeden kuaföre uğrar, saçını boyatır, manikürü yaptırırım diye geçirdi aklından.
Ormana girdi. Hava biraz rüzgarlıydı. Sonbahar kendi renklerine çoktan bürünmüştü. Dün gece yağmur yağmış, yerler ıslaktı. At kuyruğu yaptığı saçlarından çıkan kakülleri bir oraya bir buraya hoyratça savruluyordu. Canı sıkkındı aslında. Bazı kararlar vermesi gerektiğini biliyordu. Yolunda gitmeyen, yapmak isteyipte yapamadıkları, kafasına takılan binbir çeşit sorular vardı. Eşiyle yine tartışmışlardı. Eşi mi? Arkadaşı mı? Annesi mi? Hasta olduklarında çocuktan beter oluşları. Sızlanmaları, küçücük sorunları dağ gibi büyütmeleri… Saydıkça neler çıkar altından kendisi bile kestiremiyordu. Ailecek gidilen ev ziyaretlerinde bile kocasına sorulan “Çayına kaç şeker alırsın” sorularına ondan önce cevap verir “İki şeker kafi canım” derdi. Hakan’ı bu duruma kendi getirmişti. İçten içe kızıyordu kendine.
Saatine baktı. Sabahın sekiz buçuğuydu. Rüzgar kesilmiş, yürüyenlerin ve koşanların sayısı artmıştı. Ağaçlardan sesleri yankılanan kargalar sabah dedikodularına çoktan başlamıştı. Parkın yanından geçiyordu. Biraz soluklanmak istedi. Sonuçta Usain Bold değildi. Saatte 37.30 km koşan birinin hırsı yoktu onda.
Koşmayı bırakıp yürümeye başladı. Sırt çantasından suyu çıkardı. İki yudum alıp devam etti. Yavaşladığından sabah serinliğini duyumsamaya başladı. Adımlarını biraz daha sıklaştırdı. Yürüdü yürüdü… Gözüne yüzüğü takıldı. Bunca yıl hiç çıkarmamıştı parmağından. Çevirdi durdu…
“Sıkıldım artık” dedi. Dayanılmaz bir hal almıştı yaşadıkları, omuzlarında taşıyamıyordu bunca sorumluluğu. Hafta içi iş çıkışı koştura koştura markete gider, eve gelip yemeği hazırlar, çocukların dersleriyle ilgilenir, geçen yıl ev için çektikleri kredi borcunu her ay bankaya kendi yatırırdı. Hakan’ın herşeyi gözüne batmaya başlamıştı. Saçlarını aynı yöne tarayışı, on yıldır değiştirmediği parfümünü, salondaki tekli koltuğa bacaklarını uzatarak oturuşu… Suyunu bile kendi alamaz, çocuklardan isterdi. Ayda bir sinemaya gittikleri rutinleri… Sahi en son hangi filme gitmişlerdi? Ne zaman başbaşa yemeğe çıkmışlardı? Hatırlayamadı. İş, ev, çocuk üçgeni içinde dönüp duruyordu. Beyninde gezinen düşünceler canını daha da sıktı. Çantasından tekrar suyunu çıkardı. İki yudum daha aldı. Ağaçların arasından görünen mavi gökyüzüne baktı. Eve gittiğinde Hakan’la konuşacaktı. İlk işi buydu. Aralarında dünyalar kadar fark vardı. Salonda tekli koltuğa oturup, televizyon karşısında uyuklayan adama artık katlanamıyordu.
Dış kapının önüne geldi. Şifreyi girdi. Her şey şifreliydi zaten. Telefonu açılırken, maillerine bakarken, banka kartları, yemek kartları… Merdivenleri kullandı yine. Teker teker, hızlı hızlı çıktı. İşte… Daire:17. Derin bir nefes aldı. Kilidi çevirdi. Kapı açıldı. Nefesini tutuyordu adeta. Etrafı saran kara bir sessizlik evde hakimdi. Çocuklara seslendi. Sesleri çıkmadı. Odalarına gitti. Kapıyı yavaş yavaş açtı. Uyuyorlardı. Derin bir nefes daha aldı. Yatak odasına yöneldi. Lambayı açar açmaz etraf bembeyaz ışıkla aydınlandı. Eşi evde yoktu. Büyük bavulu yatağın üzerine attı. Dolabında ne var ne yok çoktan doldurmaya başlamıştı.
Hilal Aras kimdir?
1982 Babaeski doğumlu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi mezunu. 10 yıllık özel çalışma döneminden sonra edebiyata okuma ve yazmaya gönül verenlerden. 14 yaşında resimle ilgilenen bir kızı var. Şiir ve öyküleri çeşitli internet sitelerinde yayımlanmakta.
edebiyathaber.net (14 Ocak 2020)