Öykü: Küçük dertler | Davut Elçi

Nisan 1, 2023

Öykü: Küçük dertler | Davut Elçi

Küçüklüğümden beri, okulda, ailede, mahallede, kalabalıkların ortasında yer almama rağmen onlardan biri olamadım. Bir parçası olmadım hiçbir şeyin. Büyüdükçe uzaklaşmıyordum insanlardan aslında. Yaşım ilerledikçe farkına vardım ki hep uzak yaşıyormuşum onlardan. İçinde ama dahil değil. Onların adetlerine, kurallarına, ideolojilerine, dini görüşlerine hem çok yakındım hem çok uzak. Her ideoloji beni içine çekebilirdi gençlik dönemimde, her dinin mensubu olabilirdim yine o yıllarda. Kendi arkadaşını yiyen bir yamyam olmam da mümkündü, vegan olmam da. Kimin neyi nasıl tanımladığı çok da önemli değil zaten. İsteyen istediğine inansın, isteyen istediğine tapınsın, isteyen istediğini yesin. Ben kendi varoluşumla ilgileniyorum artık, kendi sonumla ya da sonluluğumla. 

Kimseye bir zararım yok. Etliye sütlüye karışmıyorum. Kim ne anlatsa dinliyorum. Şaşırmamı bekliyorlarsa şaşırıyorum, gülmemi bekliyorlarsa gülüyorum. Ne hayır diyebiliyorum, ne küsebiliyorum kimseye. Küskünlüğüm bile tavşan-dağ fenomeninden hallice. Geçenlerde iş yerinde, küstüm diye bir süredir yüz çevirdiğim adam, beni depresyonda sanıyormuş. Bir gün yanıma geldi, halimi hatırımı sordu. Senin bir derdin var dedi, ses etmedim. Paraya mı sıkıştın dedi, yok dedim. Gömleğimin cebine gizlice yüz lira sıkıştırmaya çalıştı, itiraz ettim.  Abin sayılırım, bir sıkıntın olursa hallederiz dedi ve gitti, teşekkür ettim. Şimdi ne zaman içeri girse ayağa kalkıyorum. Adam, küskünlüğümü yüz lirayla mahcubiyete çevirmeyi başardı.

Beni ara ara yoklayan “o kalabalıklara” yanaşma, “onlara” görünme, bazen “onlara” benzeme isteği ve hali de olmasa kendi “deliğimde” iyiyim aslında ama o “istek ve hal” onlardan yakınlık ve ilgi beklememe neden oluyor. Bazen delikten kafamı uzatıp “bakın hala buradayım, kendim istediğim için o deliğe çekildim, yoksa siz beni itmediniz oraya” demek istediğim zaman da şunu fark ediyorum, düşüncelerimin hiçbir kıymeti yok onlar için. Hislerimin de öyle. Peki ya varlığımın? Giriş kapısına eşik yapıldığı ilk zamanlar herkes birkaç defa takılıp düşecek gibi olmuştu ama şimdi herkes onun varlığının farkında ve ona saygı gösteriliyor.  

Geçen gün yan masamdaki kadın(adını yazmayacağım çünkü o benim adımı işyerindeki dördüncü ayımda anca öğrendi, bu da ilk intikamım olsun!),

Şeyi duydun mu, dedi.

Ben diğer masadaki arkadaşa sesleniyordur diye soluma baktım, kimse yoktu. Bana söylüyormuş. Şaşırdım. Hoşuma da gitti ilk başta ne yalan söyleyeyim. Vardım, buradaydım, bana soru soruluyordu! Muhabbeti devam ettirecek sihirli sözcüğü söylememi bekliyordu. Söyledim.

Neyi?

Sonrası duvar tenisi! Ben duvardım, o da tenis oynuyordu. Evet, duvar da vuruyor topa ama vurmak istediği için değil, mecbur olduğu için. Herkes yemek molasına çıkınca bir ben kaldım elinin altında dedikodu için.  Anlattıkları hiç sarmadı beni ama yine de görevimi(duvarlık olan) iyi yaptım diye düşünüyorum.

Haberin yok mu?(olmadığını biliyor)

Sağa sola kafa salla.

Bak kimseye söyleme ha!(sanki kim dinleyecek de beni)

Onaylayan kafa sallayışı ve ona eşlik eden göz kırpışı.

Ben sezmiştim aslında.

(Şaşır.) – Yaa!

Tabi tabi, benden kaçar mı?

Dedikodusu gelmiş, o da ne yapsın, duvar muvar idare etti. Bilmem kim, kiminle görüşmeye başlamış iş yerinde. Anlatacağını anlattı, telefonuna geri döndü; ben de deliğime.

Yok, kim kiminle sevgili, yok bilmem hangi parti, yok ekonomik durum, yok savaşlar… Kendi deliğimde çok daha mühim konularla cebelleşiyorum. Mesele 3112 yılında dünya nasıl bir halde olacak?   Tam olarak nerede ve ne zaman öleceğim gibi konular.

Geçen bayram babamla birlikte dedemin mezarını ziyaret ettiğimizde babam:

Beni dedenizin yanına gömün, dedi. Dedemin mezarının olduğu civarda bir sürü boş yer vardı. Babamın mezarını şuraya kazsak, onun yanına da benimki kazılır büyük ihtimalle diye düşüncelere dalınca kendimi, sonsuza kadar kalacağım bu toprak parçasını eşelerken buldum. Hızlı bir ileri sarmayla belki 1 yıl, belki 10 yıl, belki 30 yıl sonra buraya yatay olarak geri dönecektim veee… Tüylerim ürperdi.

İşte tam da bu konulara çok fazla dalınca nefes almak için kafamı çıkarıyorum delikten. Küçük dertler arıyorum oyalanacak. Ahh! Tuttuğum bir takım olsa şampiyonluk yolunda. Bir duyarlılığım, bir ideolojim, bir kutsalım olsa. Benim kutsalım da ölüm mü acaba diye düşünüyorum bazen. Onu en tepeye koyunca geri kalan hiçbir şeyin bir önemi kalmıyor ki!

Milliyetçileri ne çok kıskanıyorum! Hayvan hakları savunucularını da. Hele radikal dinci grupları. Açlıkla mücadele edenleri, göçmenlerle ilgilenenleri. Ben de düşünüyorum tabii ki göçmenleri, çocukları ve açları ama benimki, ölüleri için yas tutan fillerin davranışı kadar içgüdüsel.

Boşuna arıyorum, biliyorum. Hiçbir dert tam oturmuyor üzerime.

Kendimi, şoför dahil bütün yolcuları uykuya dalmış bir otobüste gibi hissediyorum.  Otobüste sadece ben uyanığım. Son sürat, şarampole doğru ilerliyoruz. Herkes tatlı rüyalar görüyor, gerçeği sadece ben görüyorum ve bunu önleyecek gücüm yok. Bu kısa sürede ben de uykuya dalsam diyorum ama o şarampolü gördükten sonra tatlı rüyalar görmek mümkün değil. O otobüs devrilecek!!!

edebiyathaber.net (1 Nisan 2023)

Yorum yapın