Teyzem, enişteme temiz atlet ve don götürmeye gitti. Hem de özel olarak gidip ünlü bir markanın çamaşırlarından aldı, insan içinde giyinip soyunurken rahat etsin diye. Bu onun enişteme sevgisini gösterme yöntemiydi. Bunca yıldır yanlarındayım bir kez bile birbirlerini sevdiklerini söylediklerini duymadım. Söylemezler, gösterirler. Mesela balık yediğimiz akşam salatada domates yoksa teyzem, varsa eniştem yapmıştır. Çünkü eniştem balıkla domatesi sevmez ama teyzem sever. Bu onların birbirlerine ilanıaşk yöntemi gibi bir şeydir. Cilveleşmeleri de diğer çiftlere benzemez. Önce eniştem olmadık bir şey söyler ya da yapar teyzem servisi görür ve karşılar. Bu atışmalar hep gülerek eğlenerek yapılır ve muhakkak eniştemin uykuya ya da alkole teslimiyeti ile biter. Âlem adamdır eniştem. Âlem adamdı. Nereden nereye… Güya görgüsüz olacaktı. İki kadeh içti mi -aslında daha ilkinde- neşesi ışıltılı tespih taneleri gibi saçılıverirdi evin her köşesine. O zaman ne o teyzemin dırdırını duyardı ne de teyzem onun alkolünün kokusunu. Yine de yiğitliğine halel gelmesini istemezdi teyzem de güleceği zaman hep arkasını dönüp gülerdi. O gece de sırtında atleti, önünde kadehi kollarının her birini bir sandalyeye uzatmış otururken,
-Göreceksiniz bak nasıl değişeceğim. İnanamayacaksınız bana. İnanmıyorsunuz şimdi de ya! Hepsine göstereceğim nasıl adam olunurmuş, şekil şükül yapmak neymiş, diye yarı öfkeli yarı neşeli yüksek perdeden konuştukça konuşuyordu.
-Haydi canım haydi, dedi teyzem bir yandan eniştemin tef gibi gerilmiş göbeğine damlamış pancar suyunu peçeteye emdirmeye çalışırken. Arabanın ön tekeri nereye giderse arka tekeri oraya gider. Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de odur. A ha seni gördüğümde de köyde ayağında böyle bol dondan bozma bir pantolon vardı, şimdi de öyle. Sokağın ortasından akan suda kağıttan kayık yüzdürüp dururdun. Şimdi de anca kâğıttan yaparsın sen o şekli.
İnanmıyor bak görüyorsun, dedi eniştem bana dönüp. Ama inanacak, herkes inanacak. Önce şaşıracaksınız sonra dönüp bir daha bakacaksınız.
Bir yudum aldı kadehinden arkasına yaslanarak ve ağzını çok lezzetli, şekerli bir şey yemiş gibi şapırdatarak,
-Öyle bir inanacaksınız ki kırk yıldır öyleymişim sanacaksınız. Sonra kafamın arkasına şakadan bir fiske vurup
-Sen bilirsin ülen, en iyi telefondan alacağız bak bana. Bir de o havalı, koca kulaklıklardan. Sana da alırız, çekeriz marka ayakkabıları, eşofmanları doğru spora. Görgüsüzün kralı oluruz şerefsizim. O metroda görüyorum o kaygısızları ya onlar gibi. Ciksse ciks, janjansa janjan. Hepiniz göreceksiniz. O kapıdaki Sıtkı da görecek. Sen kimsin ülen her akşam bana hesap soruyorsun! Sen mi kaldın beni takip edecek! Baktı ki teyzem ona bakmıyor, ucuna peynir takılı çatalı geriye çevirip dürttü teyzemin poposunu. Bak ne diyor bak dün bana. Erken geldim ya iki saat, evveli gün mesaiye kaldım diye, “Oh, oh dinlenirsin artık, ne güzel. Bize yok ama dinlenmek Kemal Bey!” Görüyor musun densizi! O da görecek, ezeceğim onu da. Sen mi veriyorsun maaşımı elime! Her akşam bir sorgu sual. Yok erken geldin yok tatile girdin. Oh devlet memuru olmak varmış! Kapıcı değil ya muhtar ya patron. Bir yumrukluk canı var soyunu şey ettiğimin.
Koca bir yudumla fondip yapıp devam etti söylenmeye.
-Daha da tatil yapacağım, yayacağım mabadımı dakika başı markete göndereceğim onu.
Teyzem baktı olmayacak, bana göz kırparak bir yandan sessiz sessiz gülmeye bir yandan da ufak ufak sofrayı toplamaya başladı. Eniştem yarı sarhoş yarı uykulu söylenmeyi sürdürdü o toparlarken. Nasıl giyinecekmiş, nasıl kırıta kırıta yürüyecekmiş, pantolonlar daracık, ayaklarsa ayakkabı içinde çorapsız olacakmış, konuşurken ş’leri, j’leri dişlerinin arasında nasıl da dudağını uzata uzata çıkaracakmış, e dişler yapılı olacakmış zaten haliyle. Çok değilmiş hele bir şu ek gösterge yükselsinmiş hemen emekli olacakmış. Emekli ikramiyesiyle doğru estetik kliniğine gidecekmiş, dişini kuşunu yaptıracakmış. Teyzem onu o zaman görsünmüş. Kuş lafını duyar duymaz benden utanan teyzem,
-Haydi haydi, diye girdi söze birden. Pişmaniyeye dönmüş her yerin emekli olacakmış da bilmem neymiş, bırak artık boş lafı da git yat, dedi. Baktım enişte kuş lafı etmeyi sevdi, devam ediyor; teyzem daha fazla utanmasın diye kaçıverdim salona.
Eniştem yattıktan sonra biraz mahcup, biraz sitemkâr dönüp geldi salona teyzem,
-Ne yapsın garip, dedi acıyarak. O da biliyor, memleketteki tarlalardan senin benim payım gelmese, neye yetecek aldığımız. Dedenin vaktiyle aldığı bu ev olmasa buralarda nasıl otururduk? Ner’de bulurduk böyle kapıcılı apartmanı biz! Canı çok sıkılıyor, nazı bize anca.
Gözlerindeki ılıklık annemin gözlerindekiler gibiydi. İki kardeş pek de benzemezlerdi aslında. Bir böyle baktıklarında yalnız. Bir acıdıklarında, başkası adına utandıklarında. İşte o zaman içim burkulur gözlerimin çukurundan kılcal kolları olan ahtapotlar ya da örümcek ağları gibi bir şeyler dışarı doğru fırlamaya çalışırdı. Bilirdim benim de onlara benzediğimi, teyzemin bende annemi gördüğünü. Orta okuldayken anneme sarılır gibi sarılırdım böyle anlarda. Sanırdım ki o bilmez benim niyetimi, sanırdım ki o da hiç sahip olamadığı evladının yerine sarılır bana. Şimdi biliyorum, birbirimize sarılırken ikimiz de anneme sarılıyoruz aslında böyle anlarda. Annem köyde yavru keçinin peşine düşüp onu kurtarmaya niyet ettiğinden beri yok aramızda. Uçurumun kenarına takılı inatçı bir dal illaki olurdu çizgi romanlarda. Yıllarca o dalı aradım, lanet ettim, kahrettim o olmayan dala. Babam kendine yeni bir kadın bulunca, teyzemler yetişti imdadıma. “Hem köyde orta da lise de yok, okuturuz.” dediğinde ilk fark ettim bu bakışı teyzemde. İlk o zaman sarıldım teyzeme böyle.
Ertesi sabah eniştem evden çıkarken duymamışım. Çok erken çıkmış. Gece de sayıklamış durmuş, vermiş veriştirmiş herkese. Ne kapıcı kalmış eksik ne iş yerindeki amiri. İkide bir sıçramış durmuş uykusundan. Yetmemiş yatağa yorgana basmış küfrü. Teyzemin dediğine göre sabah kalktığında tıraşını olurken bile “Siz de göreceksiniz!” diye homurdanıyormuş. Teyzem sorunca da yok bıçağa söylendim, yok sifona basamadım falan diye geçiştiriyormuş. Ama ümitliydi teyzem, eniştem senelik izninden iki gün alabilirse bu hafta sonu köye gidip bağ evinde kalacaktık dört gün. Yeşillik alır sinirini, stresini biraz diyordu. Olmadı. Aslında olacaktı. Kapıcı Sıtkı ile kapıda denk gelmeseydi. Birinci kattaki emekli felsefe öğretmeninin dediğine göre eniştem neşeyle girmiş bahçe kapısından içeri. Öğretmenle sohbete başlamışlar. Çok geçmeden Sıtkı da çıkmış gelmiş apartmanın arkasından. Öğretmenin dediğine göre o an birden yüzü asılmış eniştemin ama öğretmene belli etmek istememiş. Yılların öğretmeni anlamış tabii ters bir şeyler olduğunu. Daha sormaya fırsat bulamadan Sıtkı atılmış:
-Ooo Kemal Beyciğim, erkencisiniz yine! Eniştem yüzüne bakmadan köye gideceğimiz için erken çıktığını söyleyince Sıtkı iyiden almış sazı eline ve sonunda:
-Oh ne güzel, bir de tatile üstelik! deyip ikinci darbeyi indirmiş.
Sonra dönmüş öğretmene:
-Hocam bir siz bir de Kemal Bey, bu hayat size güzel vallahi, diye aklınca şaka yapmaya devam etmiş.
İşte o zaman tutamamış
kendini artık eniştem. Öğretmenin balkonu demirli olduğundan uzanamamış
aralarına girmek için ya zaten eniştemin fırıncı küreği gibi ellerinden o
küçücük Sıtkı’yı alacak kimse de kolay bulunmazdı sanırım. İşte biz de tam o
sırada duyduk şamatayı. Eniştemin gürlemesini daha doğrusu:
– Sen kimsin Sıtkı? Sen patronum musun, babam mısın, kimsin ulan sen!
Sonra öğretmenin “Aman efendim yapmayın!”ları, yan komşu Hatice Hanım’ın kocasına “Yetiş!” diye bağırışı, derken biz merdivenlerden inene kadar bir kadın çığlığı ve ani bir sessizlik… Merdivende bir an donup kaldık. Dönüp arkama, teyzeme baktım. Tek ayağında terlik, bir elinde de tencerenin kapağı ile tutacak. Göz göze geldik. Teyzem ağır ağır geçti önüme, apartmanın cümle kapısını bir robot gibi ittirip durdu bahçede. Elindeki kapak yere düştü, dakikalarca dalgalandı durdu çıkardığı madeni sesle. Ben teyzemin omzundan gördüm Sıtkı Abi’yi. Duvarın dibindeydi. Kafası kıpkırmızı bir göletin içindeydi. Sanki içip içip sızmış gibi bir hâli vardı. Düşerken eli yandaki saksıdaki çiçeğe yapıştı herhalde gayriihtiyari ki çiçek köklenmiş bir şekilde asılı duruyordu saksının kenarına dayalı elinde. Eniştem yere çökmüş başı iki elinin arasında boş boş bakıyordu bu tabloya. Sonrası ambulanslar, polisler…
Teyzem cezaevinden gelir birazdan yine. Eniştemin kirli torbasını saklamaya çalışarak girer içeri. Kapının tam karşısındaki koltukta beklerim onu. Tam karşısında çünkü bilirim o vakte dek teyzemin kimsenin yüzüne bakmadan eve döndüğünü. Gözlerimi gözlerine toprak gibi verir, önce teyzeme sarılırım uzun uzun sonra anneme.
edebiyathaber.net (1 Ağustos 2021)