‘‘Abi lüks lambasını aldın,değil mi?’’ diye sordu arabanın kapısını açarken.‘‘Cumartesi günü olmasından dolayı trafik yoğun ama bekle beni, yine de çok geç kalacağımı sanmam’’ diyerek telefonu kapattı. Bazı geceler yaptıkları gibi yine tekneye atlayıp lüfer avına çıkacaklardı. O saatte balık avlamayı seviyorlardı, ortamın sessizliği içinde kendilerini dünyadan ayrı hissediyorlardı. İşlerinin gerginliği ile beraber şehrin stresini de bu vesileyle atıyorlardı.
Kıyıdaki tekneye vardığında, Refik denize açılmak için her türlü hazırlığı tamamlamış, Cemal’i bekliyordu. Ondan on yaş kadar büyüktü. O yüzden Cemal,Refik’e abi diye hitap ediyor, her türlü sıkıntısını, sevincini onunla paylaşıyordu. ‘‘Lan oğlum nerde kaldın, balıklar şimdi öteki denize geçtiler bile!’’ şeklinde şakayla karışık söylendi Refik. Hızlıca toparlandılar ve zaman kaybetmeden denize açıldılar.Hareket ettikten bir süre sonra motoru durdurdular. Tekneyi çepeçevre saran yakamozun görüntüsü karşısında âdeta büyülendiler.
Keskin dişlerinden dolayı, lüferin misinayı koparttığını daha önce bir yerlerde okumuştu Cemal. İlk olarak ‘‘Hadi canım!’’ diyerek tepki göstermiş, böyle bir şey nasıl olur diye düşünmüştü. Oysa en son ava çıktıklarında bu olay başlarına gelmiş, ipi kopuk olta ellerinde kalmıştı. Lüferlerin yakamoza gelmediklerini bildiklerinden,beraberlerinde lüks lambasını da getirmişlerdi. Lambanın ışıkları yakamozun parıltısını engelleyecek, böylece oynadıkları küçük oyunla onları tuzağa düşüreceklerdi. Yakamozların olduğu tarafa ışığı çevirdikten sonra oltalarını olanca güçleriyle suya fırlattılar ve sessizce beklemeye başladılar. En ufak bir seste balıklar tekneden uzaklaşmak için yön değiştirebilirlerdi.
Öylesine dalmışlardı ki, birden Refik’in‘‘Şuraya bak!’’ şeklinde bağırması ile içinde bulundukları düşsel ortamdan gerçek ana geri döndüler. Sesin yüksek tonu karşısında şaşıran Cemal, Refik’in gösterdiği yöne başını çevirirken, ‘‘Abi ne ol…??’’ cümlesinin sonunu bile getiremeden öylece kalakaldı. Çünkü baktıkları tarafta, suyun altından parlak bir ışık huzmesi hızlıca onlara doğru geliyordu. İkisinin de yüzü bembeyaz olmuş, donuk bir şekilde anlamsız bakışlarla suya bakıyorlardı. Derin ve sık nefes alıp vermelerinin dışında, ne bir hareket ne de ses vardı bedenlerinde.Işık huzmesi teknelerine yaklaşınca yavaşladı ve en sonunda durdu. Aniden o tarafta dalgalar şiddetlenmeye başladı. Yakamozun ışıltısı insanın gözünü kör edercesine daha bir parladı ve suyun içinden simsiyah uzun saçları, bembeyaz teni, koskocaman gözleriyle çok güzel bir kadın çıktı. Teknedekilere bakınca,gözlerine işlemiş derin korku ve dehşeti gördü. Kadının, ‘‘Korkmayın lütfen!’’ demesi üzerine karşılaştıkları anın korkunçluğuyla, her ikisinin de vücudu titremeye başladı bu defa. Kadın onların bu hallerini görünce sesini daha bir alçaltarak tekrar ‘‘Lütfen korkmayın, benim adım Marpessa, böyle ışıl ışıl duran halime bakmayın, aslında ben de sizin gibi biriyim’’ dedi.
Kadının ikinci seslenişiyle Refik kendine geldi,cesaretini topladı ve ilk tepkisi ‘‘Sen de kimsin?’’ oldu. Sonra Cemal’e döndü, ‘‘İyi misin?’’ diye sordu. Cemal de titrek bir sesle ‘‘Şu an korkudan ölmesem iyiyim, sadece vaziyeti anlamaya çalışıyorum abi’’ şeklinde cevap verdi. Kadın, yavaş yavaş sakinleştiklerini fark edince konuşmaya başladı‘‘Sizleri korkutmak istemezdim, kendimi affettirmek istiyorum, lütfen beni teknenize alın. Yalnız şunu belirtmem gerekiyor, ben bir deniz kızıyım.’’Bu sözler üzerine şaşkın bir şekilde birbirlerine baktılar ancak yine de onutekneye aldılar. Kadının balık kuyruğu, gökkuşağını anımsatan farklı tonlardaki renklerle ışıl ışıldı. Her ikisinin de nutku bu güzellik karşısında tutuldu âdeta. Söze ilk başlayan yine Refik oldu, kekeleyerek ‘‘Di…dilimizi nerden biliyorsun?’’diye konuştu.
‘‘Az önce söylediğim gibi, benim adım Marpessa, Antik Yunanca’dan geliyor, denizkızı demek. O çağdan bu zamana tüm dilleri biliriz biz’’ diye cevapladı. Aldığı bu yanıt karşısında‘‘ Nasıl yani, senin dışında başka denizkızları da mı var? Ooo, aman tanrım!!!’’ diye şaşkınlıkla sordu.‘‘Evetama biz hiç gözükmeyiz insanlara. Korkarız onların bize yapabileceklerinden, görürüz denizdeki canlılara karşı nasıl vahşice davrandıklarını. O yüzden denizlerin, okyanusların derinliklerinde yaşarız. Çok nadir çıkarız yüzeye. Bakmayın siz, suyun altındaki her canlı tanır bizi aslında.’’
Korkunun ve dehşetin yerini meraka bıraktığını gören denizkızı‘‘İnsanlardan çekinirken sizinle neden konuştuğumu eminim merak etmişsinizdir. Bizler ölümsüz varlıklarız. Çoğu zaman yaşamla ölüm arasında kalan anlara tanıklık ederiz ama doğanın gidişatını bozmamak için hiçbirine müdahale etmeyiz. Bundan tam üç yüzyıl önce yine bu denizdeydim bir gece vakti. O zamanlar dünyanın doğası bu kadar bozulmamıştı ve bu ayda kasırgalar, fırtınalar asla eksik olmazdı. O gece bir kalyon, sizin bulunduğunuz bu yerde korkunç bir fırtına ile mücadele ediyordu. Kalyonun içinde kadın ve çocukların da olduğu çok sayıda esir insan vardı. Ayakları demir prangalara bağlanmış, korkunç çığlıklar atarak onlardan kurtulmaya çalışıyorlardı. Çok, çok kötü bir manzaraydı.En sonunda kalyonun tahta parçaları bu fırtınaya dayanamadı ve parçalandı, içi su dolmaya başladı. Bense çığlıklara daha fazla dayanamadım ve çocukları kurtarmaya karar verdim. Işıltılı halimi gören her çocuk,suyun altından elini bana uzatıyordu. Ellerimle yakalamaya çalıştığımda onlara dokunuyor ama ne hissedebiliyor ne de tutabiliyordum. Hiçbir şey yapamıyor, ne olduğunu anlayamıyordum. O an sanki bir hayalete dönüşmüş gibiydim, varlığımla yokluğum belli değildi. En sonunda çocukların, kadınların ve diğer insanların tek tek suya batışlarını çaresizce izledim. Bu manzara karşısında daha önce olmayan bir şey oldu ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı. İlk defa gerçek bir insan gibi ağlıyordum, hemde hıçkıra hıçkıra. Suyun içinde olmama rağmen gözyaşlarımın yağmur damlaları gibi boşalırcasına aktığını hissedebiliyordum.Biliyor musunuz, şimdi benzer bir olay olsa, kalyondaki tüm insanları kurtarabilirim. Çünkü o gece,yani gerçek bir insan gibi hissedince, başkalarına yardım edebilme yetisini kazandığımı anladım. Daha önce böyle bir olayla karşılaşmadığım için,bu güce sahip olduğumu düşünüyordum oysa.O günün anısına her yıl aynı tarihte, aynı saatlerde çıkar gelirim buraya. Bu geceye kadar kimseler gelmemişti daha önce. Suyun altındayken tekneden yaktığınız ışığı gördüm, dayanamadım ve her şeyi göze alarak yüzeye çıktım. Ama bu kadar korkacağınızı tahmin edemedim, ne olur bağışlayın lütfen beni’’ dedi.
Denizkızı cümlesini yeni bitirmişti ki, gökyüzü aniden kapkara bulutlarla kaplandı ve her taraftan şimşekler çakmaya başladı. Ortaya çıkan aydınlıkla her yer görünür hale geliyor, gece ile gündüz arasında âdeta saniyeler farkıyla geçiş oluyordu.Öyle şiddetli bir fırtına çıktı ki, deniz kabarmasıyla bu duruma eşlik ediyor, yıllardır içinde biriktirdiği öfkesini dışa yansıtıyordu sanki. Tekne hızlı bir şekilde sağa sola doğru sallanmaya başladı. Cemal ve Refik, suya düşmemek için iskele tarafına tutunarak bağırmaya başladılar ‘‘İmdaaat, yardım edinbize!’’Sonra birden tekne alabora oldu ve üçü de suyun içine düştü. İyi yüzme bilmelerine rağmen, dalgaların şiddetine karşı koymakta zorlanıyordu iki adam.
Denizkızı, tüm bu yaşananların geçmişte yarım kalan bir var olma hikâyesinin, yıllar sonra gün yüzüne çıkmasının sonucu olduğunu düşündü, sudakilere yardım etmeye çalışırken. Belki onlara bu olayı anlatmasa, o günün tılsımı sonsuza kadar o insanlarla beraber suyun derinliklerinde saklı kalacaktı. Yıllarca buraya gelmesine rağmen daha önce böyle bir şeyle hiç karşılaşmamıştı. Duyduğu vicdan azabıyla hemen tekneyi düzeltti,iki adamı denizden çıkarttı ve hiçbir şey söylemeden bir çırpıda kendini derin sulara bıraktı, gözden kaybolup gitti. Yokluğuyla her şey eski haline geri döndü bir anda. Bulutlar dağıldı,fırtına dindi ve deniz sütliman bir hale geldi.
Tekrar baş başa kalan iki arkadaş, dengeleri alt üst olmuş ruh halleriyle az önce yaşadıkları şeyi anlamaya çalışıyorlardı. Uzun bir süre kendilerine gelemediler, karşılaştıkları bu inanılmaz olay karşısında. Islak kıyafetleri ile uzun bir süre sessizce oturdular. Kendi sessizliklerinin ağırlığı, ortamı daha da suskunlaştırmıştı sanki. Kâbus dolu bir rüyadan uyanmış gibiydiler.En sonunda Refik hiçbir şey söylemeden,kamburu çıkmış bir şekilde ağır ağır ayağa kalktı ve elleriyle Cemal’in omuzlarını tuttu, kulağına eğilerek ‘‘Yaşamımızın sonuna kadar bence bu bir sır olarak aramızda kalmalı. Zaten söylesek de kimseler inanmaz. Deniz kızlarının var olduğunu bilmek, bizi milyarlarca insandan farklı kılmaktan başka bir işe yaramıyor Cemal’im’’ dedi. O da yavaşça başını sallayarak arkadaşının söylediklerini onayladı. Motoru tekrar çalıştırdılar. Tekne hareket ettikçe arkalarında oluşan anafor, yakamozun ışıltısını görünmez kılmaya başlamıştı bile.
Narin Gündoğuş kimdir?
İstanbul’da yaşıyor. Tıp doktoru. Öykü atölyesine devam ediyor. Yaşamın koşuşturması içinde yazarak nefes almaya çalışıyor. 1001 İstanbul Dergisi’nde iki öyküsü yayımlandı.