Yazamıyorum. Hem de uzun zamandır. Boş bakışlarım kâğıdın üzerinde dolaşıyor. Soldan sağa, çapraz, aşağıdan yukarı. Gözlerim bir süre sonra beyazlığa alışıyor. Beyaz körlüğü geliyor aklıma. Burnumun tam ucunda küçük parlak böcekler uçuşmaya başlıyor. Böyle bir şeydi galiba beyaz körlüğü. Belki de değildi. Gidip bir kahve alıyorum. Tadı tuzu olmaz benim kahvelerimin. Makbul olanı koyusudur başka da bir şey aramam. (Aman ne iyi…) Parmaklarım titriyor. Bu da son zamanlarda çıktı ortaya. Yaşlılık belirtisi olabilir mi? Zaten daha az uyumaya da başladım. Yaşlılar az uyurmuş ya. (Çok sıkıcısın.)
“Sabah uyandığımda kolumda, tam dirseğimin üst tarafındaki löp etin bulunduğu bölgede diş izi gördüm. Oturan kandan, şiddetli bir ısırık olduğunu fark ettim. Nedense acı hissetmiyordum.”
Berbat bir paragraf. Diş izi nereden çıktı. Kolumu ısırsam acı hissetmez miyim? Öyle saçma şey mi olurmuş? Denesem… Şimdiye dek çoktan acısının çıkması lazımdı. Kahretsin izi de kaldı. Şimdi kan oturacak.
Belki de evde çok kapalı kaldım. Bahar yaklaşıyor. Bu salak kedilerin mırlamalarından uyuyamıyorum artık. Az uyumamın nedeni yaşlılık olmayabilir yani. Evet evet, sebep kediler ve Mart. Geçen yıl da Mart böyle mi geçti? Ben kapalı, hava ılıman. Yok, hatırlıyorum dışarıya çıkıyordum. En azından dere boyunca yürüyüş yapıyordum. Kanalda boğulmuş çocuğu su altında yatar görünceye dek. Sonra yolumu değiştirdim. Belki de değiştirmedim. Galiba geçen yıldan bir önceki yıldı. Çünkü geçen yıl Mart ayında burada değildim. Uzun bir yolculuğa çıkmıştım. Hiç bitmeyeceğini düşündüğüm bir yolculuktan iki hafta içinde döndüm. Geri dönüşümde gözlerimi, tam yolculuğa çıktığım yerde açtım. Değişen pek bir şey yoktu, ben dışında. Kahvemi tazeliyorum. Ama taze değil ki kahve. (Aman ne zekice…)
Bir takım insanların bir haftadan beri hakkımda konuştuklarını işitir oldum o ya da bu şekilde. Beni gördüklerinde kapılar kapanıyor, bazen de “Şşşşttt, geliyor!” fısıltıları kulağıma çalınıyor. Aralarına ansızın girmemle, panik içinde acemice konuyu değiştirme çabaları da cabası. Neler olduğunu anlamaya çalıştıkça, insanlar büyük bir sır perdesinin arkasına gizleniyorlarmış gibi geliyor bana. Nedir benden sakladıkları, benim hakkımda konuştukları, benim duymamam gereken şey bilmiyorum. Tek bildiğim, ortaya çıkan durumun tuhaflığı ve bu durum karşısında merakımın gittikçe artıyor olması.
İlk başta her zaman olduğu gibi üstüme alınmamıştım. Genelde fısıltı dedikodularına katılmazdım. Katılmama nedenim çok yüksek bir ahlaka sahip olduğumdan falan değildi. Sadece sıkılırdım. İlgilendirmezdi beni çünkü. Hoş, başkası hakkında konuşulmaya başlandığında ortamı terk etmemi çoğu kişi kendini beğenmişlik olarak algılardı. Ben kim oluyordum da onların dedikoducu tavırlarını yargılıyordum. Dedim ya, sadece sıkılırdım. Ama iç seslerinin onların üstüne yüklediği suçluluk duygusunun ağırlığından dolayı, bunu anlamazlardı. Benim uzaklaşmam, onları kendi vicdanlarıyla karşı karşıya bıraktırıyordu çoğu zaman. Ve elbette kolayı, kendilerine dönmek değil, beni ve aslında olmayan ahlaki değerlerimi sorgulamaktı. Bu nedenle hep bir açığımı arayıp dururlardı. Sanki çok müthiş biri olduğumu, hiç yanlış yapmadığımı iddia ediyormuşum da beni çürütmeye çalışıyorlarmış gibi. Ben de sırf onları rahatlatmak için ahlaki zayıflıklarımı gözlerine sokardım. Konuşmayı sevmezdim ama yeri geldiğinde açık saçık filmleri gösterip hadi buna gidelim, bunu izleyelim diye laf atardım ortaya. Bu teklifimi kızgınlık ve şaşkınlıkla karşılarlar, ciddiye almazlardı. Sanki benim gitmeyeceğimden o kadar eminlermiş ve bunu söyleme nedenim sadece onların zayıflıklarını yine yüzlerine vurmakmış gibi. Onları inandıramazdım. Israrcı bir yapım olmadığı için de inandırmak için çok uğraşmazdım.
…
—Gözümle gördüm diyorum size. Kaynar suya soktu elini ve sıcaklığı fark etmedi bile. İnanamadım. Ateşe ben koymuştum suyu. O da yanımda duruyordu. Sonra nasıl olduysa suyun içine, nereden çıktığını anlayamadığım bir hamam böceği düştü. İğrençti. Ayyy diğer bağırdım. Böcek kıvranıyordu. Göz göze geldik. Tabiî ki böcekle değil salak. O’nunla. Ani bir hareketle elini suya daldırdı, böceği çıkardı ve hiçbir şey olmamış gibi camdan dışarı attı. Offf abartmıyorum dedim. Yanımdaydı ve yemin ediyorum gördüm. Şşşşttt, geliyor.
…
Bu ev küf kokuyor. Ne zamandan beri? Sanırım o gittiğinden beri. Oysa beni bırakma, gitme demiştim. Dinlemedi. Başka ne yapabilirdim. Uçuşan küllere de bir çare bulmalı. Bazıları Onun, bazıları şu salak Mart kedilerinin. Bahar geldiği için toz toprak da karışacak. Bu nedenle mi daha çok öksürmeye başladım? Bu küfkültoz havasını soluyorum ve biliyorum tüm zerrecikler boğazıma, ciğerlerime yapışıyor. Daha çok temiz hava almalıyım. Yürüyüşe başlasam yine, belki bu sefer gölde. (Aman ne kafiye…)
…
— Duymadınız mı? Korkunç. Cesedini gölde bulmuşlar. Ama hala canlı gibiymiş. Bedeninde hiç şişme ya da morluk falan yokmuş. Sadece kolunda, dirseğinin üzerindeki yumuşak ette diş izi varmış. Polisler evine girdiklerinde, sevgilisinin ve üç kedinin kıyıda köşede kalmış kemik parçalarını bulmuşlar. Yakmış onları. Uydurmuyorum yaa, basbayağı yakmış. Evin her yerinde küller uçuşuyormuş. Mutfaktaki küflenmiş kahvenin kokusu bütün evi sarmış. Masasının üzerinde yarısı içilmiş bir fincan kahve, bir kalem ve üzeri karalanmış bir kâğıt varmış. Kâğıtta ne mi yazıyormuş? “Yazamıyorum. Hem de uzun zamandır. Boş bakışlarım kâğıdın üzerinde dolaşıyor. Soldan sağa, çapraz, aşağıdan yukarı. Gözlerim bir süre sonra beyazlığa alışıyor. Beyaz körlüğü geliyor aklıma. Burnumun tam ucunda küçük parlak böcekler uçuşmaya başlıyor.” Saçmalık yani. Hah, başımıza ahlak kumkuması kesilirdi, psikopat çıktı iyi mi?”
…
(Aman ne hikaye… )
Müge Koçak Güvenç kimdir?
MÜ İşletme bölümü mezunu. Adana’da yaşıyor. Uzun bir süre Yaşam Dersleri sitesinde yazarlık yaptı. Öyküleri halen, www.edebiyathaber.com, Kayıp Rıhtım, Kil-tablet, epizotportal gibi mecralarda yayınlanmakta.Üzerinde çalıştığı bir öykü kitabı, kurgu rock’n roll hikayeleri ve çocuklar için hikayeler var. Özellikle, fantastik/korku türü kurgulara, kısa öykülere meraklı. Absürd edebiyatla yakından ilgileniyor. Kısa hikayeleri seviyor.
edebiyathaber.net (1 Ağustos 2019)