İstanbul’un Mayıs’ı tuhaftır. Sabah gözünü açarsın, dudakların titrer soğuktan. Öğlene doğru güneş hafif başını uzatınca üstündekileri çıkarırsın. Sulu sepkende ıslanır, çay simit yerken güzel bir çapkınla göz göze gelirsin.
Yollar kapanır Mayıs’ta. Serttir Mayıs’ı İstanbul’un. Polisler kemerlerin önünde dizilir. Osman da dizilir. Dizlerinde derman yoktur. Arabayı doldurmuş, Vefa’nın yolunu tutmuştur. Köşe başlarında toplaşan ayyaşların küfe olmasını bekler. Karanlıkta bekleşir Osman. Eli her daim arabasının üzerindedir. Sırtına dayanan ağırlıktan mutlu olur. Çekemez hale gelince arabayı soteye çeker, sigara yakar. İzmaritini Samatya’da bey abisinden aldığı 44 numara ayakkabısıyla ezer.
Gözleri dalar bey abisini anar. Gece vakti arkadaş olmuştu bir Mayıs günü. Kaldırımın kenarında yükten ağırlaşan arabasına bakıyordu. ’’Şist.’’ diyen sese önce anlam verememişti. Kafasını kaldırmıştı. İri patlak bir çift göz. Yanaklar kırmızı. ’’Al.’’ demişti, elindeki poşeti eğrelti bırakmıştı.’’44 numara New Balans’’. Temiz işti Osman için. Ucuna biraz kağıt tepmişti hemen.
Mayıs serttir. Osman’ da serttir. Kemere yaklaşınca durdu. Polislere anlam veremedi. İçlerinden biri tanıdık geldi. ‘’Tabii ya.’’ Samatya’dan Boksör’ ün kahvesinden tanıyordu. Adamı, adamları unutmaz, hafızasına kazırdı. Tako diyorlardı çocuklar. Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan bitirimler. Ellerinde cigaralık köşe başını tutar, gerektiğinde mahallenin namusunu kurtarırlardı. Bastı oynar kafayı bulunca, iyi de poker çevirirdi. Ama şimdi kenarda dimdik durmuş Osman’a geçit vermiyordu. Osman’ı görünce gözlerini kaçırmıştı. Elindeki copta coptu hani. Hortum Süleyman’ı çok diline dolardı. Bir an gülesi geldi Osman’ın nedense. Askerden döndüğü gün, Boksör’ ün kahvesinde Osman’a bira tutuşturmuştu. ’’Al iç, bizden olsun kardeş,’’ demişti. Uzaktan izlerdi Osman. Mahalleyi, kahveyi, sokağı. Işıklı bir lamba vardı. Onun mekânı orasıydı. Selvi ağacına yaslardı sırtını. Eğer aylardan Mayıs’sa New Balansını çıkarır,44 numara, ayaklarını uzatır, ’’Şist.’’ diyen o sesi arardı. Karanlık olurdu gözünün baktığı yer.
Mayıs’ın rüzgarı, lodosu acıdır. Yakar kulakları. Hele ki İstanbul’da. Kararmaya yüz tutmuş tahta evler. Arnavut kaldırımlı sokakları vardır Samatya’nın. Birde meydanın Derviş Abisi vardır her daim kravatlı. Sulu sepkende şemsiyeyle çay dağıtır. Sermaye karşısında nasıl dik durduğunu balıkçı tezgahının başında anlatır. Sarıgül Süleyman yüzbaşı oğluyla övünür, hafif kafası dolunca eşi her zaman arkasındadır. Güneş doğmak üzereyken uğrar Osman meydana. Ama eli hep boş döner. Umut dünyası işte. Osman bilir fakirin ekmeği umuttur. Garsonlar her seferinde sırtını sıvazlar ama akşam oldu mu şişe birayı dayarlar müşteriye. ’’Ah,’’ diyerek inler. ’’Ama bir gün kutu olacak inşallah,’’
Dümeni sahile kırar. Tinercisi, ayyaşı, yolda kalmışı kaçıncı uykusundadır. Sessizce toplar kutularını. İlerde sessizce ezer, kimseyi uyandırmaya gelmez. ’’Emin abi, ah Emin abi.’’ diyerek inler. Oğluna dua eder, Kabataş Lisesi’nin merdivenlerini kolay çıksın, insin diye. Gün ışırken martılarla kovalamaca oynar. Kargalar eğilmiş sırtına teğet geçer. Devamlı eğiktir Osman. Sahilde meydanda bu her gün devam eder. Torba ağırlaşınca yüzü güler. Sigarasını yakar, aylardan Mayıs’sa, New Balance’sını çıkarır. Elin gavuruna gıptayla laf eder. Çöplükten bulduğu telefonu çalmasa bile konuşur. En çok da ölmüş anasıyla sohbet eder. Kimsesizler mezarlığında kabri başında her gün ona dua ettiğine yemin eder. Dürdane teyzesine seslenir.’’ Ah be Dürdane anne.’’ der. Kimsesizlerin kimsesi güleç yüzlüsü. Orhan Kemal’in yazılarında sıkça rastladığı yetimhaneler aklına gelir. Islak yastıklar, loş odalar. Ne de çok çocuk vardır oralarda. Her gün eline sarıldığı Dürdane artık emeklidir. Köyünde iki göz evinin damını aktarıyordur. Yola vurur başını sallayarak. Ah etmiştir, bir gün gidip Dürdane’sine sarılacaktır. Meydandaki mekanlar kutu bira satmaya başlayacak er geç der içinden. Geçerken Emin’i arar gözleri. Emin çoktan karısının sıcacık koynunda onuncu uykusundadır. Cerrahpaşa yokuşunda soluklanır. Ah o yokuş yok mu o yokuş. Çileden çıkar. Belediye seçimlerinde elini sıkan başkan adayına ‘’Başkanım oyum size yeter ki düzleyin şu yokuşu.’’ demişliği bile vardır Osman’ın. Seçimlerin öneminden bahseden, demokrasinin şenlik olduğunu anlatan uzun saçlı küpeli genç karşısındadır. Başkan adayının yanında pis pis sırıtıyordur şimdi. Ama bilmezler ki Osman oy kullanamaz. O yoktur bu diyarlarda. Yokuşta yokuştur ha. Yüklü araba elinden kaydımı biter hayatın. Yusufpaşa’yı geçince gözleri Valide Sultan’ın minaresini seçer. Önüne geldi mi içi geçer, gözleri kayar garibimin. Son bir gayretle kemerlere dayanır. Eğer aylardan Mayıs’sa lodos ya da sulu sepken yoksa kemeri geçmeden İtfaiye’nin duvarına yaslanır bir sigara yakar. Sonra ver elini Vefa.
Polislere doğru iki adım atınca Tako’nun gözlerini daha net gördü. Tako dimdik çakı gibiydi. Tanıdı Osman’ı. Gözüyle kaşıyla işaret ediyordu. Elinde tüfeği olan amir Osman’a yaklaşıp ‘’Hayırdır hemşerim nereye? ‘’ deyince arabasının kolunu bıraktı. Yükün altında ezilen araba neredeyse devrilecek gibi oldu. ‘’Vefa’ya hurdalığa.’’ dedi gırtlağına bir acı oturarak. ‘’Haydi kardeşim, bugün Vefa’da yok, hurdalıkta.’’ Sesi gür ve netti. Dün akşam ki erketecinin sesi kulaklarında çınladı. ’’Ekmek parası işte. Bekliyoruz.’’ demişti. Sırtından aşağıya soğuk bir ter boşaldı birden. Üşümeye başlamıştı. Kendini toplayıp, ’’Geceden beri ayaktayım, bütün yükümde, ekmeğimde aha burada, Vefa’da iki adım ileride. ’’Amir en baştaki polise al şunu der gibi işaret edince, sanki bütün kemerler üstüne yıkıldı Osman’ın.Yanına yaklaşan polis kolunu tutup, ’’Kardeşim itiraz yok, al arabanı, ileri geçiş yok, bugün yasak.’’ İçinden ‘’Hay sikeyim yasağınızı.’’ dedi Osman. Yaşadığı onca zorluğa, onca pisliğe rağmen küfür etmezdi. Çöplükte bulduğu şişe dibinden başka da içki içmezdi. İçerken onu oraya bırakanın derdine çare bulmaya çalışırdı. Çöplükte bulduğu Orhan Kemal’in kitabını arada sırada elini alırdı. Adı dikkatini çekmişti. ’’Önce Ekmek’’ Dün geceki erketeci de Orhan babadan dilime yapıştı demişti. Polise önce ekmek mi desem diye geçirdi içinden.
Osman: Abi, ekmek parası peşindeyim. Hurdalık yüz metre ileride. Bırakın geçeyim.
Polis: Hadi kardeşim hadi, yasak diyoruz sana.
Osman: Abi yasakta, evim orada.
Polis: Çok oluyorsun ama. Ne laf dinlemez adamsın sen ya.
Osman: Memur bey önce ekmek.
Umudunu kesmişti Osman. Devletin işleri işte. Yalvaran gözlerle Tako’ya baktı. Göz göze geldiler. Hafiften vücudunu gevşeterek bir adım öne çıkıp amirini selamladı. ’’Amirim tanırım zararsızdır.’’ deyince, ‘’Tamam geçsin.’’ sesini duydu Osman. Sevinçten Tako’ ya sarılacaktı neredeyse. Helal süt emmiş çocuk dedi içinden. Arabasını kavradığı gibi hızlıca Vefa yoluna sürdü.
Hurdalığa girince Arem karşıladı. Televizyon izliyordu. ’’Nasıl aştın barikatı?’’ ’’Polis dostumuzdur.’’ deyip kısık sesle güldü. Arabadan indirdiği çuvalı sürüyerek teraziye kadar getirdi. Arem tarttı. Kulağının arkasında duran kalemi alıp kirli elleriyle deftere yazdı. Eline avans mukabili yüz elli lira tutuşturdu. ’’Çorbacı açık mıdır Arem?’’ dedi. ’’Görmüyor musun ortalığı, ne çorbacısı.’’ dedi Arem.’’Menemen var, ama ekmeksiz.’’
Helaya girdi Osman. Yıkansa da kiri pası geçmeyen ellerini yıkadı. Havluluğun hemen altında dizili gazetelerin en üstündekinde ki şiire takıldı gözü.
‘’Ve elbette ki, sevgilim elbet,
Dolaşacaktır elini kolunu
Sallaya sallaya,
Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
Bu güzelim memlekette hürriyet,
Yaşasın 1 Mayıs.’’
Sonuna kadar okuyamadı. Daral geldi üzerine. Az önce devleti görmüştü. Bu şairde ne diyordu böyle. Kuruladı ellerini. En çok da menemene acı biber koymasını düşledi Arem’in. ’’Mayıs serttir İstanbul’da’’ dedi, başını salladı.
edebiyathaber.net (25 Temmuz 2024)