Adam, eski günlerin alışkanlığıyla ceplerini yokladı ama anahtarı bulamadı. Bunun ne denli saçma olduğunu kavrayınca da güldü kendine. Birkaç saniye sonra yatak odasının kapısındaydı. Odanın kapısı aralıktı. Adam, yatak odasına girdi. Kadın uyuyordu. Kadının kızıl saçları yastığın üzerinde karmakarışıktı. Pijamasından sıyrılan ince bilekleri yataktan aşağı sarkmıştı. Ağzı hafif aralıktı, burnundan düzenli ve kısık soluma sesi geliyordu. Adam yatağa yaklaştı. Bağdaş kurup yere oturdu. Kadının soluklarını dinledi hayli zaman. Seni özledim.
Kadın uyurken adam evde gezmek istedi. Bunu yapmayı çok seviyordu. Yaşanmışlıklara dokunmayı, anıların tozlu kokusunu genzinde hissetmeyi… Yatak odasından çıkıp koridorda ilerledi. Banyonun ışığının açık olduğunu fark etti. Banyoya girdi. Çamaşır makinesinin üstünde hasır bir kutunun içinde kokulu sabunlar, havlupanda asılı nemli bir havlu, kenarından bir pantolon bacağı sarkan ağzına kadar dolu bir kirli sepeti, içindeyken boğulacakmış hissi verecek kadar dar bir duşakabin… Lavabonun hemen dibinde, klozetin yanında bir çöp kutusu vardı. Çöp kutusunun ağzı açıktı. Adam, çok az bir kısmını gördüğü şeyden emin olmak için çöp kutusuna yaklaştı. Yanılmamıştı, gördüğü şey kullanılmış bir prezervatifti. Buna alışmalıyım.
Adam banyodan çıktı. Boğazına oturan yumrudan başka türlü kurtulamayacaktı. Banyodan uzaklaşmak bütün gerçeklerden uzaklaşmaktı o an için. Bu anın gerçekliği yaşamın gerçekliğine ne kadar eşti? Adam duygularına hakim olamadığına şaşıyordu. Mümkün müydü bu? Kafasını kurcalayan gördükleri değil, hissettikleriydi. Hala hissedebiliyor olmaktı. Adam aklındaki bu karmaşayla uğraşırken ayakları onu salona sürükledi. Gayet sade ve büyük salonda kitaplık hemen dikkat çekiyordu, bir duvarı kaplamıştı neredeyse. Kitaplıkta birçok kitabın yanı sıra biblolar, süsler, vazolar vardı.
“Bunların ne işi var burada?”
“Neyin?”
“Şu yeni aldığın zımbırtıları diyorum. Burada ne işi var? Kitaplık değil mi bu? Kitaptan başka her şey var.”
Kadın gözlerini devirerek cevap verdi:
“Bilmem farkında mısın ama bu salon bir yaşam alanı, sıkıcı bir devlet dairesi değil. Kitaplığa biraz renk gelsin istedim, fena mı? Bu haliyle çok daha güzel bence.”
“Benim için işlev önemli estetik değil. Ayrıca bu ıvır zıvır sürekli tozlanıyor. Temizleyip duruyorsun, yoruluyorsun.” dedi adam.
“Şu kafandaki kalıpları yık artık. İşlevmiş önemli olan. Lafa bak. Ayrıca ben temizliyorum, ben yoruluyorum. Karışma lütfen.”
“Seni düşünende kabahat. Ne halin varsa gör.”
Adam salondan çıkıp mutfağa yönelmeden önce kitaplığa göz attı. Evet, her şey hatırındaki gibiydi. Sen hiç değişmeyeceksin. Değişen sadece benim varlığım.
Mutfak çok küçüktü. Sadece olması gerektiği kadar eşya vardı. Masanın dayalı olduğu duvarda hala aynı tablo asılıydı.
“Aaa, bak canım ne kadar güzel bir resim.” dedi kadın.
“Hangisi?”
“Şu, en sağdaki. Dans edenlerin olduğu resim.”
“Onun hemen yanındaki daha güzel. Şu manzaranın güzelliğine bakar mısın? Baktıkça insanın içi açılıyor.”
“Canım, kabul et sen sanattan anlamıyorsun.”
Adam kaşlarını kaldırıp kelimelerin üstüne basa basa kadını tersledi:
“Her şeyin en iyisinden sen anlarsın küçükhanım. Neyini beğenmedin? Güzelim manzara işte. Senin beğendiğin resim ne öyle Allah’ını seversen? Bir sürü insan dans ediyor, o kadar. Nasıl bir anlam yükledin sen şimdi bu resme? Hem en öndeki kadının üstünde ne var? Belinin etrafında acayip acayip şeyler. Püskül mü muz mu ne olduğu da belli değil. Dans ederken bu kadar çıplak olmaya gerek var mı sence?”
Kadın, ciğerindeki bütün nefesi yanaklarını şişirerek boşalttı. Bıkkınlık gözlerinden okunuyordu. Yine de adama cevap vermekten alamadı kendini:
“O manzara resminin ne kadar durağan olduğunun farkında değil misin? Her yerde rastlanabilecek sıradan bir görüntü. Bu kadar hareketsizlik bir resim için sence de fazla değil mi?” Bir de benim beğendiğim resme bak. Şu dans eden insanlardaki güzelliği, canlılığı, göremiyor musun? Göremiyorsun çünkü sen bu resimdeki insanların sadece bedenlerine bakıyorsun. Ruhlarını görmüyorsun. Bak ruhlarında uçuşan kuşlar nasıl da yansımış yüzlerine, bu insanlar dans ederken nasıl da özgür bırakmışlar benliklerini. Bu resimdeki özgür ruhları göremiyor musun gerçekten? Bu resimdeki insanların kıvraklıkları sadece bedenlerinde değil, içlerinde, derinlerinde. Peki ya yaşama sevincini? Onu da mı göremiyorsun?”
Adam konuyu uzatmak istemedi. Bozulmuştu ama belli etmek istemiyordu. Yüzüne yerleştirdiği zoraki gülümsemeyle kestirip attı:
“Balayımızın tamamını burada, bu iki resim için tartışarak mı geçireceğiz? Alacaksan al şu resmi de gidelim.”
“Kızma, sakin ol. Hemen alıyorum ve gidiyoruz.”
Adam anılarından sıyrıldı ama gözleri hala sade bir tabloya yerleştirilmiş o resimdeydi. Galiba haklıydın.
Tam o sırada kapı zili çaldı birkaç kez. Yatak odasından uykulu bir ses geldi: “Geliyorum.” Adam hızlı adımlarla geri döndü, mutfağın kapısında durdu. Kadının yatak odasından çıkmasını bekledi. Bir yandan da kapıdakinin kim olduğunu merak ediyordu. Kadın odadan çıktı, gözleri neredeyse kapalıydı hala. Bir yandan yürüyor bir yandan da üstünü başını düzeltiyordu. El yordamıyla bulduğu düğmeye bastı, koridorun ışığı yandı. Beyaz teni ışıkta daha da parlak görünüyordu. Çıkık elmacık kemikleri kırmızıya çalıyordu. İncecik burnu yüzüne kusursuz bir zariflik katıyordu. Adam, bakışlarını bu çehreden alamıyordu bir türlü. Kadın o sırada kafasını kaldırdı. Mutfağa doğru baktı. Adam da bu bakışlara kilitlendi. Gözleri buluştu bir an ya da adama öyle geldi. Kadın umarsızca esnedi. Kapı zili tekrar çaldı. Kadın, “Geldiiimmm.” diyerek kapıya yöneldi.
“Kim o?”
“Benim.”
Kadın kapıyı açtı. Dışarıda uzun boylu, ince, esmer bir adam vardı. Dışarıdaki adam elindeki bir buket kırmızı gülü kadına uzattı ve yumuşak bir sesle “Günaydın” dedi.
“İsmet, çok tatlısın. Ben de bu adam sabah sabah nereye gitti diyordum. Ah ne kadar güzel görünüyor.”
Kadın bunları söylerken gülleri aldı, kokladı, göğsüne bastırdı.“Haydi gir içeri.” diyerek sevgilisini kolundan tutup içeri çekti, onun dudaklarına kocaman bir öpücük kondurdu. Kapıyı kapattı. Sevgilisi de kadını belinden kavrayarak kendine çekti ve öpmeye başladı. Hala mutfak kapısında duran adamın ise gelirken anahtara ihtiyacı olmadığı gibi giderken de uğurlanmaya ihtiyacı yoktu. O uğurlanalı yıllar olmuştu. Sarmaş dolaş sevgililerin yanından geçti. Geldiği gibi yine anahtar deliğinden süzülerek çıktı, gitti. Şimdi yokluğum da en az, yıllar önceki varlığım kadar sinmiş evin her yerine.
Doğan Görmez kimdir?
1986, Samsun doğumluyum. Samsun’un Vezirköprü ilçesinde Türkçe öğretmeni olarak görev yapıyorum. Evliyim, bir oğlum var. Daha önce öykülerim Öykü Gazetesi, Sözcükler, Edebiyat Nöbeti, SonGemi dergilerinde yayımlandı.
edebiyathaber.net (14 Nisan 2020)