“Aman ortalıkta görünme Mahmut seni arıyor. Çok öfkeli, yaktın beni Hakan, diye söyleniyor.”
Mahmut; sınıfta en çok birlikte olduğu, uzun boylu, doksan kiloluk şekilsiz bir vücuda sahip, patavatsız, bir o kadar da saf bir arkadaşıydı. Kimseye zararı olmayan, devirdiği çamlarla talebe yurdunda ün yapmış, tıp fakültesi son sınıf öğrencisiydi.
Hakan hem merak etti hem de korktu. Onu bu kadar kızdıracak ne yapmıştı? Daha on gün önce zaman ayırarak istediği mektubu da yazmıştı.
Geçmişe gitti: Mahmut, bir gün askeri tıbbiyeli elbisesi, gergin ceket düğmeleri ve köşeli ayakkabısıyla, kolunda bir kızla okula gelmiş, herkesi şaşırtmıştı. Kız, uzun boyu, sırtına kadar inen siyah düz saçları, duru teni ve bakımlı haliyle değişikti. Çevreye, ağaçlara merakla bakışı, rahat sigara içişi, özenli dudak boyası öğrenci tayfasından olmadığını belli ediyordu. Yedek kulübesinden hiç çıkamayan, etkinliklerde kadro dışı kalan Mahmut, bu kez atak yapmış elinden tuttuğu kız arkadaşı ile herkese gol atmaya gelmişti. Zaten dar gelen askeri elbisenin düğmeleri koptu kopacaktı. Uzaklara bakıyor, kimseyi görmüyordu.
Arkadaşı bir kot, yüksek topuklu bir çizme, mevsime uygun açık pembe bir gömlekle hatlarını cömertçe sunuyor, arasını boşluğa dayıyormuş gibi yürüyordu. Kahverengi, çekik gözlerinin ilginçliğinin farkında olarak başka bir gezegenin yurttaşı rolünü oynuyordu. Hani derler ya burnu düşse almazdı. Kol kola kantine doğru yürüdüler. Bakışlar arkada kaldı, söndü.
O günün akşamı iple çekildi. Mahmut dayanamaz mutlaka bu işi nasıl becerdiğini anlatırdı. Derslere de girmemişti. Nitekim akşam yemeğinden sonra, ön seçim kazanmış muhalefet milletvekili gibi, kafeteryaya girdi. Geldi, elleri cepte, bakışlarını ağır çekim salonda dolaştırdı, 6-7 kişinin toplandığı sınıf arkadaşlarının masasına bir sandalye çekip oturdu.
Kimsenin girizgâhla harcayacak vakti yoktu. Sorular peş peşe geldi. Mahmut bu kızla tanışmasını, aşkını ve artık bir sevgilisi olduğunu gevşek bir gururla anlattı:
“Biliyorsunuz bizim yurt, Kız Teknik’le kardeş oldu. Bir oyun sahneye koyuyoruz. Geçen hafta, birlikte prova yaptıktan sonra bir grup arkadaş Halil’in evine gittik. İlk o zaman bu kızın değişik olduğunu fark ettim. İlgilendim. O da yaklaşıyor, elimi tutuyor, bir şeyler ikram ederken koluma yaslanıyordu. Rahat bir kız. Sekiz, on kişiydik herkes kendi havasındaydı. Konyak şişesini alıp mutfağa doğru işaret ettiğimde arkamdan geldi. Pencere kenarına dayandık. Ev yüksek. Birer yudum içtik. Yanağına dökülen saçlarını toplayıp çenesini avcuma aldığımda hafifçe boynunu büktü.”
Burada durup bacak bacak üstüne attı, köşeli ayakkabı ortaya çıktı, bir açıklama getirme gereğini hissetti; “Oyunda da öyle bir sahne olduğu için ses çıkarmadı, diğer kolumu beline doladım, kendime çektim.” Burada yarım gülümsedi. “Kalbinin küt küt sesi duyuluyordu.”
Grup çayları bırakmış tek bir laf kaçırmamak için kulaklarını açmış, çevreyle ilgisizdi. Anlatılanlar pek uydurma değildi galiba. Bu lafları nereden buluyor bu çocuk diye düşünürken o devam etti: “Kız hızlı hızlı solurken memeleri bana değiyordu.” Burada solukladı.
“Fakat hayır, tabii, şimdi…” Nasıl devam edeceğini bilemedi.
Bu tür öyküleri çapkın arkadaşlarından dinlemişlerdi ama bu kez anlatan Mahmut’tu, inanılacak gibi değil! Sandalyeler sessizce biraz daha yanaştırıldı.
“Dudakları kurumuştu. Gözlerini kapattı, öpmeye başladım. Hafif öpücüklerdi bunlar ama aramızdaki elektriğin kesilmeden dolaşmasına neden oluyordu. Dalmışız, yanımıza kadar gelen arkadaşını ancak fark edebildik”.
Dinleyen herkes iç geçirip nefes aldı. Soğuyan çaylar büyük yudumlarla bitirildi.
Mahmut, “İşte bugün gördüğünüz kız, o kızdı.” deyip noktayı koydu.
Zaman hızla geçiyordu. Mahmut ara sıra stajları asıyor Fakülte kantininde sevgilisiyle sohbeti tercih ediyordu. Yaz gelmişti bile. Olaylar değişerek ilerliyordu. Mahmut artık Nilay’dan bahsetmiyor veya ciddi bir arkadaşlığın ortaya çıktığını hissettirmeye çalışıyordu. Öyle sulu öyküler anlatmaya da hiç niyeti yoktu. Ailesini razı etmiş nişanlanmıştı. Okulları bitince evleneceklerdi. Şimdilerde nerdeyse kızın evinden çıkmıyordu.
Zaman akıp gitti altıncı ayın sonunda; Mahmut, yakın arkadaşlarından fikir sorar oldu. Her erkek yurdunun öğrencileri gibi onlarda deneyimleri olmasa da Mahmut’un yakınmalarına karşı fikir ve taktik veriliyorlardı. Dersleri dümtek gidiyordu. Zaten oyunda da tek repliği “kes sesini kes” olduğu halde galada “ses kesini ses” deyip mahcup olmuştu. Ama olsun nişanlısı vardı ya…
O gün, Hakan’ın dönmesini beklemiş, koridorda derdini açmıştı, yapamadığı bazı şeylerden yakındı.
“Bak aslanın, son günlerde nişanlım da ailesi de bana hiç iyi davranmıyor. Hatta bir keresinde nişanlım bana ütü yaptırmaya kalktı. Ben yalnız kalıp kızla iki laf etmek istesem ailesi hemen yanı başımızda bitiyor. Konuşmalarımız bile kısacık oluyor. Dersi asıyorum kız yine de benimle gezmeye gelmiyor. İki de bir “Kim bilir nereye tayin olacaksın” deyip moral bozuyor.
Derin derin soludu. “Sen gördün, güzel kız ama değil mi?”
Tutunacak dal olmanın hazzıyla Hakan “Bizim arkadaşlarla bir konuşayım” deyip Mahmut’tan süre istedi. Sonra gurup Kız Teknik Öğretmen Okulundaki kız arkadaşlarıyla temasa geçip Nilay’ı araştırmaya başladılar. Nilay ve ailesi hakkında kimi duyumlar aldılar. Ailenin tek çocuğu olup Enstitüde okurken pek çok erkek arkadaşı olmuş, okulda da sevilmeyen bir tip olarak tanınıyordu.
Ekip gece koridor toplantısı yapıp Mahmut’u bu kızdan kurtarmaya karar verdi.
Mahmut’un gözü belli ki hiçbir şey görmüyordu. Kız hakkında dedikodular sınıfta yayılıyordu. Nilay’ı başka bir erkekle beraber olduğunu devre arkadaşları görmüştü. Aklın değil aşkın gözünün kör olduğuna ve körün de Mahmut olduğuna karar verdiler. Dersler o ara ikinci sıradaydı.
Hakan, daha önce sadece bir kez âşık olmuş, kız arkadaşının elini bile tutamamıştı ama bu konuları iyi bilirdi, çok okumuştu. “Bir mektup yazalım” dedi, her şeyi açık açık anlatalım, sen paçayı iyi kaptırmışsın.”
Mahmut çaresiz hak verdi.
“O zaman öyle bir mektup yaz ki, değerimi anlasın.”
“Tamam,” dedi Hakan “Yazarım.” Bu işin ivedi olduğuna karar verip boş bir dershane bulup mektubun başına oturdular. Tükenmez kalemleri kontrol edip en iyisini seçtiler.
“Sevgilim,
Altı ayı geçen beraberliğimiz, nişanlanmamız ben ve ailemi çok mutlu etti. Ama sanki seninkiler bu işten mutsuz gibi.
Sen benim kelebeklerden kıskandığım lavanta çiçeğimsin. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Oysa ben senin ne kadar sevdiğini bilmiyorum. Askeri Tıbbiye ’de dolabım senin fotoğraflarınla dolu. Senin odanda benim bir tek fotoğrafım yok. Her gün rüyamdasın. Hayatım boyunca hiçbir şey yemeden, içmeden seni seyredebilirim (Bu cümleyi Mahmut ekletti). Ne ki ben senin gözlerine baktığımda göremiyorum kendimi. Bunu bil istedim.”
Final vurucu olmalıydı.
“Sevgili Nilay, tüm bu sevgi dolu duygularıma karşı sen ve ailen bana hep kaba ve çocukmuşum gibi davrandınız. Ben birkaç ay sonra hekimliğe başlayacak birisi olarak bunları hak etmediğimi düşünüyorum. Bu davranışların en kısa sürede düzeleceğini bekliyor, seni kucaklıyorum.”
Mahmut bunların gerçek düşünceleri olmadığını biliyordu ama arkadaşları da bu konuda haklıydı. Bu kadar ağır yazmasa mıydı? Gözleri daldı, daldığı yerde battı. Hakan kalemi bıraktı, kâğıdı katlayıp zarfa koydu.
Zarfı kapattı.
Sordu, adresi arkasına yazdı.
Mektup gönderildi.
…………………………………………………….
Hakan olayın iç yüzünü Mahmut’un kendini aradığı gece öğrenebildi. Nilay’dan ufak bir paket gelmiş; içinden, “Zaten ailem seni bana layık görmemişti, Bir kere olsun elinde bir çiçekle gelmedin. Allah belanı versin!” diyen bir not bir de nişan yüzüğü çıkmıştı. Söylendiğine göre Mahmut paketi açtığında ışığa tutulmuş tavşan gibi bakakalmış, “Ah ulan Hakan” deyip, çökmüştü.
……………………………………………………
Ramazan’ın onuncu günüydü, Mahmut kantinde arkadaşları arasında oturan Hakan’ı görmezden geldi. Hakan çekinerek yaklaştı,
“Nasılsın?” dedi.
“Kızı kaybettik neyse de bir de oruç tutmuyorum diye gece yemek listesinden çıkarmışlar.”
Tabuta çakılan son çiviydi bu. Kendini en yakın dostları arasında yapayalnız hissetti.
İpi kopmuş bir uçurtma gibi yalpalıya yalpalıya kayboldu.
edebiyathaber.net (25 Aralık 2022)