Gece, kollarını kocaman açmış, kapkaranlık yorganını uzanabildiği her yere, hiç acele etmeden örtmekteydi. Sokak lambaları, kendilerine doğru akan siyahlığı fark edince bir bir yanmaya başladılar. Bir sokağı tek başına aydınlatan sokak lambası, diğerlerinden bir müddet sonra sarı sarı açtı gözlerini. Sokağı aydınlatan cılız ışığından uyku akıyordu. Gündüz şiddetli bir sağanağın yağdığını kendine az biraz daha gelince fark etti. Yanı başındaki boş arsa balçık, taş ve çerçöple dolmuştu. Toprak gırtlağına kadar suyla dolmuştu, sızacak en ufak bir boşluk kalmayınca küçük gölcükler oluşmuştu. Sokağın tozdan görünmeyen yüzü cam gibi parlıyordu ve gündüz aldığı duşun etkisiyle mışıl mışıl uyumaktaydı.
Zaman gece yarısını geçince yavaşladı. Sokak lambası bir açıp bir kapatıyordu gözlerini. Gerçi sabahtan akşama kadar yatıyordu, görevi gereği geceleri uyanıktı sadece. Üzerine yapışıp duran uykuyu dağıtmak için bir şeyler yapması gerekiyordu. Sokağın başında beliren çifte dikti gözlerini, el ele tutuşmuşlardı. Ellerine, gözlerine ve gülümsemeye çabalayan yüzlerine baktı. Erkek bir şey söyledi kekeleyerek, tam duyamadı. Kadın, biraz bekledi, isteksizce,’’ Ben de,’’ dedi, bunu duyabilmişti. Der demez de, erkeğin mutluluğu keskin bir bıçakla sökülüp atıldı sanki. Eller yavaşça ayrıldı, ikisi de tek laf etmeden apartmana girdi. Uykusu açılmaya başlayan sokak lambası dibinde boylu boyunca yatan cümleyi o an fark etti, cansızdı. Sonra sararmaya başlayan yaprakların dalları ile vedalaşmalarını dinledi, bir acı demirden yüreğini sarstı. Başını çevirdi, geç te olsa üzerine tüneyen gurultuyu fark etti. Soğuktan tüylerini kabartmış, gecenin bir an önce sabaha varmasını diliyordu. Kuş için de ezildi yüreği, uykusu tamamen açılmıştı artık.
Karşı evin penceresi büyük bir gürültüyle tuzla buz olunca zaman da eski seyrine döndü. Camı kırılan evden anlaşılmayan sesler yükseliyordu. Gittikçe yükselen seslerin dindiği kısacık anlarda kesik kesik gelen ağlama sesleri de duyuluyordu. Adamın ağzından çıkan cümleler, önce sözcüklere, sonra harflere ayrılıyor, kaçıp kurtulmalarına engel olan duvarlara sertçe çarpıp evin farklı köşelerine dağılıyorlardı. Bazıları da kırık camdan uçup kaçmak isterken, cama takılıp kan revan içinde kalıyorlardı. Apartmanın önü, çoğu çoktan can vermiş, diğerleri de son anlarını yaşayan sözcükler ve harflerle dolmuştu. Her evde, her sokakta acımasızca katledilen kelimeler mezarlığı oluşturuluyordu. Birbirine sevgiyle bakan yüzler sinirden gerildikçe bu mezarlık daha da büyüyecekti.
Kırılan pencerenin sesinden çöp konteynerlerinin köşelerine kıvrılıp uyuyan kediler zıplayarak uyandı. Karşı apartmanın ışıkları da bu gürültüden sonra açıldı. Pencerelerde, balkonlarda meraklı yüzler belirdi aniden, film izler gibi yaşanan tartışmayı izlemeye koyuldular. Balkonların birinde şehrin tren istasyonunun şefi de vardı. Yaktığı sigarasından yükselen dumanlar geceye karışıyordu. Bir dumanların uzaklaşmasını bir dışardaki kavgayı izliyordu. Sigarasının izmaritini sokağa fırlattı, ardından esaslı bir tükürük te aşk etti sokağın yüzüne. ‘’Kadının suçu,’’ dedi içeri geçerken. Arkasında duran eşini fark edince bocaladı, eveleyip geveledikten sonra yatağa girdi. Sinirinden çılgına döndü kadın. Böyle kaba saba, düşüncesiz, kendini bilmez biriyle neden evlendiğini o da bilmiyordu. Büyük bir kavganın dilinin ucuna geldiğini hissetti ancak kendini tutmayı başardı yine. Gece ve sokak bir kavgayı daha kaldıramazdı.
Sabahın erken saatlerinde istasyona giden şef odasından dışarı çıktı, geriye doğru kaykılarak gerindi. Moloz yığınıyla dolu bir kamyona benzeyen kocaman ağzı ile uzun uzun esnedi. Üstünü başını silkeledi, sağa doğru kayan kepini düzeltti. Donmak üzere olan çakıl taşlarının canını acıtarak yavaş yavaş yürümeye başladı. Raylara varana kadar sağa sola sinirle bakındı durdu. Ellerini arkasına bağladı, biraz daha büyüse özerklik talep edecek olan göbeği biraz daha öne çıktı. Davudi bir sesle fütursuzca bağırmaya başladı. Bağırır bağırmaz istasyonun bakımı için çalışan işçiler telaşla işe koyuldular. İşçileri gördükçe daha çok bağırıyor, yanına gelene ne yapması gerektiğini azarlayarak söylüyordu. Yanından ayrılanın arkasından olur olmaz küfürler sıralıyordu. Tabi işçiler her ne kadar bu çirkin sözleri duymamak için uzaklaşsalar da küfürler bir şekilde tutundukları kulaklardan içeri sızıp keskin bir bıçak gibi canlarını yakıyorlardı. Ağızdan çıkan homurtuların, belli belirsiz kelimelerin, küfürlerin hızı az da olsa azaldı bir müddet sonra. Hızı azalan kelimeler, şefin sigaradan sararan pos bıyıklarına takılınca neye uğradıklarını şaşırdılar. Tam da bu adamın iğrenç bedeni ve ağzından kurtulduk diye sevinirken bıyıklarının ucunda birer idam mahkûmu gibi sallandıklarının farkına vardılar. Telaşla çırpınmaya başlayan kelimeler patır patır rayların içine döküldüler. Oradan kurtulmayı başaramayan kelimeler, birazdan gelecek olan trenin soğuk demirlerinde titreye titreye ezilmeyi beklediler.
Şef, karısını odasının önünde bekler halde görünce eli ayağı birbirine dolandı, hızlı adımlarla yanına vardı hemen. Karısının gözlerinden ateş fışkırıyordu. Elindeki sefertasını hiddetle kucağına bıraktı kocasının. Şefin âdemelması korkudan bir iniyor bir çıkıyordu. Kadın bugün kıyameti koparmaya kararlıydı. İçinde kanatlanıp duran harfler bir araya gelip her biri birbirinden ağır mı ağır kelimeler oluşturuyorlardı. Tamamlanan her kelime öfkeyle kuşanıp çıkış kapısına yöneldi. Hepsi birer kurşun gibi can yakmak için üretilmişti. Kadın, konuşmadan önce yüzünü boyu istasyonu aşan ağaçlara çevirdi ve derin bir iç çekti. Kadının titreyen dudakları aralandı. Hissettiği son şey aralanan dudaklarıydı, gerisini hatırlayamıyordu. Ağzından art arda çıkan kelimelerin karşısındaki taş kalpliyi nasıl bozguna uğrattığını göremedi, renkten renge giren yüzünü, nereye koyacağını bilemediği telaşlı ellerini, işlerini yarıda bırakıp şaşkınlık ve sevinçle kendilerini izleyen işçileri de göremedi. Dudaklarının ardındaki kelimelerin hepsi dışarı çıkınca kapandı ağzı. Rüzgârın yüzünü yalamasıyla kendine geldi. Eşi utanmaktan moraran yüzü ile önüne bakıyordu. Dudaklarının aralanması ile kapanması arasında olanların hiçbirini hatırlamıyordu, hiçbir zaman da hatırlayamayacaktı. Üzerindeki yükü atmanın vermiş olduğu rahatlamayı derinden hissediyordu. Eşini kucağındaki sefertası ile bıraktı. Hızlı adımlarla istasyonu terk ederken istasyonun önünde dağ gibi biriken, yara bere içinde kalıp son nefeslerini vermek üzere olan kelimeleri fark etmedi.
edebiyathaber.net (16 Aralık 2023)